24 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- ”BİZİM KÖY”: SAMANIN İÇİNE SAKLANAN PARAYI DANA YERSE…

Ana Sayfa » GÜNCEL » CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- ”BİZİM KÖY”: SAMANIN İÇİNE SAKLANAN PARAYI DANA YERSE…

Eklenme : 02.04.2022 - 13:46

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- ”BİZİM KÖY”: SAMANIN İÇİNE SAKLANAN PARAYI DANA YERSE…

 

Bizim edebiyatımıza köy ve köylü sorunları, Nabizade Nazım’ın uzun öyküsü Karabibik’i saymazsak Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1932 yılında basılan Yaban romanıyla girmiştir.

Yaban, Çanakkale Savaşları sırasında bir kolunu yitirmiş, İstanbullu bir subayın- Ahmet Celal’in- kesik kolla İstanbul’a gitmekten utandığı ve de İstanbul işgal altında olduğu için, Eskişehir’in Mihallıççık ilçesine bağlı bir köylü olan emir eri Mehmet Ali’nin köyüne gelmesiyle başlar. İstanbullu subaya köylüler dışarıdan gelme anlamında Yaban derler. Doğrusu da budur. İstanbullu subay ile köylüler aynı ülkede aynı zaman diliminde yaşadıkları halde başka dünyaların insanlarıdır. Köy Porsuk Çayı yakınındadır, ancak köylülerin yaşamı çok ilkeldir. Kurtuluş Savaşı’nın yapıldığı yıllarda yaşanan olayda adı geçen köy, Ortaçağı yaşamaktadır.

Yaban yayımlandığında büyük yankısı olur. Yakup Kadri Bey köylülerimize haksızlık etmiştir, bizi dünyaya karşı küçük düşürmüştür, diyenler olur. Yakup Kadri Bey’in romanı gerçekle ilgisi yok, denmiştir.

Yaban bir özeleştiri romanıdır. İstanbul aydını Ahmet Celal, Osmanlı aydınını ( münevverini) eleştirmektedir. Ülkenin aydını başkent İstanbul’dan çıkmadığı için kendi ülkesinin insanına yabancılaşmıştır. Aydın, kendi ülkesinde yaşananlardan habersizdir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve 1940’larda da köyü kıyısından köşesinden anlatan öyküler, romanlar yazıldı; ancak 1950’de, Köy Enstitüsü mezunu genç bir köy öğretmeni olan Mahmut Makal’ın yazdığı “Bizim Köy”, Türkiye’de kıyameti kopardı. Mahmut Makal gözaltına alındı, tutuklandı; hakkında soruşturma açıldı.

“ Bizim Köy”e dek köyü yazanlar, kentliydi. İlk kez köy içeriden, bir köylü tarafından yazılıyordu. Nesnel gerçeklik en yalın biçimde gözler önüne seriliyordu. “Yaban”da anlatılanları kabul etmeyen seçkinlerin, sözde aydınların, kentli ileri gelenlerin, “Bizim Köy”de anlatılanları kabullenmeleri beklenemezdi. Üstelik “Yaban”da anlatılan köy, gerilerde kalmıştı. Mahmut Makal’ın öğretmenlik yaptığı köy, Aksaray iline bağlıydı ve tarih 1949, 1950 idi. Aradan neredeyse 30 yıl geçtiği halde köyde değişen bir şey yoktu.

Mahmut Makal Aksaray’ın Demirci köyündendir. İvriz Köy Enstitüsü’nden mezun olunca aynı ilin başka bir köyüne öğretmen olarak atanır. Makal, günlük notlar tutar. Bu notların bir bölümü kendi köyünde yaşadıklarını ve tanıklıklarını, bir bölümü ise öğretmenlik yaptığı köyde gördüklerini kapsamaktadır. Mahmut Makal, yazdığı günceleri ya da notları Cumhuriyet gazetesine gönderir. Bu yazılar gazetede yayımlanır ve hemen basında eleştiriler başlar. Mahmut Makal’ın  eleştirilerden  haberi yoktur; çünkü çok kar yağdığı için çalıştığı köy ulaşıma kapalıdır. Onu tutuklamak için köye gönderilen görevliler de oraya varamamıştır.

“ Bizim Köy”,  köy gerçeğini yönetenlerin ve kentli seçkinlerin gözünün içine soktu. Çok geçmedi, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu, Osman Şahin gibi Köy Enstitülü yazarlar köyü, köylüyü edebiyata soktular. Köy ve köylü sorunları sonraki yıllarda sinemaya, tiyatroya da girdi.

“Bizim Köy” Varlık Yayınları tarafından basıldı, Bugüne değin çok baskı yaptı. İlk köy romanı olmamasına karşın, köy gerçeğini içeriden yalın bir dille anlatan ilk kitap olma özelliğini kazandı.

 

“Sabana eşek koşanlar”

“Bizim köyde para topraktan çıkarılır, topraklarımız ise adama kolay kolay para vermez. Yoksuluz o yüzden. Bölüne bölüne payına düşen on- yirmi dönüm tarlayı nasıl olsa ekeceksin. Geçim yuların ona bağlıdır. Onu işlemek için ‘çift’e ihtiyacın var. Pulluğu alamazsın ya, iyi kötü kara sabanı elde ettin. Koşmak için öküz ister. Öküzü de beri benzeri herkes alamaz. Bir çift öküz en aşağı 600 lira. 600 lira kaç yüz taşın altında, orasını bilmem.

O sebepten çiftçilerden çoğu, her işte kullandığı eşeğini, öküz alamayınca çifte koşar. Bazısı da öküzle eşeği yan yana koşar. Bu işe öküz de eşek de şaşar.

Harman zamanı da düveni aynı şekilde sürerler…”

“(…) Avarın kol denilen küçük çayırlıkta “ Kötü bunar”ın ( Kötü Pınar) yanındayız bugün. Etrafımızda yedi sekiz kadar çiftçi var. Çiftçilerin kiminde inek, kiminde eşek koşulu. Bir tanesi de çapayla ekiyor tohumu ( Hüseyin Ağa’nın Ali).

En yakınımızda Koca İsa’nın çifti var. Boyunduruğun bir yanına inek, bir yanına eşek koşulu. Çifti İsa kendisi sürüyor. Bacısı da onun sürdüğü yeri tapanlıyor. Tapanın arkasına bir taş koymuş, çekiyor ön taraftan. Ayakları çıplak, baldırları görünüyor dimiden. İşliğin kolları tillim tillim …Yüzü bütün kavrulmuş, derisi dökülüyor.

Çocukların anlattığına göre bu on sekiz yaşındaki kıza, İsa yalınayak diken çiğnetmiş, kız bir hayli çekmiş. Şimdi iyi olmuş. ‘ Gayrı taş gibidir, çarık filan istemez, o diken çiğnemek pekiştirdi ayağını’ diyorlar. Yüzünden akan ter sapsarı…Gözü terden açılmıyor. Çocukların dediği gibi ayakları demir gibi. Kesekmiş, taşmış, dikenmiş vız geliyor ona. Omzu sökülüyor zavallının tapan çekeceğim diye…”

(…) İsa, ‘ Kötü bunar’a geldi su içmeye. Konuştuk biraz.

—– Her gün mü böylesiniz, canım?

—– Her gün, Mamıdefendi.

—— Ne kadar yer sürebilirsiniz günde?

—– Bazı on, bazı on beş adım.

( Kaplumbağadan hızlı olmasa gerek)

——  İnek niye yürümedi?

—–  Dayanamıyor.

– —-   Eşek?

—-  O iyi dayanıyor. Diraatli. Bizi bile yoruyor.

—– Sizi mi?

—–Ha, bazı bazı…”

 

“Ayaklar”

“ Bizim köyde ayağına kundura giyen kadınlar yüzde beşi geçmez. Gerisi hep yalınayak. Kışın bile karda, çamurda suya böyle giderler.

Kızlar hep yalınayaktır ama başlarında taşıyamayacakları kadar ağır fesler, yemeniler, püsküller, pullar, incik boncuklar doludur.

Bu ayaklar, yazın da ekin tarlasına çift sürmeye giden, çatlayıp taş kesilen ayaklardır. Kirden gözükmezler.”

 

“Kadınlar”

“Kadınların mahrem yeri ağzıdır. Kadının ağzı başına örttüğü yemeninin ucuyla sarılıyor. Açsa açsa yemek yerken açabiliyor. Onu da erkekle yemez. Bir ailenin erkekleri ayrı, kadınları ayrı yerler yemeği. Bundan başka sesi de mahremdir kadının. Rasgele herkesle konuşamaz kadın. Hele bir genç kız veya gelin, kendisinden büyük erkeğe, kadına, bilhassa akrabaya el ve baş işareti ile dahi meram anlatamaz. Yüzüne bakamaz. “

“ Kara Niyazi, düğün evinin önündeki kalabalığın içinde karısını ağzı açık görünce hemen eve koşup bir balta sapı getiriyor. Kadın, farkında olmadan açılan ağzını o gelinceye kadar kapattığı halde kadını kötürüm etti çıktı elalemin içinde. İşin yoksa dert et kendine bu zulümleri!

—- Ayıp değil mi? Dedim.

—- Ne ayıbı, yavu, baa mı ayıp, ona mı? Eksiğise eksikliğini bilsin.”

 

 

” Ölümler, doğumlar”

“ 135 evli 708 nüfuslu N…..köyünün 97 evinde dört yılda doğan 163 çocuktan 67’si ölmüş, 95’i sağ kalmıştır. Yine bu müddet içinde ölen yaşlılar da 40’ı bulduğundan 163 doğuma karşılık köyde 107 ölüm olmuş, dolayısıyla köy nüfusu dört yılda 56 kişi artmıştır.

Dört yıllık bu devre içinde doğan çocuklarda ölüm oranı D….köyünde % 36, N….köyünde % 41’dir.”

 

“Paranın yeri”

“ Bazı ahırların kapısı ayrı ise de pek çoğu evin içindedir. Malı selamette mi, gelir keyfi köylünün. Kokusu biraz fazlaca olsa da aldırmaz gayri.

Fethi’nin oğlu yapı gündeliğinden 45 lira kazanmış. Bu kağıt paraları her zamanki emin yere saklamış: Ahırın duvarındaki deliğe.

Çinliler gibi yapıp üstünü sıvasaydı herhalde bir şey olmazdı. Ama buzağı nasıl etmiş, delikten çekmiş çıkarmış paraları. Gevelerken görüp ağzından almışlar ama çok geç. Gitmiş paralar elden.

Bu hikaye bizim çocukları hatırlattı. Geçende soruyordum çocuğa:

—– Çocuğum, kaç gündür bir kalem alamadın, dedim.

—– Öğretmenim, babam yabana gitti; anam da paranın yerini bilmiyor. Dün akşam ahırı aradık bulamadık.”

…………………….

(….) Hani parasını danaya yediren kadıncağızı anlatmıştım ya. Ona da duyurmuşlar bunu. Eve baskın verdi: ‘ Benim para, benim dana…’ diye öfkeyle çıkışmasının fayda vermeyeceğini anlayınca başladı yalvarmaya:

—– Kurban olan Mamıdım. Acep hökümetten bir ziyanlık olur mu ki? Parayı yidirdi diye mapus ne yatırmazlar mı ki bizi? Gırba’nın oğlu Mırtaza ‘ Mapus olun’ diyor bana….E e? Ne olurs öyle guzucazım: Sana yımırta pişiririm, gızımı da veririm valla! Senden eyisine mi verecen. Sen beni gurtar!”

 

“ Bizim Köy” de anlatılanlar alıntıladıklarımla sınırlı değil. Geçim sorunları başta olmak üzere sağlık sorunları, yıllarca yerleşmiş yanlış adet ve gelenekler, inanışlar, susuzluk, temizlik sorunları yerel ağızla anlatılmış.

“ Bizim Köy” bugün de zevkle okunabilir hatta tiyatroya aktarılabilir.

Bugünü iyi değerlendirebilmek için de Köy Enstitülü yazarlar yeniden okunmalı.

 

Cengiz Öksüz

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği İstanbul Şubesi Başkanı

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları