25 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- EĞİTİMDE YARATICILIĞIN ADI: İSMAİL HAKKI TONGUÇ

Ana Sayfa » EĞİTİM » CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- EĞİTİMDE YARATICILIĞIN ADI: İSMAİL HAKKI TONGUÇ

Eklenme : 23.06.2021 - 8:52

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- EĞİTİMDE YARATICILIĞIN ADI: İSMAİL HAKKI TONGUÇ

 

Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç, bugün sınırlarımız dışında bulunan Silistre’ye 30km uzaklıktaki Tatar Atmaca köyünde 1893 yılında dünyaya gelir. Tatar Atmaca ( Sokol) günümüzde Bulgaristan sınırları içinde ve Bulgaristan’ın kuzeydoğusundaki Güney Dobruca’dadır.

Rusların 1783’te Kırım’ı ele geçirmesinden sonra Dobruca Kırım’dan çok göç alıyor. İsmail Hakkı Tonguç’un dedeleri de bu tarihlerde Güney Dobruca’ya yerleşiyor ( Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi, 11). Yıldırım Bayezıt zamanında Osmanlı yönetimine giren bölge, 1878’de özerk Bulgar Prensliğinin toprakları arasında kalıyor. Daha sonraki tarihlerde Romanya ile Bulgaristan arasında birkaç kez el değiştiriyor.

Dobruca Bölgesi’nde yaşayan Türkler 1930’lu yıllarda Türkiye’ye göç ediyorlar. Bugün birkaç aile dışında bu bölgede Türk nüfusu kalmıyor.

“ Kırımlı Veli Efendi’nin oğlu İdris, eskiden beri Dobruca’da yaşayan ‘Yerli Türklerden’ Vesile ile evlenmişti. İsmail ilk çocuklarıydı. Ama başkaları da olacaktı: Süleyman, Osman, İbrahim, Beytullah, Selime, Zekeriya, Yahya. Diğer akrabalar, amcalar, halalar, teyzeler, dayılar ve onların çocuklarıyla geniş bir aile idiler. Daha sonra hepsi Türkiye’ye göçeceklerdi. Göçlerden, savaşlardan, yabancı yönetimlerden bunalmış, bıkmışlardı. Yöredeki diğer halkların oluşturduğu mozayiğin ortasında çözülüp erimeden varlıklarını koruma savaşı veren tüm Dobrucalılar gibi onlar da birbirlerine sarılıp kenetlenmişlerdi. Bunun sürdürülebilmesi büyük aile olarak, bir aile büyüğünün yönetimi, yetkesi altında yaşamayı zorunlu kılıyordu. Dobruca’da Tatar geleneği buydu. Aile büyüğü ‘ Kocababa, Kartbaba’ aileyi yönetirdi. Onların ailesinde bu işi Dede Veli Efendi yapıyordu. Onun yokluğunda yönetim, İsmail’in babası İdris’teydi. Bu yaşam şeklinin simgesi, sonradan İsmail’in anlattığına göre aile sofrasıydı. Sofra çevresinde ailenin eksiksiz ve zamanında bulunması, sofra geleneklerine uyulması, yoksul ekmeğinin yakınmasız yenmesi önemliydi. Çocuklar küçük yaştan buna alıştırılırlardı.” ( Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi/ İsmail Hakkı Tonguç, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayını, s.13,14)

“ Aile yoksuldu ama geçimlerini sağlayabilecek kadar toprakları da vardı. Buğday, arpa, mısır ekiyorlar; kavun, karpuz, ayçiçeği ve biraz bağ yetiştiriyorlardı.”(a.g.e)

İsmail, 4 sınıflı ilkokulu köyünde, Rüştiyeyi (ortaokul) Silistre’de kendi köyünden bir arkadaşıyla ev tutarak okur. Silistre’de idadi(lise), Öğretmen okulu yoktur. Rüştiyeden sonra okumak isteyenlerin İstanbul’a gelmesi gerekir. İsmail, İstanbul’a gelip okumak istemektedir ama aile, onun daha fazla okumasına karşıdır. Çünkü evdeki amcalardan biri İstanbul’da medresede okumuş ve köyüne dönmüştür. Bu amcanın elinden köy işi gelmemektedir. Bu yüzden, evli barklı olduğu halde Veli Efendi ona çok kızmakta hatta zaman zaman onu dövmektedir. Medresede okuyan amca okumak isteyen ev halkı  için kötü örnek olduğundan aile onun da okumasına karşıdır. Babası İdris, “ Amcan okudu da ne oldu, bak, işe yaramıyor; okuyup da ne yapacaksın?” demektedir.

İsmail’in okuma hevesini kırmak için babası ona biraz para verir ve yumurta ticareti yapmasını  ister. İsmail bu işi biraz sürdürür ama yumurta fiyatlarının birden düşmesi, elindeki paranın tümünü  yitirmesine yol açar. İsmail,  bollaştığı dönemde yumurtanın ucuzlayacağını hesap edememiştir. “ 1910 yılında Bulgar yönetimi bir genel nüfus sayımı hazırlıklarına girişti. Köydeki her kişi için doldurulması gereken Bulgarca fişleri belirli bir ücret karşılığı doldurmak üzere Bucak Müdürü, İsmail’i ve yine rüştiyeyi bitirmiş bir arkadaşını uygun buldu. Bu işi yaptılar ve biraz para aldılar.” (a.g.e.) Bu, emeğiyle kazandığı ilk paradır, kendine güveni gelir. İnsanların ona karşı davranışlarında değişimler olur. Kahvede yanına gelenlere çay ısmarlamaktadır.

Ana, yıllardır biriktirdiği birkaç altınını oğluna okuması için verir ve 1914 yılının bir ilkbahar sabahında İsmail, İstanbul’a gitmek üzere köyünden ayrılır.

1914 yılının İstanbul’u perişandır. Daha üç ay önce İkinci Balkan Savaşı resmen sona ermiştir. Balkan göçmenleri İstanbul’a sığınmışlardır. İstanbul’un sokaklarında hasta, bitkin, evsiz barksız göçmenlerle doludur. İsmail’in kafasındaki İstanbul’la gördükleri çelişmektedir. Balkanlarda yaşayan Türklerin hayalindeki İstanbul büyülü bir yerdir. Daracık, çamurlu sokaklar, bakımsız evler, yoksul giyimli insanlar İsmail’i hayal kırıklığına uğratır.

Bir otele yerleşir ve okul bulma konusunda bilgi almak için hemşerilerinin okuduğu medreseyi bulur. Medrese öğrencileri dışarıda neler olup bittiğinden habersiz bir yaşam sürmektedirler. Medrese duvarlarının içinde bol bol pilav pişirip yemekte ve yatmaktadırlar. Onlardan sağlıklı bilgi alamayacağını anlayınca, aklına, babasının adresini verdiği avukat gelir. Avukatı bulur. Avukat iki mecidiye alarak onu birkaç okula götürür. Kendisinin beklemesini söyleyerek yöneticilerle görüşür. Aday olarak kaydedildiğini, okul açılıncaya dek beklemesini söyler. Artık rahatlamıştır. Kahvelerde, camilerde, sokaklarda zaman geçirir. Çevreyi inceler. Arada avukatın yanına gider, avukat ondan türlü gerekçelerle para almayı sürdürür.

Okulların açıldığını öğrendiği gün, avukatın yanına gider fakat onu göremez, sözde askere gitmiştir. Okula gider ama adını listede göremez. Dolandırıldığını anlar. “ Şaşkın ve perişan bir durumda otele döndüm, saatlerce ağladım.”(a.g.e).

Aklına hemşerileri Paşa gelir. Onun adresini bulur, içeri girer. Paşa’ya derdini anlatır. Paşa elindeki bastonla kapıyı gösterir. “Burada parası olanlar okur, parası olmayanlar okuyamaz. Sen memleketine dön.” der.

Konaktan çıkınca Paşa’yı kapıda bekler. Ona bir kez daha derdini anlatma ister. Paşa onun yüzüne bile bakmadan çeker gider. “ Buz kesildim. Gözlerimin önüne kara bir bulut serildi. Yere düşecek gibi oldum. Sonra kendimi toparlayarak yürümeye ve söylenmeye başladım. Görürsün sen, parası olmayan okur mu, okumaz mı? Senin gibi budalalar yüzünden babalarımız cahil kalmışlar, yoksul düşmüşler… Ne yapıp yapıp okumanın yolunu bulacağım. Benim gibi zorluk çeken çocukların zorluksuz okumaları için yaşamımın sonuna kadar çalışacağım. Yazıklar olsun senin paşalığına!…” (a.g.e)

Bir karar verir: Kendi işini kendisi aracısız yapacaktır. Eğitim Bakanlığını bulur ve Bakanlığın yanındaki kahvede bir dilekçe yazar. Dilekçeyi yazdıktan sonra Bakanlıktan içeri girer ve Bakan’ın odasının kapısında beklemeye başlar. Hademe içeri almamaktadır. Hademenin  bir an ayrılmasıyla odaya girer ve dilekçeyi Bakan’a verir. Göçmen çocuğu olduğunu, okumak istediğini söyler. İttihat Terakki’nin ünlü Maarif Nazırı( Eğitim Bakanı) Şükrü Bey, göçmen çocuğuyum, deyince yumuşar, dilekçeyi okumaya başlar. Dilekçedeki Silistre sözcüğünü okur okumaz, “Ya…Demek vatana hizmet için geldin.” Öyle mi? Evet, efendim der, İsmail. Dedem Silistre’de savaşmış, hala Osmalı’yı gelecek diye bekliyorlar, diye de ekler.

Bakan duygulanır. Seni memleketim olan Kastamonu Öğretmen Okulu’na yatılı olarak göndereceğim.” der. Görevlilere emir verir, işlemleri yapılır. Dört mecidiye ( seksen kuruş) yol harçlığını da hemen verirler.

“ Dünyayı fethetmiş gibiydim” der.

Ertesi gün İnebolu’ya gidecek vapura binmek için Galata rıhtımına geldiğinde, Karadeniz’e vapurların kalkmadığını öğrenir. Uğursuz bir gündür, Osmanlı savaşa girmiştir,  30. 10. 1914.

Çantasını açar ve coğrafya kitabındaki haritadan Kastamonu’ya nasıl gidebileceğini öğrenmeye çalışır. En kestirme Adapazarı- Bolu- Gerede yoludur. Haydarpaşa’ya geçer. Trenle Adapazarı’na gelir. Tren Ankara’ya gitmektedir. Trenden iner, o gece Adapazarı’nda handa kalır. Yanındaki eşyaların bir bölümünü paket yapar ve Kastamonu’ya postalar. Elindekileri de bir torbaya doldurur, yürüyerek Bolu’ya doğru yola çıkar, hanlarda geceler. Dört günde Bolu’ya gelir. Hanlarda sürekli yol kesme öyküleri dinler. Eşkıyalar yol kesmektedir. Ayakları şişmiş ve soyulmuştur; topallamaktadır.

Bolu’da Kastamonu’ya yük taşıyan katırcılarla karşılaşır. Onlardan biriyle dört mecidiyeye anlaşır. Yokuşlarda inmek koşuluyla katıra binecektir. Parası bitmek üzeredir. Bolu Eğitim Müdürlüğüne gelir ve yardım ister. Milli Eğitim Müdürü onu tersler ve kovar. Aklına İstanbul’dan aldığı saat gelir. Saatini 6 mecidiyeye(120 kuruş) satar.

Ertesi gün yola çıkarlar. Manzara güzeldir, zaman zaman katıra binmektedir. Köyleri görünce bir kez daha hayal kırıklığına uğrar. Köyler çok yoksul ve küçüktür; evler perişandır. Doğal olarak kendi memleketinin köyleri ve evleriyle karşılaştırır. Memleketinde köyler temiz, evler sıvalıdır; toprak verimlidir. İnsanların kılık kıyafetleri düzgündür.

Beş günde Kastamonu’ya gelirler. Kastamonu Öğretmen Okulu’nun kapısından girince dünyayı fethetmiş gibi olur. Bir buçuk yıl Kastamonu’da öğrenim gördükten sonra Eğitim Bakanı Şükrü Bey’e mektup yazarak kendisini İstanbul Öğretmen Okulu’na aldırmasını ister. Bakan onun bu isteğini yerine getirir.

İstanbul Öğretmen Okulu zamanının en iyi okullarındandır. Kadrosu tamdır. Ders araç gereçleri yönünden zengindir. Kendi çabasıyla Almanca öğrenir. 1918’de İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun olur.

Devlet, 1918’in Eylül ayında yeni mezun 20 öğretmeni Almanya’ya gönderir. Almanya’ya gidenlerin arasında İsmail Hakkı da vardır. Kendi kendine öğrendiği Almanca işe yarayacaktır.

Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile aynı safta çarpışmış ve yenilmiştir; gittiklerinde iç karışıklık yaşamaktadır. Karlsruhe’nin 8 km güneyinde Ettlingen beldesindeki Öğretmen Okulu’nda öğrenim görmeye başlar. Almanya’daki iç karışıklıklar günden güne artmaktadır. Osmanlı Devleti Almanya’da öğrenim gören tüm öğrencileri geri çağırır. Bunun için de Almanya’ya bir gemi gönderir. Böylece eğitimlerini tamamlayamadan yurda dönmek zorunda kalırlar. Haydarpaşa Limanı’na geldiklerinde tarih 19 Mayıs 1919’dur.

Aynı yılın eylül ayında Eskişehir Öğretmen Okulu’na Resim ve Elişleri öğretmeni olarak atanır. 11 Eylül 1919’da ilk görevine başlar. 11 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nin sona erdiği tarihtir.

10 Temmuz 1919’da Eskişehir boşaltılır. Arkadaşlarıyla yürüyerek Ankara’ya gelirler. Yollarda köfte satarlar.

Ankara hükümeti eğitimini tamamlaması için onu yeniden Almanya’ya gönderir. Bu kez Antalya’dan gemiye biner. 3 Eylül 1921’de Karlsruhe Güzel Sanatlar yüksek Okulu’nda kursa başlar. 1921-1922 öğretim yılında Almanya’dadır. 30.6. 1922 tarihinde yurda döner.  Almanya’dan özellikle eğitbilim konusunda kitaplar alır.

5.12 1922’de Konya Erkek Öğretmen Okulu’na atanır. 20.4 1922’de Ankara Öğretmen Okulu’na ve kısa bir süreliğine de Adana Öğretmen Okulu’na atanır. Sonra yeniden Ankara…

 

ÜÇÜNCÜ KEZ AVRUPA’YA GÖNDERİLİYOR.

14. 3. 1925’te İstanbul’dan deniz yoluyla yeniden Avrupa’ya gider. Napoli, Fransa, İngiltere, Almanya. Leipzig’de İş Eğitimi Semineri’ne katılır. 11. 8. 1925’te Köstence’den yurda döner. Ankara Erkek Öğretmen Okulu’nda göreve başlar.

11.3. 1926’da OKUL MÜZESİ MÜDÜRLÜĞÜ görevine atanır. 1927’de ELİŞLERİ REHBERİ kitabını yazar. Milli Eğitim Bakanlığının TERBİYE dergisinde yazıları çıkmaya başlar.

1927’de Öğretmen Nafia Hanım’la evlenir, 1928’de oğlu Engin doğar.

 

DÖRDÜNCÜ KEZ AVRUPA…

Bu kez ders araçlarının alımı için Avrupa’ya gönderilir. 1.12. 1929’da trenle Edirne’den Bulgaristan, Yugoslavya, Macaristan, Çekoslavakya hattından Almanya’ya gider. 3.12. 1929’da döner. Dönüşte gene kitaplarla gelir.

1929’da Okul Müzesi Müdürlüğü görevinin yanında GAZİ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ RESİM VE ELİŞLERİ BÖLÜMÜ’nün kuruculuğu görevi verilir.

1931’de Kerschenteiner’denMürebbi’nin Ruhu ve Öğretmen Yetiştirme Meselesi kitabını çevirir.

1932’de RESİM VE ELİŞLERİ EĞİTİMİ kitabını yayımlar.

1933’te İŞ VE MESLEK EĞİTİMİ kitabını yayımlanır.

1933’te SEYYAR SERGİ’de görevlendirilir ( Gezici Eğitim sergisi). Sergi Ankara’dan yola çıkar, Kayseri’ye, Tokat’a, Samsun’a gider. Sergide ders kitapları ve ders araç- gerçleri vardır. Sergi 14 istasyonda durur, 45 günde on bin kişiye ulaşılır. On bin kitap parasız dağıtılır. Konferanslar verilir.

Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Kutlamaları için Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü görevlendirilir. CHP’nin “ALTI OKU”nu o sırada İsmail Hakkı Çizer çizer.  Onuncu Yıl kutlamalarında yaptıkları düzenlemeler çok beğenilir. Atatürk kendilerini kutlamak için Gazi Eğitim’e gelir ve orada iki saat kalır.

1934’te ALMANYA MAARİFİ kitabını – Reşat Şemsettin ile – yazar.

1934’te TONGUÇ soyadını alır. Dedesi onu ” tongucum”  diye sevmiştir.  Türklerde ilk doğan erkek çocuğa TONGUÇ denmektedir.

1934-1935 öğretim yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğüne atanır.

1935’te Saffet Arıkan Milli Eğitim Bakanı’dır.

Aynı tarihte CHP’nin Kurultayı yapılır. Kurultayda köy çocuklarının eğitimi masaya yatırılır. Konu ile ilgili bir komisyon kurulur. Komisyon bir rapor hazırlar. 40 bin köyün ancak beş bininde okul vardır. Köy çocuklarının ancak üçte bir öğrenim görmektedir. Bu durum çok can sıkıcıdır. Atatürk konuyla yakından ilgilenmektedir.

Saffet Arıkan onu Bakanlığa çağırır ve Komisyonun köy çocuklarının eğitimi için hazırladığı raporu okumasını ister. Tonguç raporu yetersiz bulunca, sen bize bir rapor yaz, der. Tonguç’un yazdığı rapor benimsenir.

3.8.1935’te İLKÖĞRETİM GENEL MÜDÜRLÜĞÜ görevine atanır. Bu görevde 21. 8. 1946 tarihine dek kalır ( 11 yıl, 1 ay, 20 gün).

1936’da ailesini Türkiye’ye getirdi ve Eskişehir’e yerleştirdi. Aile birkaç yıl geçim sıkıntısı çekti.

 

BEŞİNCİ KEZ AVRUPA

Tonguç, İlköğretim Genel Müdürü olduktan sonra 28 Ağustos 1935’te inceleme gezisi için yeniden Avrupa’ya gider. Trenle İstanbul’dan Bulgaristan’a, 10 Eylül’de Macaristan’a, 20 Eylül’de Almanya’ya, 9 Ekim’de Viyana’ya, Budapeşte’ye geçer. Belgrat- Sofya üzerinden yurda döner. Bu, 42 günlük bir inceleme gezisidir.

 

EĞİTMEN KURSLARI

Atatürk’ün önerisi ile askerliğini çavuş ve onbaşı olarak yapan köylülere altı ay kurs vererek, onlardan köyde eğitim, tarım ve teknik konularında yararlanma düşüncesini yaşama geçiren ve daha sonra da Köy Enstitülerini kuran İsmail Hakkı Tonguç’tur.

1936’nın Mayıs ayında Çorum, Yozgat ve Kayseri’nin köylerini gezen Tonguç, o köylerde askerliğini çavuş, onbaşı olarak yapan köylülerle konuşur. Birkaç denemeyle onların köylerinde okuma- yazma, hesap gibi eğitimin temeli olan konularda yararlanılabileceğini anlar. Aynı yılın temmuz ayında Eskişehir’e bağlı Çifteler’in Mahmudiye köyünde ilk EĞİTMEN KURSU açılır. Kurs dört ay sürer. Kursta eğitmen adaylarına tarım, teknik, sağlık gibi konularda da bilgi verilir. İlk kursu bitiren eğitmenler Ankara’nın köylerine atanır.

1937’de Türkiye’nin birkaç yerinde EĞİTMEN KURSU açılır. 1937- 1940 tarihleri arasında 4 yerde KÖY ÖĞRETMEN OKULU açılır. Bu okullar, Çifteler, Kızılçullu, Kepirtepe, Göl Köy Eğitmen Kurslarının bulunduğu yerlerde açılır.

1939’da CANLANDIRILACAK KÖY kitabı yayımlar.

 

KÖY ENSTİTÜLERİ

1940 yılının 17 Nisan’ında KÖY ENSTİTÜSÜ YASASI TBMM’de kabul edilir. Köy Öğretmen Okulu olarak açılan 4 okul hemen Köy Enstitüsü adını alır. O yıl on yerde Köy Enstitüsünün temeli atılır. 1944’e gelindiğinde Türkiye’nin değişik bölgelerinde 20 Köy Enstitüsü kurulmuştur. Yozlaşma döneminde 1948’de Van Ernis’te açılanla birlikte bu sayı 21’e ulaşır.

Köy Enstitülerinin kuramcısı ve uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç’tur. Tonguç okulda kendi kendine öğrendiği Almanca, eğitim konusunda dünyada yazılanları yakından izleyebilmesini sağlamıştır. Dünyanın önde gelen eğitimcilerini inceledi. 1924’te Türkiye’ye davet edilen John Dewey’i, Kerschensteiner’i, Pestolozzi’yi ve diğerlerini yakından izlemiştir. Yurtdışında her gidişinde dönüşü kitaplarla olmuştur. Ayrıca kendi eğitim tarihimizin önde gelen eğitimcilerini incelemiştir. 1949’da genişleterek yazdığı Canlandırılacak Köy kitabı,  onun, yerli ve yabancı eğitimcilerin yapıtlarını ne derece yakından incelediğini kanıtlıyor. Bu yazı Tonguç’un yaşamöyküsünü içerdiği için, onun eğitim anlayışı konusuna girmeyeceğim. Eğitim anlayışı başka bir yazının konusudur.

Tonguç, İlköğretim Genel Müdürlüğü görevindeyken, dokuz bini aşkın köyü, dört yüzden fazla ilçeyi ve 61 ili gezmiştir. O, masada, makamda oturarak genel müdürlük yapmamıştır. Önce ülkeyi içinden öğrenmiş, insanımızı tanımış ve ülke gereksinimlerine uygun bir eğitim sistemi uygulamıştır.

1946’nın Temmuz ayında yapılan seçimlerden sonra Hasan Ali Yücel’in yerine Köy Enstitülerinin bir numaralı karşıtı Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanlığı’na atanmıştır. Reşat Şemsettin Sirer’in ilk işi Tonguç’u görevden alıp Talim Terbiye Kurulu Üyeliğine atamak olmuştur. Daha sonra Tonguç bu görevden de alınarak Ankara’da bir liseye Resim-İş öğretmeni olarak atanmıştır. Reşat Şemsettin’den sonra gelen Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu onu Kayseri’ye sürdü ama 1950’nin Mayıs ayında seçimler yapıldığından Tonguç Kayseri’ye gitmekten kurtuldu. DP’nin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri hakkında soruşturma açtırdı. Soruşturma üç yıl sürdü, bu sürede açığa alındı. Aylık verilmedi. 1954’te emekli olabildi. Açıkta olduğu sürelerde Öğretmen Ansiklopedisi yazma ve bastırma çalışmalarına girişti, ancak engellerle karşılaştı. Bu dönemde geçim sıkıntısı çekti.

İsmail Hakkı Tonguç 1950’li yıllarda iki kez Avrupa’ya gitti. Birinde oğlu Dr. Engin Tonguç’u ziyaret için, diğerinde ise sağlık nedenlerinden.

1960 İhtilali yapıldığında yeni yapılacak Anayasa’da eğitim konusunda yer alması gereken konular ile ilgili ilgili çalışmalar yürütüyordu. Ne yazık ki ömrü yetmedi.

İsmail Hakkı Tonguç 23 Haziran 1960’ta yaşamını yitirdi.

Tonguç, İsviçre’de yayımlanan PEDAGOJİ TARİHİ’ne girdi. Kurduğu Köy Enstitüleri de eğitim tarihinde onurlu yerini aldı.

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

 

Cengiz Öksüz

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler İstanbul Şubesi Başkanı

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları