30 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

E. BÜYÜKELÇİ A.BÜLENT MERİÇ YAZDI- TÜRKİYE ZORLU BİR SINAVDAN DAHA GEÇİYOR: AFGANİSTAN

Ana Sayfa » DÜNYA » E. BÜYÜKELÇİ A.BÜLENT MERİÇ YAZDI- TÜRKİYE ZORLU BİR SINAVDAN DAHA GEÇİYOR: AFGANİSTAN

Eklenme : 23.07.2021 - 13:34

E. BÜYÜKELÇİ A.BÜLENT MERİÇ YAZDI- TÜRKİYE ZORLU BİR SINAVDAN DAHA GEÇİYOR: AFGANİSTAN

 

 

    MEHMETÇİK AFGANİSTANDA KALMALI MI?

 

 Afganistan, bugün, bilinmeyeni çok olan, çözümü zor bir problemi andırmaktadır.

Sorunun bilinen tek yönü vardır ve çözüm ancak buradan hareket edilerek bulunabilir: O da, ABD’nin zorlamasıyla Afganistan’a 20 yıldır empoze edilmeye çalışılan Batı yaşam ve Batı devlet modelinin, işgale karşı tepkinin sonucu olsa gerek, ülkenin toplumsal dokusu tarafından kabul edilmemiş olmasıdır.

Terörle savaş söylemiyle yola çıkan ABD, Vietnam ve Irak’tan sonra üçüncü büyük yenilgisini yaşamıştır.

Taliban’ın uzun solukla sürdürdüğü düşük yoğunluklu savaşı, ABD’nin 2.5 savaş stratejisini yerle yeksan etmiştir. Vaşington’un bu savaşa alet ettiği NATO’nun, Afganlıların aklını ve kalbini kazanma stratejisi de, Afgan halkının ekseriyeti tarafından satın alınmamıştır. Ülkenin sadece 12%sini kontrolü altında tutabilen, Kabil’deki  “Afganistan İslam Cumhuriyeti” hükümeti, halkın çoğunluğunun gözünde, emperyalizme karşı mücadele veren bir güce karşı direnmeye devam eden, Batı’nın kuklası bir rejim konumundadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu gerçeği dikkate alarak, Lefkoşe’deki konuşmasında söylem değiştirmiş ve ilk kez Afganistan’daki mücadeleyi teröre karşı mücadele kalıbından çıkararak, emperyalizme karşı mücadele kalıbına sokmuştur. Cumhurbaşkanı, emperyalist güçlerin Afganistan’da ilk defa sorun üretmediğinden, bunların 20 yıldır Afganistan’da olduklarından, Afgan halkının emperyalizme karşı dirayetle mücadele verdiğinden ve Türkiye’nin de bu mücadelede Afgan kardeşlerinin yanında olduğundan söz etmiştir.

Erdoğan ayrıca, Türkiye ile Taliban’ın inancının bir olduğundan bahsederek, ABD ile geri çekilmenin koşullarını müzakere edebilmiş olan Taliban’ın, Türkiye ile Kabil havaalanının kontrolü konusunu daha rahat konuşabileceğini vurgulamıştır. Cumhurbaşkanının, Türk kamuoyundan ziyade Taliban’ı hedef alan bu son mesajı, doğal olarak, acaba AKP’nin İslam anlayışı, ”Afganistan’da İslam Emirliği ismi altında bir orta çağ şeriat devletini yaşatmaya kararlı olan Taliban’ınki ile bir mi?” sorusunu akla getirmiştir.

Taliban’ın, Türkiye’nin 20 yıl boyunca, Afganistan’da, Batı’nın saflarında yer aldığı  gerçeği ile çelişen bu mesajı kabul etmesini beklemek hayalperestlik olurdu. Nitekim, TRT Arabi’ye konuşan Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid, Türkiye’nin kardeş bir devlet olduğunu, inanca dayalı pek çok ortak noktayı paylaştıklarını, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istediklerini belirttikten sonra, Kabil Havaalanı’nın ve diplomatik misyonların güvenliğinin Afganlıların sorumluluğunda olduğunu, aksi bir tutumu ülkenin iç işlerine müdahale olarak değerlendireceklerini kaydetmiştir.

Taliban sözcüsünün bu beyanatı, örgütün Türkiye’yi de emperyalistlerin saflarında gördüğünün diplomasi şekerine batırılmış bir ifadesidir.

Taliban, diplomatik dilden arındırılmış, yalın mesajını ise, 13 Temmuz 2021 tarihli “Afganistan’daki Türk Güçlerinin İşgalinin Devamına İlişkin İslami Emirliğin Bildirisi”nde vermiştir.

Burada, Türk askerinin, Kabil Havaalanı’nın güvenliğini sağlama bahanesiyle “işgalini” sürdürmesinin Afganistan’ın egemenliği ve toprak bütünlüğünün ihlali olacağı ve Taliban’ın silahlı mücadeleye devam etmesine yol açacağı net bir şekilde vurgulanmıştır.

Cumhurbaşkanının son söyleminin aksine Türkiye, bir NATO müttefiki olarak ABD’nin teröre karşı savaşında ABD’ni destekleyen NATO’nun saflarında yer almış ve gerek Uluslararası Güvenlik Desteği Kuvvetleri’nde (ISAF) , gerekse müteakiben sürdürülen Kararlı Destek Harekatı’nda sorumluluk üstlenmiştir. Bu da çoğu kez Kabil Havaalanı’nın güvenliğinin sağlanması şeklinde tecelli etmiştir.

Esasen sorunu yaratan ABD’nin tutumudur. Vaşington, uzun soluklu yıpratma savaşına dayanamayarak, 2000’li yılların başlarında El Kaide terörüne yardım ve yataklık eden bir rejim olarak gördüğü Taliban ile müzakere masasına oturmuştur. Doha’da yürütülen müzakereler 29 Şubat 2020 günü bir anlaşma ile sonuçlanmıştır. Söz konusu anlaşma 4 bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölümde Taliban’ın, terör örgütlerinin Afganistan’ı kullanmalarına kesin son vermesinden sonra, ABD ve müttefiklerinin geri çekilmelerinin takvimini açıklanmasından söz edilmektedir. İlk iki aşama tereddüte yer vermeyecek şekilde gerçekleştikten sonra üçüncü ve dördüncü bölümlere geçilecektir. Burada ise, Taliban ile Kabil hükümeti arasında ateşkes ve Afganistan’ın geleceğine ilişkin müzakerelerin başlatılması öngörülmektedir.

Anlaşma bir diplomatın gözüyle incelendiğinde, geri çekilmenin soyut taahhütlere bağlandığı bariz biçimde görülmektedir. Örneğin, ABD, Taliban’ın “Afganistan İslam Emirliği”ni tanımadığından söz etmektedir. Taliban ise, İslam Emirliği’nin yeniden kurulacağını ısrarla vurgulamaktadır. Kimler terör örgütü kapsamında değerlendirilecektir? Bu örgütlerin Afgan topraklarından ayrıldığı nasıl kanıtlanacaktır? Bu hususlar kesin kriterlere bağlanmamıştır. Geri çekilme süreci, buna rağmen başlatılmış, hapishanelerdeki Taliban unsurları serbest bırakılmış ,ABD’nin Taliban’a karşı tek taraflı uyguladığı yaptırımlar kaldırılmış ve BM yaptırımlarının kaldırılması için Güvenlik Konseyi’ne müracaat edilmiştir.

Bir başka ifadeyle, ABD, piyon olarak kullandığı Güney Vietnam lideri Nguyen Van Thieu’ye 1975 yılında yaptığı gibi, Afganistan’da Eşref Gani hükümetini de kendi kaderiyle baş başa bırakmıştır.

Kabil’deki Büyükelçiliği koruyacak 650 asker dışında, ABD’nin bütün  kuvvetlerinin ağustos sonuna kadar geri çekilmiş olması öngörülmektedir. Oysa Kabil hükümeti ile Taliban arasında hala bir uzlaşıya varılabilmiş değildir. 29 Şubat 2020 Anlaşması’ndan sonra ABD’nin Kabil hükümeti ile gerçekleştirdiği, “Afganistan’a Barış Getirilmesine Dair Ortak Bildiri”, bariz biçimde 29 Şubat Anlaşmasındaki ABD yükümlülüklerinin Kabil hükümetine empoze edilmesi niteliğindedir.

ISAF ve Kararlı Destek Harekatı çerçevesinde görev alan kuvvetlerimiz doğrudan çatışmaya taraf olmayarak ve gerek başkent Kabil’de, gerekse Geçici Yeniden İnşa Takımları (PRT) yoluyla taşrada insani destek faaliyetlerinde bulunarak Afgan halkının kalbini kazanabilmiştir.

Tarihsel birlikteliğimiz ve kültürel ortak değerlerimiz de, Afgan’ın bakış açısında Türkiye’nin diğer müttefiklerden ayrışmasında önemli rol oynamıştır.

Ancak işi tadında bırakmanın zamanı gelmiştir.

Müttefiklerimiz gibi, Türkiye’nin de Kabil’deki büyükelçiliğini koruyacak sınırlı sayıda asker dışında kuvvetlerini geri çekmesinin doğru olacağı düşünülmektedir.

ABD, Türkiye’yi istediği zaman yararlanabileceği bir piyon olarak görmektedir.

Biden yönetimi işbaşına geldiğinden bu yana Vaşington’un, Afganistan bağlamında Türkiye’ye bir rol biçmeye çalıştığı görülmüştür. Bu rol ilk önce, Taliban’a uluslararası baskı uygulamak suretiyle Kabil hükümeti ile uzlaşmasını sağlamayı amaçlamış ve bir Afganistan Barış Konferansı’nın Türkiye’de düzenlenmesini öngörmüştür. Taliban’ın anılan projeye sıcak yaklaşmaması üzerine, Batılı devletlerin geri çekilmesinden sonra Kabil uluslararası havaalanının güvenliğinin Türkiye tarafından sağlanmasına devam edilmesi şekilde bir yeni proje ortaya atılmıştır.

Esasen bu ikinci projenin Türkiye tarafından gündeme getirilmiş bulunduğu yabancı basında yansıtılmıştır.

Buna ilişkin ilk adımın 14 Haziran 2021 tarihli NATO Zirvesi nihai bildirisinde atılmış olduğu görülmektedir.

ABD öneriye sıcak yaklaşmıştır, zira kendi kamuoyuna onurlu bir geri çekilme olduğu manzarası verme gayretindedir: “Biz geri çekiliyoruz ama arkamızda Müslüman bir müttefikimizi geri bırakıyoruz“ mesajı bunu sağlayacaktır.

Dış politikasının her veçhesinde Batılı müttefikleri tarafından sıkıştırılmış bulunan Türkiye ise, ABD’nin desteği ile bu dar boğazdan kurtulmaya çabalamaktadır.

Ankara, önerisini yaparken Vaşington’a üç şart koşmuş bulunduğu Cumhurbaşkanının beyanatı ile açıklık kazanmıştır: Bunlar, ABD’nin Türk diplomasisini destekler pozisyona gelmesi, lojistik bakımdan imkanlarını seferber etmesi ve mali destek sağlamasıdır. Mali destek sağlanması en kolay olanıdır, zira NATO Zirvesi nihai bildirisinde bu hususa zaten yer verilmiştir. Uluslararası hukuk açısından esas önemli olan, yeni Afgan hükümetinin buna rıza göstermesi ve Türkiye’ye davette bulunmasıdır. Oysa Taliban, dışa açılırken bir başka devletin yardımına ihtiyacı olmayacağını ve Türkiye’nin Afganistan’da kuvvet bulundurmaya devam etmesini “ işgal “ olarak göreceğini netleştirmiştir.

Öte yandan, ”Türkiye’nin güvenliği Afganistan’dan başlar” argümanı da geçerli değildir.

Bugünün dünyasında güvenlik küreseldir ve bölünmezdir.

Türkiye Kabil Havaalanı’ndan ziyade sınırlarının güvenliğine odaklanmalıdır.

1975 yılında, Vietnam savaşının sonunda olduğu gibi, Batılı güçlerle işbirliği yapanlardan kaynaklanan kitlesel bir dışarıya göç olayının Afganistan bağlamında da yaşanacağının ilk işaretleri alınmaktadır. Ne var ki; Vietnam örneğinden farklı olarak, bu kez Türkiye göç güzergahının üzerine bulunmaktadır. Afgan hükümetine “halkınıza sahip çıkın” diyerek bu potansiyel sorun çözümlenemez. Sığınmacı ağırlama kapasitesi artık aşılmıştır ve Hatay’da görüldüğü gibi Suriyeli sığınmacıların, yeni gelen Afgan sığınmacıları protesto ettikleri traji-komik durumlarla karşılaşılmaktadır.

Sonuç olarak Ankara’nın Afganistan kararı, olası sonuçları üzerinde iyi düşünülmesi ve aceleye getirilmemesi gereken bir sorun olarak duruyor karşımızda.

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları