28 Mart 2024 - Hoş geldiniz

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- DİL DEVRİMİ VE KÖY ENSTİTÜLÜ YAZARLAR

Ana Sayfa » GÜNCEL » CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- DİL DEVRİMİ VE KÖY ENSTİTÜLÜ YAZARLAR

Eklenme : 16.09.2021 - 12:35

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- DİL DEVRİMİ VE KÖY ENSTİTÜLÜ YAZARLAR

 

 

İlk Türk Dil Kurultayı 26 Eylül- 5 Ekim 1932’de toplandığı için her yıl 26 Eylül’ü Dil Bayramı olarak kutluyoruz. 917 kişinin katılımıyla düzenlenen bu kurultaya yazarlar, memurlar, akademisyenler, öğretmenler, saz şairleri, “yeldirmeli köylü kadınları” katılıyor. Halit Fahri Ozansoy’un önerisiyle de 26 Eylül’ün Dil Bayramı olarak kutlanması bu kurultayda kabul ediliyor.

Cumhuriyet Devrimleri içinde Yazı Devrimi ile Dil Devrimi’nin özel bir yeri vardır. Bu iki devrim ulusal kimliğimizin ve birliğimizin temelini oluşturmaktadır. Bilindiği gibi Selçuklulardan başlayan Farsça, Arapça hayranlığı Osmanlıların yükselme döneminde neredeyse Türkçeyi unutturacak duruma gelmiştir. Öyle ki Osmanlıca adı verilen yapay dil devlet yaşamında ve edebiyatta etkin olmuş, Türkçe halkın konuştuğu bir dil olarak kalmıştı. Müslümanlığın kabulünden sonra yazı dili olarak Arap alfabesinin kullanılması da Türkçenin bu duruma düşmesinde etkendir.

1928’de Atatürk’ün önderliğinde Yazı Devrimi çok kısa bir süre içinde gerçekleştirilmiş, yurt çapında okuma yazma seferberliği başlatılmış ve  “Millet Mektepleri” sayesinde kısa bir süre içinde bir milyonu aşkın insan yeni yazıyla okuma yazma öğrenmişti. 1928’in Ekim ayında ders kitapları yeni “abc” ile basılmıştı ve 1929’un Ocak ayından itibaren devlet yazışmaları yeni “abc” ile yapılmaya başlanmıştı. Bu arada hemen belirtelim: Mustafa Necati’nin Bakanlığı döneminde bir Dil Heyeti oluşturulmuştu. 1928’den sonra Dil Heyeti’ne 10 yeni üye daha alındı. Dil Heyeti’ne, Bir okul sözlüğü ve Yazım Kılavuzu hazırlanması, Dilbilgisi kurallarının saptanması ve sözlük çalışmalarında esas olmak üzere 2 ciltlik Larouse’un saf Türkçe olarak çevrilmesi görevleri de verilmişti.

Atatürk Yazı Devrimi’nden sonra Türk Tarihi ile ilgili çalışmalarını yoğunlaştırdı. Osmanlı Devleti zamanında Tarih okullarda ya okutulmazdı ya da İslam ve Osmanlı Tarihi olarak okutulurdu. Türklerin tarihi İslam’ı kabul edişleriyle başlatılırdı. Türklerin İslamlıktan önce de bir tarihleri olduğu bilinmezdi. 1931 yılına gelindiğinde Atatürk o günkü adıyla Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni kurarak bu alandaki çalışmalara yön verdi. Ülkenin önemli tarihçileri bu derneğe üye edildi. Türk tarihi ile ilgilenen, araştırma yapan yabancı tarihçiler ülkemize davet edildi, Tarih Kongresi toplandı. Orta Okullarda ve Liselerde okutulmak üzere dört ciltlik Tarih kitabı yazıldı. Böylece Türklerin İslamlıktan çok önceye dayanan bir tarihleri olduğu gerçeği ortaya çıktı.

Yazı ve Tarih alanında yapılanlardan sonra sıra dile gelmişti. Çünkü yazı dilinde kullanılan sözcüklerin ancak yüzde otuz kadarı Türkçeydi. Kültür dilini halk anlamıyordu. Halk yüzyıllarca kendi diliyle-Türkçe- konuşmuş ve söylemişti. Osmanlıca adı verilen yapma dil bir ulusun dili değil, bir azınlığın diliydi. Bu durum aydın ile halk arasında kopukluğa yol açıyordu, ulusal bir kültür yaratılmasını da engelliyordu.

Atatürk, Tarih çalışmaları yoluna girdiğinde, artık dil konusunda da bir şeyler yapmanın zamanı geldi diyerek dil çalışmalarını başlattı.  12 Temmuz 1932 tarihinde “Türk Dili Tetkik Cemiyeti “ gene Atatürk’ün önderliğinde kuruldu. Çanakkale Milletvekili Samih Rıfat Başkanlığa, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref (Ünaydın) ise yazmanlığa getirildi. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin üye sayısı sınırlı tutulmuşken, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin üye sayısına bir sınırlama getirilmedi. Bu derneğe İsteyen herkes üye kabul edildi. Milli Eğitim Bakanları da Derneğin Onursal Başkanı olacak, diye karar alındı. 1951 yılına dek Milli Eğitim Bakanları, daha sonra adı Türk Dil Kurumu olan derneğin Onursal Başkanları oldular. Demokrat Parti’nin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri – Köy Enstitülerini kapatan- Onursal Başkanlığı kabul etmedi.

İlk Dil Kurultayı’nda 19 maddeden oluşan tüzük kabul edildi ve şu çalışma kolları oluşturuldu: Derleme ve Tarama Kolu, Dilbilgisi ve Dilbilim Kolu, Sözlük Kolu, Terim Kolu, Yayın ve Tanıtma Kolu. Bu yazının konusu Derleme ve Tarama Kolu’nun, özellikle de Derleme Kolu’nun çalışmaları olacağından, Köy Enstitülü yazarların, ozanların “Derleme Kolu’na” katkılarından söz edeceğiz.

 

Tarama Sözlüğü

Önce Tarama Kolu’nun çalışmalarına kısaca değinelim. Bilindiği gibi Türkçenin ilk yazılı kaynakları 8. yüzyıla dek gidiyor. Orhun Anıtları şimdilik bizim için en eski yazılı kaynak. Orhun Anıtlarında yazılan, katıksız bir Türkçe. Böyle olması doğal, çünkü Türkler o tarihte daha çok Çinlilerle ilişki içinde, henüz İslam dini ile karşılaşmadıklarından dillerinde Farsça, Arapça sözcük de yok. 11. Yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı “Divanü Lügat-it Türk”ten anlıyoruz ki, Türkler 9 ve 10. Yüzyıllarda İslam ile tanıştıktan sonra dillerine önce Farsça, daha sonra da Arapça sözcükler almışlar. Kaşgarlı Mahmut bu ansiklopedik sözlüğü Türkçenin üstün bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla Arapça yazmış. “Arı”, “arıtmak”, “yanıt”, “tanıtmak”, “üçgil” (üçgen) sözcükleri Divanü Lügat-it Türk’ten alınmıştır. 11. Yüzyılda yazılan Kutatgu Bilig ve Atabetül Hakayık gibi yazılı kaynakları incelediğimizde de Türkçeye Arapça ve Farsçadan sözcük girmeye başladığını görüyoruz. Ali Şir Nevai 15. Yüzyılda Karşılaştırmalı Sözlüğü, Muhakemetül Lügateyn’i yazdı. Ali Şir Nevai bu sözlüğü Türkçenin Farsçaya üstünlüğünü kanıtlamak amacıyla yazmıştır; çünkü bu yüzyılda Türklerde Farsça konuşma modası başlamıştı.

  1. yüzyılda yaşayan Aşık Paşa bu duruma isyan ediyor.

“Türk diline kimse bakmaz idi/ Türklere hergiz gönül akmaz idi/ Türk dahi bilmez idi bu dilleri/İnce yollu ol ulu menzilleri”

Tarama Kolu, adını andığımız bu yapıtları ve diğerlerini tarayarak bulduğu Türkçe sözcükleri Tarama Dergisi’nde yayımlamaya başladı. Böylece 8 ciltlik bir Tarama Sözlüğü ortaya çıktı.

Tarama Kolu Halk edebiyatımızın güçlü ozanlarının günümüze gelen şiirlerini, halkın dilindeki ninnileri, manileri, koşukları, destanları, deyimleri ve atasözlerini de taradı. Böylece yüzyıllarca kültür dilinde işlenmemiş halkın verimleri de günışığına çıktı ve kültür diline yerleşti. Tanık, konuk, yitik, nesne, ağmak, aklanmak, arı, ayrıksı, bağlama, başkan, değin, denli, esen, evren, giysi, görmek, devinmek, il, ivmek, kaytarmak, kez, köken, nicelik, nitelik, sanı, tartışmak, yanıt, yargı, yeğ, yöre gibi binlerce sözcük böyle kazanıldı. Dil Devrimi’ne ve dilde özleşmeye karşı çıkanlar yıllarca bu sözcüklere uydurma dediler. Halk Ozanlarımız onları yalanlıyor.

“ Ben gelmedim daviiçün/ Benim işim sevüiçün/ Gönüller dost evi içün/ Gönüller yapmağa geldim”

“Bu ile garip geldim/ Ben bu ilden bezerim/ Bu tutsaklık tuzağın/ Demi geldi üzerim”

Yunus Emre 13.yüzyıl

“Söz ola kese savaşı/ Söz ola kestire başı/ Söz ola ağulu aşı/ Bal ile yağ ede bir söz” Yunus Emre

“ İşbu söze Hak tanıktır/ Bu can gövdeye konuktur/ Bir gün ola çıka gide/ Kafesten kuş uçmuş gibi” Yunus Emre

“ Ağacınız yapraklarla donanır/ Taşlarınız bir birliğe inanır/ Hep çiçekler bağrınızda gönenir/ Pınarınız çağlar akışır dağlar”

“ Karac’oğlan size bakar sevinir/ Sevinirken kalbi yanar göğünür/ Kımıldanır hep dertlerim devinir/ Yas ile sevincim yılışır dağlar”  ( Karacaoğlan, 17. Yüzyıl)

 

Derleme Sözlüğü

Türkçenin söz varlığını ortaya çıkarabilmek için halk kaynağına gidildi. Bu konuda herkes görevlendirildi. En başta öğretmenler, devlet memurları, halk ozanları… yörelerindeki yerel ağızlarda kullanılan sözcükleri Türk Dil Kurumu’na göndermeye başladılar. Öyle ki bir buçuk yıl içinde Ankara’ya ulaşan derleme fişi sayısı 130 bini bulmuştu. Derleme Sözlüğü 12 ciltte tamamlandı. Bu yolla tam sekiz bin sözcük yazı diline sokuldu. Abartma, alan, araç, asalak, aylak, çaba, çaput, çepel, çor, denetlemek, deprenmek, doruk, eksen, güleç, güney, kuzey, işkil, kavşak, kınamak, kıvanç, kuşku, onarmak, ödül, sapak, sıvı, uyarmak, ürün, yankı, yitirmek, yoğun, yozlaşmak….sözcüklerini derleme yoluyla kazandık.

Atatürk Tarih Kurumu’nu sınırlı sayıda üye ile kurarken, Dil Kurumu’nu halka açmıştı. O, halkın dilindeki Türkçenin varlığını ve zenginliğini biliyordu; onun için dil çalışmalarına halkı da katmıştır. Dil çalışmalarına halkı katmanın ne denli doğru bir karar olduğu sonraki yıllarda kanıtlanmıştır.

Atatürk kendisi de özleştirme çalışmalarına katılmıştır. Arıtmak, er, erdem, esenlik, evrensel, genel, ısı, kıvanç, kutsal, önemli, özel, subay, tüm sözcüklerini Atatürk bulmuştur.

Atatürk’ün tanıdıklarına, arkadaşlarına verdiği soyadları: Gökçen, Tanrıöver, Özalp, Dirik, Ursavaş, Eriş, Korutürk, Atalay…

 

Geometri Kitabı

Bilindiği gibi bugün kullandığımız Aritmetik ve Geometri terimlerini de Atatürk bulmuştur. Okullarda HENDESE adıyla okutulan ders kitabındaki terimleri Türkçeleştirmiştir.

Açı, artı, eksi, bölen, kalan, bölünen, dik açı, iç ters açı, yükseklik, dörtgen, çarpım, köşegen, eşkenar üçgen, kare, dikdörtgen….

Bugün kullandığımız Geometri terimleriyle eski terimler arasında karşılaştırma yapılabilmesi için üçgenin alan formülüne bakalım:

“ Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi kaidesiyle irtifaının hasıl-ı zarbının nısfına müsavidir.”

Bir üçgenin alanı, tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir.

Yakınlarda yitirdiğimiz Halkbilimci İlhan Başgöz “ Gemerek Nire Bloomington Nire” adıyla yayımladığı anılarında Sivas’ta lisede okurken Atatürk’ün Geometri dersini dinlemeye geldiğini ve o derste yaşananları anlatıyor. Meraklısına öneririm.

 

Köy Enstitülü Yazar ve Ozanların Özleşmeye Katkıları

Köy Enstitülü yazar ve ozanlar özleştirme çalışmalarına 1950’li 1960’lı yıllarda katılmaya başladılar. Bilindiği gibi ilk yapıt Mahmut Makal’ın ’Bizim Köy’ idi. Bizim Köy yalnız konusu yönünden değil, dilinin yalınlığı, biçemi( üslubu) yönünden da okuyanları etkiledi. Köyün dili ve konuşma biçimi yazıya geçmişti. Köy yaşamı daha önce de bir iki romanda anlatılmıştı; ancak onların yazarları kentliydi. Köy ilk kez içeriden biri tarafından yazıyordu. Bizim Köy’de kısa cümlelerle, karşılıklı konuşmalarla, yalın, bir anlatımla köylü dile gelmişti.

Yazar, eleştirmen, ozan, denemeci Cevdet Kudret Solok Köy Enstitülü yazarlar için bakın ne diyor:

“ …..Mahmut Makal‘Bizim Köy’ü yazdığı zaman henüz 18 yaşında idi. Bugün yeni edebiyatımızın en parlak adları, Fakir Baykurt’lar, Talip Apaydın’lar, Başaran’lar, Selahattin Şimşek’ler, hep Köy Enstitülerinde okuyup yetişmiştir. Bunlar, edebiyatımızı, yalnız işledikleri tema bakımından değil, getirdikleri yeni anlatım, yeni dil çeşnisiyle de zenginleştirmişlerdir. Diyelim ki bunlar edebiyatı uğraş edinmişler, kendi kendilerini yetiştirmişlerdir. Ya hiç tanımadıklarımıza ne diyeceksiniz? Bakıyorsunuz, günün birinde adını sanını duymadığınız bir genç, bir gazeteye, bir dergiye herhangi bir konuda bir yazı gönderiyor. Düşünce düzenine, görüş yeteneğine, anlatış ustalığına hayran kalıyorsunuz.” ( Benim Oğlum Bina Okur, s.109)

Mahmut Makal’ı Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Nebi Dadaloğlu, Ümit Kaftancıoğlu, Osman Şahin ve diğerleri izledi.

Köy Enstitülüler halkın dilini edebiyata taşıdılar. Bu dil edebiyattan tiyatroya, sinemaya aktarıldı. Sözlüklere girdi. Yüzyıllardır yerel ağızlarda kalmış, kültür diline geçmemiş Türkçe sözcükler bu yolla dile kazandırıldı.

Önce, Türkçeye tüm yaşamını adamış bir Köy Enstitülüden Emin Özdemir’den söz etmek istiyorum. Emin Özdemir Pamukpınar Köy Enstitüsü mezunu, daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Türkçe Bölümü’nü bitiriyor. ABD’ye gidiyor, dönüşünde Hacettepe Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor. Erdemin Başı Dil, Eleştirel Okuma, Konuşma Sanatı, Sözcüklerin Vicdanı, Anadilin Toprağında, Türk ve Dünya Edebiyatında Dönemler Yönelimler, Yazınsal Türler, Türkçe Öğretim Kılavuzu gibi kitapları var. Şöyle diyebiliriz: Emin Özdemir hepimizin öğretmeni olmuştur. Özellikle biz Türkçe öğretmenleri ondan dilimizle ilgili çok şey öğrendik.

 

Emin Özdemir’in Dil Konusundaki Görüşleri:

“ Dil, bir ulusun benliğini biçimlendirir. Duygu, düşünce yaşamına yön verir. Bir toplumu değiştirmek, ona yeni bir yaşama düzeni getirmek, geniş ölçüde o toplumun diline bağlıdır.” ( Erdemin Başı Dil, s. 65)

“ Dil, bir insan topluluğunu gelişigüzel bir topluluk olmak durumundan çıkarır, ulus olma katına eriştirir.

Dil, değişir, gelişir.”

“ Düşünce değişikliği de geniş ölçüde dildeki değişmeye bağlıdır. Dil, düşüncenin, düşünce dilin ürünüdür.”

“ Ülkü ve kültür birliği bağımsız bir dille oluşur. Dillerini yitiren uluslar bilinçlerini de yitirirler.”

“ Ulusal Bağımsızlık ancak dil bağımsızlığıyla korunabilir.”( Erdemin Başı Dil)

 

Emin Özdemir çok üretken bir yazardı, yaşamının son günlerine dek yazdı. Yazdıklarıyla yalnız öğretmenleri değil, tüm toplumu bilgilendirdi. 1960’lı yıllarda yaptığı radyo konuşmalarını her kesimden insan zevkle dinledi. Bu konuşmaları daha sonra “ Erdemin Başı Dil” adıyla kitaplaştırıldı.

Emin Özdemir seçenek, sözel, sayısal, sınav, bilinç, basınç, kıvanç, inanç, ilginç, övünç, emekli, katsayı, ödenek, kesenek sözcüklerini türetmiştir. Bu sözcükler hemen tuttu, onları kullanıyoruz. Dil konusunda Emin Özdemir yeri doldurulamayacak bir emekçiydi. Kitaplarıyla yaşıyor.

Köy Enstitülü ozanlar ve yazarlar kendi yörelerindeki sözcükleri, deyimleri ve atasözleri, ninnileri, bilmeceleri, ikilemeleri, lakapları, halk anlatılarını öykülerinde ve romanlarında kullandılar. Eleştirmen Cevdet Kudret Solok’un da vurguladığı gibi dil konusunda edebiyatımıza yeni bir çeşni kattılar.

Alper Akçam’ın “Anadolu Rönesansı” kitabından konumuzla ilgili bir bölüm aktarmak istiyorum. “… Yelatan’da, çeşitli halkbilim çalışmalarıyla tanıdığımız Ümit Kaftancıoğlu bir ‘ özdeyiş dili’ kurmuştur. Her sayfada, her paragrafta ayrı bir özdeyiş yerleşmiştir.(….) ‘ Köprüden o yanı ki, aleme neyse halama da o.’ ‘ Kara inek karlık günü buğdaya gelirmiş.’ ‘ Keçi dağda, kıl haralda.’ ‘ Haso dışarı çıkmıyor, kurt içeri girmiyor.’ Düşen çama baltayla koşanlardan oldun.! ‘ dere tenha, tilki bey.’ ‘ Kırat kazığı çıkarır, kendi kıçına değer.’ ‘ Okunu alıp da yayını saklama.’ ( Bu özdeyiş Dursun Akçam’ın yapıtlarında da sık kullanılır.) ‘ Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer.’ ‘ Don ıslatmadan balık tutuyor.”

Köy Enstitülüler arılaşma, özleşme çalışmalarına katıldılar. Dilimizin yabancı sözcüklerin egemenliğinden kurtulması için ellerinden gelen çabayı gösterdiler. Onlar Dil Devrimi’ne yürekten bağlıydı. Doğup büyüdükleri yörenin sözcüklerini öykü ve romanlarında kullandılar. Fakir Baykurt Ege’yi, Talip Apaydın İç Anadolu’yu, Mehmet Başaran Trakya’yı ve Marmara’yı, Ümit Kaftancıoğlu ve Dursun Akçam Kars’ı, Kuzeydoğu Anadolu’yu, Osman Şahin Güneydoğu’yu ve Akdeniz’i yazdı.

Fakir Baykurt yoksul sözcüğünün karşılığı olarak varsıl sözcüğünü türetti. Hoparlör yerine sesbüyütüm, randevu almak yerine buluşum almak, lokanta yerine doyumevi, disiplin yerine sıkıdüzen diyordu.

“ Yalbırdayan taze çimenler” Mehmet Başaran

“ Kimliğim mi Türkiye dedim / Doğumum mu 17 Nisan/ Sorun beni Bedreddin’den Yunus’tan/ Karacaoğlan emmimdir/ Dedem Pir Sultan/ Yolum Tonguç yolu” Mehmet Başaran

“ İvedin ne? diye kekeledi anam. Gene de belli belirsiz bir direnç var sesinde. Direncini nasıl göstereceğini bilmiyor. Babamın güçlü öfkesi karşısında şaşırmış. ‘ Görüyor musun, ocakta gömbe var! Sabret!”   (Fakir Baykurt,  Özüm Çocuktur, s. 78)

“Boş eşekle avluya girdim.

Oooo! Bizim oduncu geldi!

Her kafadan bir ses çıkıyor:

Oooo ne çıralı odun bunlar!

İyi bazlama pişer bunlarla!

Ana! En iyisi kumpirli yap sen bunlarla kıumpirli!

Külleriyle giysi yıka ana!”

( Fakir Baykurt, Özüm Çocuktur,s100)

Dil Devrimi yazı Devrimi gibi tutmuş, yerleşmiş bir devrimdir. Artık buradan geriye dönüş olanaksızdır. 12 Eylül faşist yönetimi 1983 yılında Kurumun özerk yapısını değiştirdi. 1983’ten bu yana Türk Dil Kurumu Başbakanlığa bağlı bir dernek. 1932’den 1983’e dek tüm kollarıyla çok verimli çalışmalar yürüten Türk Dil Kurumu 1983’ten bugüne dişe dokunur hiçbir çalışma yapmadığı gibi, özellikle yazım konusunda yapılanları da bozdu. Bugün bileşik sözcüklerin yazımı konusu başta olmak üzere birçok sorun çözüm bekliyor.

1930’lu yıllarda dilimizdeki Türkçe sözcük oranı %30-35’lerdeyken bugün bu oran % 80-85’lere çıkmıştır. Bilimsel ve teknolojik devrimlerle yeni yeni terimlerle karşılaşıyoruz. Gelişmiş ülkeler bu terimlerin kendi dillerindeki karşılıklarını bulup kullanıyorlar. Bizde Dil Kurumu çalışmadığından yabancı dillerin terimleri dilimize harıl harıl giriyor. Zamanında yazılım, bilişim, bilgisayar sözcükleri Türkçeleştirilmeseydi,  bu sözcüklerin yabancı dilden karşılıklarını kullanacaktık. Dilimiz türetmeye uygun bir dildir, yeter ki üstünde özgürce çalışılsın, Türkçeleştiremeyecek terim yoktur.

Yazıyı Bedia Akarsu’dan bir alıntıyla bitirelim.

“  Düşünceyi kavramlarla ve o kavramların yerini tutan sözcüklerle yaparız.

Sözcükler ne denli açık ve kullanışlı olursa anlama yetisi de o denli iyi işleyebilir; anlatma yeteneği de anlama yeteneğinin iyi işlemesine bağlıdır. Açık düşünebilen insan, düşüncesini de açık anlatabilir.

AKIL DİLDİR; DİL OLMASAYDI AKIL DA OLMAZDI”  ( Atatürk Devrimleri ve Temelleri, s.213)

26 Eylül Dil Bayramı Kutlu olsun!..

 

Cengiz Öksüz

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği İstanbul Şubesi Başkanı

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları