20 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- AYDINLANMANIN OKULU KÖY ENSTİTÜLERİ

Ana Sayfa » EĞİTİM » CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- AYDINLANMANIN OKULU KÖY ENSTİTÜLERİ

Eklenme : 09.04.2021 - 8:44

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- AYDINLANMANIN OKULU KÖY ENSTİTÜLERİ

 

Köy Enstitüleri Külliyatı -2-

 

İsmail Hakkı Tonguç 1935’te Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atandığında, eğitim sorunlarıyla ilgili hazırladığı raporu Bakan’a sundu. Bu rapor hükümet tarafından değerlendirildi ve uygulanmasına karar verildi.

İsmail Hakkı Tonguç 22 Şubat 1936 tarihinde Rauf İnan’a yazdığı mektupta şunları söylüyor:

“ …… Eğitmenlerden köylerde yararlanma sorunu sandığın gibi yalnızca okuma yazma için düşünülmüyor. Köyü harekete geçirebilme düşüncesi uygulamada bozulur mu, pek bir şey söyleyemem… Biz yapmacık aydınlar köye giremiyoruz. Onun için köyü harekete geçirebilecek elemanı kendi içinden bulmak gerekiyor. Nüfusları 150’den aşağı köylere öğretmen verebilecek zamana kadar, o köyün en kuvvetli adamının yetiştirecek, sosyal ve kültürel işlerde rol sahibi yapmak istiyoruz. Ama bütün bu çabaların amacı köyde üretimi çoğaltmak, teknikleştirmek, olabildiğince akılcı bir düzenleme yapmaktır. Özetle dağınık, bitkin köyü harekete geçirmektir. Bu işi yapmak, denetlemek, yönetmek görevi, bizim öğretmenlerden becerikli olanlara verilecek”( Mektuplarla Köy Enstitülü Yılları)

Köy Enstitüleriyle ilgili ilk bilimsel araştırmayı yapan Amerikalı Fay Kirby, TÜRKİYE’DE KÖY ENSTİTÜLERİ adlı yapıtında şu saptamalarda bulunuyor:

“ Tonguç’un raporunda gösterdiği gibi, Türk köyleri yeni çağdaş eğitimi kendi kaynaklarıyla sağlayacak güçte değildi. İller eğitim kurumlarını kendi kaynaklarıyla genişletecek örgütlenmeden yoksundular. Bu durumda, Milli Eğitim Bakanlığı aracılığı ile ‘ eğitmen’le devlet arasında, köy ile hoca arasındaki anlaşmaya benzer bir anlaşma ile harcamasız ve kolayca çok sayıda yeni bir tür öğretmen yetiştirme işine girişilebilinirdi.” ( Kirby, Tarihçi Kitabevi)

Tonguç, 1935’e dek dünyada eğitim konusunda neler yapıldığını araştırmıştı. Dünyayı yakından izliyordu. Tanzimat’tan bu yana bizde yapılanları da biliyordu. Şu kanıya varmıştı: Gelişmiş ülkelerde uygulanan eğitim sistemi bize uymuyordu. Çünkü gelişmiş ülkeler kendi ekonomik gelişkinlik durumuna göre eğitim sistemi uyguluyorlardı. 1935 yılında Türkiye’nin %80’ni köylüydü ve bu nüfus kapalı bir ekonomi içinde, dünya ile bağlantısız, geri bir sosyal yapıda yaşıyordu. Köylerin en yakın kasabaya bağlantısı olmadığı gibi köyden köye de yol yoktu. Köylü çiftçilikten başka bir iş bilmiyordu. Köylünün teknolojiden yararlanması şöyle dursun, pek çoğunun keseri, testeresi, çekici, hatta tırpanı bile yoktu. Sabanının burnunun ucuna saban demiri alamayan köylü vardı. Pulluk kullanan köylü yok denecek kadar azdı. Özellikle Güneydoğu’da topraksızlık büyük dertti. Doğu’da çiftçilik bile tam olarak yerleşmiş değildi. Öyleyse uygulanacak eğitim sisteminin özü iş ve meslek eğitimi olacaktı.

İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy adlı kitabında şunları yazmış: “ Devlet, kısıtlı bütçesinden eğitime büyük pay ayırıyordu. Yasalarda, anayasada, parti programında güzel maddeler vardı. Kendi ülkelerinde yaptıklarıyla dünya çapında ünlenen eğitimciler ülkemize çağrılmıştı. Onların birbirine benzeyen önerileri, koşullarımıza, kültürümüze uymayan, ederi yüksek projelerdi. Gelişmiş ülkelerde üretilen eğitim projelerinin bizde uygulamak olası değildi. Eğitimin ekonomik giderini karşılamak aşılmaz dağlar kadar zor bir sorundu.”

Pakize Türkoğlu’nun Tonguç’un eğitim anlayışıyla ilgili görüşü:

“ Ona göre köy ve köylüyü ilgilendiren ana ilkeleri göz önüne alarak, doğrudan köyün içine girip gerçeklerden bilgi ve güç toplanarak, deneme yaparak çalışmak gerekiyordu. Köy sorununun çözümü, özellikle köy eğitimi için köyden alınacak elemanları, bilimsel, akılcı bir yöntemle yetiştirerek, orada çalışmalarını sağlayacak bir çözüm bulunması zorunluydu. Değilse, köye yönelik gerçekçi olmayan çalışmalar sonuçsuz kalırdı. Onlar bunu deniyordu. Eğitim seferberliği bunu amaçlıyordu.”( Tonguç ve Enstitüleri, s. 135)

İsmail Hakkı Tonguç’un yarattığı eğitim kuramı gözlem ve araştırmaya dayanıyor. O, masa başında kuram ( teori) oluşturmamıştır.

“ Köylüye bir şey öğretebilmek için evvela onlardan birçok şey öğrenmiş olmamız lazımdır.” diyor.

Tonguç, İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atandığında Ankara, Kayseri, Yozgat köylerinde inceleme yaptı. Askerliğini çavuş ve onbaşı olarak yapan köylüler okuma yazma biliyorlardı ve zaman zaman köy çocuklarını çevrelerine toplayıp askerlik anılarını anlatıyorlardı. Tonguç, Atatürk’ün önerdiği eğitmenlik uygulamasının olabileceğini anladı. 1936’nın Temmuz ayında Eskişehir’in Çifteler ilçesine bağlı Mahmudiye köyünde ilk Eğitmen Kursu’nu açtı. Bu kurs çok yararlı oldu. Dört buçuk ay gibi kısa bir sürede eğitmenler kurs programının başarıyla tamamladılar. Eğitmenler için kılavuz kitaplar hazırlandı, onlara sebzecilik, çiftçilik, tavukçuluk, meyvecilik gibi bilgiler verildi. 1937 yılında ülkemizin birçok yerinde Eğitmen Kursları açıldı.

1937 ile 1940 yılları arasında Eğitmen Kurlarının olduğu dört yerde Köy Öğretmen Okulları açıldı. Köy Öğretmen Okulları da Eğitmen Kursları gibi eğitimde uygulamaya ağırlık veriyordu. Öğretmen adayları köye gittiklerinde köylüye kılavuzluk edeceklerdi. İsmail Hakkı Tonguç’un hükümete verdiği eğitim raporu uygulanmaya başlamıştı. Eğitmenler ve köy öğretmenleri atandıkları köylerde yalnızca okuma yazma öğretmekle kalmayacaklar, köylüye modern tarım, hayvancılık, kooperatifçilik de öğreteceklerdi.

1937 – 1940 yılları arasında Eskişehir-Çifteler, İzmir-Kızılçullu, Lüleburgaz-Kepirtepe, Kastamonu-Göl Köy Eğitmen Kurslarının bulunduğu yerlerde dört Köy Öğretmen Okulu açıldı. Eğitmen Kursu’ndan sonra bu okulların açılması Köy Enstitüleri’ne giden yolu biraz daha kısalttı.

Köy Enstitüsü adını ilk kez Tonguç’un Ferit Oğuz Bayır’a yazdığı mektupta görüyoruz. Tarih 12 Ağustos 1937.

“…..Bir hafta evvel güç halle İzmir’e gittim, geldim. Orada Amerikalılardan alınan kolej binalarında ve Eskişehir’de Mahmudiye’de senin pek hoşuna gidecek birer Köy Enstitüsü açıyoruz. Bu kurumlara köy çocukları alınacak ve bu çocuklara liseye girme imkanı verilmekle birlikte muhtelif meslekler öğretilecek: Eğitmenlik, öğretmenlik, köy demirciliği, inşaatçılığı, katipliği, kooperatifçiliği gibi. ( Engin Tonguç, Mektuplarla Köy Enstitülü Yılları, s.12

17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri ile ilgili yasa TBMM’den geçiyor. Yasayı Aralık 1938’de Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel Meclis’e sunuyor. O zaman tek parti yönetimi var. Yasa önerileri önce parti grubunda görüşülüyor, daha sonra yasa Meclis’e geliyor. Parti grubunda çok sayıda milletvekili söz alarak Köy Enstitüsü Yasası ile ilgili görüş bildiriyor. Bazı milletvekilleri bu yasanın nereden alındığını soruyor. Kazım Karabekir üç kez söz alıyor. Yasanın köy şehir ayrımı yaptığını iddia ediyor. Şehir çocukları da bu okullara alınsın, diyor. Hasan Ali Yücel sorulara yanıt veriyor. Şunları söylüyor:

—Bu, bizimdir, kimseden almadık. Başkaları bizden alsın.

—  Parti programımızda köy şehir ayrımı yoktur, bu yasa böyle bir ayrım getirmiyor. Şehirde büyüyen çocuk köyde kalmak istemiyor, onun için köy çocuklarını alıp eğiteceğiz ve onları yeniden köye göndereceğiz, diyor.

Yasa Meclis Genel Kurulu’na geldiğinde, bir kısım milletvekillerinin oylamaya katılmadığı gözleniyor. Köy Enstitüleri Yasa’sına karşı olan milletvekillerinin oylamaya katılıp ret oyu vermek yerine, oylamaya katılmamayı yeğledikleri anlaşılıyor. Başta Kazım Karabekir olmak üzere daha sonraki yıllarda bu milletvekilleri Köy Enstitüleri’ne şiddetle karşı oldukları görülecektir.

Köy Enstitüleri özgün bir eğitim uygulamasıydı. Köy Öğretmen Okullarının açılış tarihinden başlatırsak, 1937-1946 yılları arasında özgün yapılarıyla uygulanmış eğitim-öğretim kurumlarıydı. 1946’nın Ağustos ayında Hasan Ali Yücel’in görevden alınıp yerine Sivas Milletvekili Reşat Şemsettin Sirer’in getirilmesiyle, eylül ayında da İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı ve Köy Enstitüleri’nin 1943 programı kaldırıldı. Yerine uygulamaya önem vermeyen ezberci bir program kondu.

Bugün de tartışılan ve ilgi gören Köy Enstitülerinin 1943 programı nasıl hazırlandı ve bu programın özellikleri nelerdi? Şimdi biraz inceleyelim.

Köy Enstitüleri Yasası 1940’ta çıktığı halde bu okulların programı 1943’te yayımlanmıştır. Köy Öğretmen Okullarını da işin içine katarsak neredeyse beş yıllık bir uygulamanın sonunda program yapılmıştır. Anlaşılıyor ki Tonguç – bizde adet olduğu halde- masa başında program yazmamıştır. Sistemi uygulamaya sokmuş ve aksayan yönlerini incelemiştir. O, hem kuramcı hem de uygulayıcıdır. 1944’te 20 Köy Enstitüsü ülkemizin değişik bölgelerine kurulmuştu. Her enstitünün kendine göre coğrafi, iklim özellikleri vardı. Bazılarında kuru tarım, bazılarında sulu tarım yapılabiliyordu. Bazılarında balıkçılık, bazılarında ipekböcekçiliği, arıcılık yapılıyordu. Kars Cılavuz’da ağırlıklı olarak hayvancılık yapılıyordu. Meyvecilik, sebzecilik yönünden de enstitüler arasında farklılıklar vardı. Bu durumda programın esnek olması gerekiyordu. Günlük, haftalık, aylık çalışma programlarının uygulanışı enstitülere bırakılmıştı. Enstitüler genel kültür, tarım ve teknik ders saatlerini mevsim koşullarına göre ayarlıyordu. Haftalık 44 saatin, 22’si kültür, 22’si ise(11+11)  tarım ve teknik derslere ayrılıyordu. Yıl sonunda toplam süre mutlaka belirlendiği saate denk getiriliyordu. Öğrencilerin yılda 45 gün izinleri vardı. Okullar yaz tatiline girmezdi, hep açık kalırdı. Öğrenciler beş yıl bu şekilde eğitiliyordu.

Bilindiği gibi Tonguç’un eğitim ilkesi, iç içinde, iş aracılığıyla, iş içindi. Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir eğitim kurumu Tonguç gibi  ‘iş’i eğitimin merkezine almamıştır. Ona göre eğitim iş içinde yapılacaktı. Kafa ve el birlikteliği öğrenmeyi sağlayacaktı. İş, temrin( alıştırma) için kullanılmayacaktı; gerçek iş olacaktı. Yani masa, sandalye yapılacak, duvar örülecek, tarla sürülecek, bahçe yapılacak, ağaç dikilecek, bina yapılacak…tüm bunlar işe yaraması için yapılacak. Zaman, malzeme, emek gerçek iş için kullanılacak. 20 Köy Enstitüsü’nde 710 bina bu şekilde yapıldı. Yüzlerce dönüm arazi işlendi, on binlerce fidan dikildi.  Enstitülerin bazılarında bin, bazılarında ise bine yakın öğrenci vardı; bu öğrencilerin yiyecek giderleri kendi ürettiklerinden karşılanır duruma gelmişti. Okulun yatak çarşafları, öğrencilerin giyecekleri okulda biçilip dikiliyordu. Yumurta, süt, meyve, sebze, buğday okulda üretiliyordu; ekmek, peynir, turşu, pekmez, tarhana…okulda yapılıyordu. Öğrenciler öğretmenlik yanında mutlaka bir mesleği ayrıntılarıyla öğreniyorlardı.

Görüldüğü gibi eğitim kendi giderlerini karşılıyor, ayrıca kendi yaptıklarıyla da yatırıma dönüşüyor.

“ Klasik pedagoji kısır döngüsü kırılarak, eğitim bir yandan bireyin gereksinimleri yönünden kendini donatıyor, bir yandan da kişinin kişiliğine zenginlik katıyor.” Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri)

“ Eğitimin ekonomik girdilerinin dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir eğitimci tarafından Tonguç’un bulduğu ve amaçladığı çözüm şekliyle ele alınıp başarıya ulaştığı görülmüş değildir.” ( Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri,s.21)

İş eğitimi uygulaması üretime dönerek dünyada örneği olmayan bir eğitim modeli yaratmıştır. Böylece köy çocuklarının parasız, devlete yük olmadan okumaları sağlanmıştır.

Tonguç’a göre” İş ve meslek yalnız bireyin yaşamının değil, toplumsal ve ekonomik yaşamın dayanaklarından biridir, başta gelenidir. Bu nedenle, iş ve mesleğin, doğal olarak eğitimin temel amaçlarından biri olması gerekir.”

“  Yaşamın kendisi iş demektir.”, “ İş insanın miyarıdır( ölçütü, ölçüsü).” (İsmail Hakkı Tonguç) Köy Enstitülerinde iş, hem araç hem de amaçtır. İşin kendisi de insanı eğitir. Enstitülerdeki demokratik ortamın da aracı iştir. Ortak yapılan iş, yardımlaşmayı, paylaşmayı gerektirir. Yaratılan ürünün, değerin sonunda birlikte değerlendirme yapılması başlı başına bir eğitimdir. Hafta sonlarında haftanın değerlendirilmesi, eksik ve yanlışların ortaya konması; bu sürece okul müdürünün ve öğretmenlerin de katılması enstitüleri demokrasinin beşiği yapmıştır. Yanlışın kabul edilmesi, haksız eleştiriye özgürce yanıt verilmesi; eleştiri ve özeleştirinin insan ilişkilerinde kural haline gelmesi, eğitimin kendisidir.

Kültür derslerinin olanak oldukça sınıf dışında yapılıyordu. Konuların ‘iş’le ilişkilendirilerek işleniyordu. Matematik ve geometri derslerinin bina temeli atılırken çatı bağlanırken,  bahçe çapalarken, tarla sürülürken yapılması bilginin öğrencinin kafasında yerleşmesini sağlıyordu. Köy Enstitüleri’nin yurt gezileri onların tarih- coğrafya bilgilerini artırıyordu. Serbest kitap okuma saatlerinin olması, kitap okumanın neredeyse zorunlu tutulması, elbette özendirilmesi, onların ileride düşündüklerini özgürce yazmalarını sağlamıştır. Bu kurumlarda müzik dersine önem verilmesi, öğrencilerin ulusal kültürle tanışmalarını sağlamıştır. Enstitüden mezun öğrenci mutlaka bir müzik aletini çalabiliyordu.  Müzik dersi yalnız derste yapılmıyordu. Öğrenciler istedikleri müzik aletini her zaman çalabiliyorlardı. Türkiye’nin hiçbir okulunda beden eğitimi dersi enstitülerdeki gibi önemsenmemiştir. Sabah sporları, ulusal günler için hazırlık çalışmaları, sporun her türünün yapılabilmesi ve her öğrencinin kendine uygun sporu yapma olanağını bulabilmesi bu kurumların en büyük özelliğidir.

Köy Enstitüleri kendi okullarına su getirdi, elektrik getirdi; üretim- tüketim kooperatifleri kurdu. Köylülere tohumluk buğday, meyve fidanı verdi. Çevrelerindeki köylerin üretimine katkıda bulundu. Öğrenciler atandıkları köylerde okulda öğrendiklerini uyguladılar. Pek çok köyün suyu, elektriği öğretmen öncülüğünde getirilebilmiştir. Köyün yolunu öğretmen yaptırmıştır. Kooperatifçilik köy öğretmenleri aracılığıyla yaygınlaşmıştır. Modern tarım, hayvancılık, arıcılık köylere öğretmen önderliğinde girmiştir. Köylünün sağlık sorunlarıyla öğretmen ilgilenmiştir. Köye gazeteyi, radyoyu öğretmen sokmuştur.

Köy Enstitüleri köy çocuklarına okuma olanağı sağlayan eğitim kurumlarıydı. Yüksek Köy Enstitüsü sayesinde de köy çocuğu yükseköğrenim olanağına kavuşmuştu. Bu kurumların sağlık kollarında 1599 sağlık memuru mezun oldu. Karma ve yatılı olması nedeniyle köylünün kızı ilk kez okula kavuştu. 8765 eğitmen ve 17 bin öğretmen köylerine ışık oldu.

Unutulmaz Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in dediği gibi Köy Enstitüleri bizimdi. Bize özgü eğitim kurumlarıydı. Ne yazık ki ömürleri çok olmadı. Köylünün uyanmasını istemeyenler tarafından kapatıldılar.

Köy Enstitülerinin kapatılma süreci başka bir yazının konusudur.

CENGİZ ÖKSÜZ

Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği İstanbul Şubesi Başkanı, Türkçe Öğretmeni

 

 

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları