29 Mart 2024 - Hoş geldiniz

AYŞE JALE AĞIRBAŞ YAZDI- SALGININ ÖĞRETTİĞİ GERÇEK: BİZ GÜÇLÜYÜZ

Ana Sayfa » GÜNCEL » AYŞE JALE AĞIRBAŞ YAZDI- SALGININ ÖĞRETTİĞİ GERÇEK: BİZ GÜÇLÜYÜZ

Eklenme : 16.01.2021 - 12:36

AYŞE JALE AĞIRBAŞ YAZDI- SALGININ ÖĞRETTİĞİ GERÇEK: BİZ GÜÇLÜYÜZ

 

Anayasamızın bize tanıdığı hak ve ödevler var.

Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devletin bütün organları kanun önünde bütün işlemlerde eşitlik ilkesine riayet etmek zorundadır.

Eşitlik ilkesinin bir temel hak olduğu düşünülebilir.

Bu ilkeden yararlananlar bakımından eşitlik ilkesi, ayrım gözetilmemesini isteme hakkını doğurur.

Nihayet eşitlik ilkesi, devlet yönetimine hâkim olan bir temel ilke olarak da kabul edilir.

Aslında özgürlük olmadan eşitliğin kurulması mümkün değildir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin birinci maddesinde de eşitlik ilkesine yer verilmiştir. Bu bağlamda içinden geçtiğimiz süreçte eksikliğini hissettiğimiz adalet kavramı da en az eşitlik kadar değer taşıyor. Adalet hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.

Peki bunları niye vurgula gereğini hissettik?

Yolsuzluğun,  liyakatsizliğin, yalanın ve dolanın sıradanlaştığı, kavramların içinin boşaltıldığı, kitlelerin kuru ekmeğe muhtaç duruma düşürüldüğü ülkemizde, pandemi sonrası durum çok daha sıkıntılı bir hal almıştır. Yüzlerce yıllık bir birikimin sonucunda oluşan toplumsal yapımızın mayasındaki öğeleri bu şekilde hoyratça harcayamayız. Bunlar yıllar içinde toplumu toplum yapan özellikleri içinde barındırıyor. Siyasi çıkarlar uğruna harcanan, arsızca tüketilen toplumsal değerlerimizin yokluğunda ülkenin şiddet, öfke, hoşgörüsüzlük sarmalında nereye doğru sürüklendiğini görüyoruz. O çok öğündükleri icraatlar bağlamında sayısız köprüler, yollar, otobanlar, alışveriş merkezleri yapılabilir, hatta teker teker yok edilen cumhuriyetin gözde kazanımları fabrikalar, tesisler zor da olsa yeniden yerine konulabilir. Ama toplumun bozulan yapısını parayla, pulla, altınla onaramazsınız.

İşte iktidarın ülkeyi sıkıştırdığı nokta maalesef, geriye gelmesi mümkün olmayan, günlük yaşamdan devlet yönetimine kadar ilişkilere yön veren toplumsal değerlerimizi artık kaybettiğimiz gerçeğidir.

Bu kötü gidişten en çok etkilenenler ise kadınlar, çocuklar ve yaşlılar gibi ülkenin dezavantajlı kesimleridir.

21. yüzyılda Türkiye’de hala gözü dönmüş biçimde devam eden kadın cinayetlerinden, çocuklara tecavüzden, İstanbul Sözleşmesi’nin aile kurumuna zarar verdiğini iddia eden yaklaşımlardan dolayı telafisi mümkün olmayan acılar çekiliyor. Ya bizim dışımızda? Dünya genelinde her gün 137 kadın, bir aile üyesi ya da yakın partneri tarafından öldürülüyor. Kadına yönelik şiddet bir insan hakkı ihlalidir ve toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliklerin bir sonucu ve aynı zamanda sebebidir. Şiddetin önlenmesinde caydırıcı yasaların etkin bir şekilde uygulanması, onu tetikleyen, kışkırtan anlayışı ortadan kaldırmada önemli rol oynuyor. Bu açıdan bakıldığında ülkemizdeki en kritik nokta, zihniyet değişikliğinin hayata geçirilmesidir.

Devletin sorumluluğu kapsamında en acil ihtiyaç, şiddet mağduru kadınların korunmasıdır.

Milletvekili olduğum süreçte, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda yaptığım görevim sırasında, sığınma evi ziyaretlerinde, karakolda görev yapan bir amirin, yerinde müdahale ve kararlı bir tavırla mağdur konumdaki kadının hayatını kurtarabileceğini bizzat görmemdi. O amirin yardım isteyen kadını, ”kol kırılır yen içinde kalır, aile içinde olur böyle şeyler, hadi evine git” demeyip erkek şiddetine, koca dehşetine karşı korumasını asla unutamam.

Kadınımız,  yüzyıllardır özlemini çektiği haklara sahip olmada en büyük desteği büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ten almıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan devrimler kadının ve dolayısıyla toplumumuzun kurtuluşu olmuştur. Kadın hakları konusunda yapılanlar aslında aile yapımızın güçlenmesine de bir noktada katkı sağlamıştır. Kadını ailenin temeline oturtan, gerek çocukların yetiştirilmesi, gerekse kültür unsurlarının nesilden nesile aktarılmasında bir köprü konumuna getiren, onu aynı zaman çalışma hayatına hazırlayan, seçme ve seçilme hakkı ile siyasi hayata yönlendiren öngörüleriyle yüzyıl ötesini gören bir  liderdi Mustafa Kemal. Kendimi hep çok şanslı hissetim böyle bir lidere sahip olduğum için.

Tomris Hatun’dan Sabiha Gökçen’e, Bezmiâlem Sultan’dan Muazzez İlmiye Çığ’a Türk kadını dönem koşulları fırsat tanımasa bile tarihe adlarını yazdırmayı başarmışlardır. Ancak içinde bulunduğumuz dönem özellikle kadınlarımız için karanlık bir dönemidir. Onların karanlıkta olması aslında bütün toplumu umutsuzluğa sürüklemektedir. Tabii bunun nedenlerini sorgularken öncelikle Meclis’e bakmamız gerekiyor. Bugün o çatı altındaki milletvekillerinin tümünü eve gönderseniz, Sayın Cumhurbaşkanı hiçbir şey olmamış gibi kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi aynı şekilde yönetmeye devam edecektir. Milletvekillerinin işlevsizleştiği, verilen sayısız soru önergelerine cevap yazmaya tenezzül bile edilmediği, herkesin tek bir kişinin ağzına baktığı, çığırından çıkmış düzensizlikler içinde çırpınıp duruyoruz. Bütün bunlara baktığımızda tekrar ve acil olarak güçlü bir parlamenter sisteme dönmemizin zorunluluğu, kendini bütün ağırlığı ile ortaya koyuyor.

23.dönemde TBMM’ye bir kanun teklifi vermiştim. Siyasi partilerin her kademesinde %50 kadın temsilini öngören bir kanun teklifiydi bu. Liyakat sahibi kadının il, ilçe yönetimlerinde, parti genel merkez yönetimlerinde ve belediye meclisleri, belediye başkanlıkları ve milletvekilliği dahil %50 oranında temsil edilmesini önermiştim. Fakat bugün Meclis’te olan AK Parti, CHP ve MHP bunu reddetti. Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu’nda bulunan her siyasi parti temsilcisine, kendi kanun teklifiniz olarak getirin, kadınlar olarak hep birlikte çıkaralım, bu partiler üstü bir çağrı dedik ama kabul görmedi.

İnanıyorum ki, bu ülkeyi kadınlar ve kadın değerini bilen erkekler beraberce kurtaracaklardır. Ülkemizde tüm yurttaşlar arasında siyasi, ekonomik ve hukuki alanlarda eşitlik sağlandığında, özlemini çektiğimiz barış da kaybolup gittiği yerlerden ait olduğu yere dönecektir.

Kuşkusuz bütün bu tartışmaları salgından bağımsız değerlendirmek olanaksız.

Dünyanın korona ile mücadele ettiği bu günlerde bilimin değerini daha çok mu anladık acaba diye düşünüyorum.

Ve karşıma şu gerçek çıkıyor: Aşımız yok ve biz, 65 yaş üstü insanların anayasal haklarını ellerinden alıyoruz.

Onlara bilimsel bir dayanağı olmadan,  korumak adına yasaklar getiriyoruz.

Yaşamak için yemek, barınmak, sağlık hizmetlerine ulaşmak en temel insan hakkıdır ve devlet bunu yurttaşlarına sağlamakla yükümlüdür. Ben sürü bağışıklığını bir insan hakkı ihlali olarak görüyorum. Devlet ve hükümetler insanlara yaşam hakkını eksiksiz biçimde sağlamakla görevlidirler.

O zaman soru şu: Böylesi zor bir süreçte bile iktidarın başta aşı olmak üzere sağlık harcamalarına ne kadar kaynak ayırdığını bilen var mı?

Ekonomin yanlış yönetilmesi, üretimin zayıflaması, tüketim çılgınlığının akıl almaz boyutlara ulaşması, adaletsizliğin yaygınlaşması, liyakatin önemsizleşmesi beraberinde umutsuzluğu ve çözülmeyi getirdi. Ama en kötüsü de, her şey doğal akışında ilerliyormuş gibi haksızlıkları görmezden gelen, hatta onları temize çeken medyanın sergilediği tavır. Kuşkusuz bu tavırdan beslenen ve durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanan gözü dönmüş bir topluluğu da unutmamak gerekiyor.

Yine de bu bataktan bir çıkış yolu var ve olmalı.

Bütün olumsuzluklara karşın ülkemizin barıştan ve adaletten yana, ahlak sahibi  güzel insanları var.

İnanın biz daha kalabalığız ve güçlüyüz.

Güzel, adaletli ve sağlıklı günlerde görüşmek üzere… Saygı ve sevgilerimle…

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları