26 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- FAKİR BAYKURT’UN ANILARI

Ana Sayfa » GÜNCEL » CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- FAKİR BAYKURT’UN ANILARI

Eklenme : 22.10.2022 - 10:32

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- FAKİR BAYKURT’UN ANILARI

Köy Enstitülü yazarların en ünlüsü kuşkusuz Fakir Baykurt’tur. Fakir Baykurt roman ve öyküler yazdı. Şiirleri de var. Romanları ve öyküleri çok okundu ve sevildi. Romanlarından biri sinemaya da uyarlandı. Fakir Baykurt’un anıları ne yazık ki diğer ürünleri kadar bilinmiyor. O, 65 yaşına dek yaşadıklarını da yazdı. Anıları sekiz cilttir, her cilt bağımsız olarak da okunabilmektedir.

Anılarının 1. Cildi, Özüm Çocuktur, 2. Cildi, Köy Enstitülü Delikanlı, 3. Cildi, Kavacık Köyünün Öğretmeni, 4. Cildi, Köşe Bucak Anadolu, 5. Cildi, Bir TÖS Vardı, 6. Cildi, Genç Emekli, 7. Cildi, Sıladan Uzakta, 8. Cildi, Dost Yüzleri başlıklarını taşıyor.

Birinci kitap çocukluğunu, 2.si Gönen Köy Enstitüsü yıllarını, 3.sü Köy Enstitüsünden mezun olduktan sonra atandığı Kavacık köyünde yaşadıklarını, 4.sü Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Türkçe Bölümü’nden mezun olduktan sonra ilk görev yeri olan Sivas’ı ve daha sonra atandığı Artvin’in Şavşat ilçesinde yaşadıklarını, 5.sinde Türkiye Öğretmenler Sendikası ( TÖS)’ün kuruluş öyküsünü ve 1965-1970 yılları arasında TÖS Genel Başkanı olarak yaşadıklarını, 6.sı 1970’li yıllarda yaşadığımız terör olayları nedeniyle genç yaşında emekli olmak zorunda kalmasını ve Almanya’ya gidişini, 7.si ise Almanya’da yaşadıklarını anlatıyor. 8. Cildi ise dostlarına ayırmış. Bu ciltte kamuoyunun yakından tanıdığı Fakir Baykurt’un da arkadaşları, dostları olan aydın kişiler.

Bu yazımızda Fakir Baykurt’un Gönen Köy Enstitüsü’ndeki yaşamından bölümler sunacağız. Bilindiği gibi Köy Enstitülerinde uygulamalı bir eğitim yapılıyordu. Aslında uygulamalı eğitim demokratik bir şekilde yapılıyordu, demek daha doğru olacak; çünkü eğitim sürecinde öğrencilere hem sorumluluk hem de yetki veriliyordu. Öğrenciler kurumun  yönetiminden, işin- eğitimin planlanmasına dek her konuda – öğretmenler kadar- sorumlu ve yetkiliydiler. Bu kurumlarda işleri birkaç görevli dışında öğrenciler görüyordu. Bir aşçı, bir iki çalışan ve uzman dışında tüm işler öğrenciler tarafından yapılıyordu. Üretimi, temizliği yapan öğrencilerdi; dirlik- düzenlik öğrenciler tarafından sağlanıyordu. Öğrenciler bu görevleri kümeler halinde yapıyorlar ve yaptıkları işlerin hesabını da topluluk önünde veriyorlardı.

Fakir Baykurt’u dinleyelim:

“Gönen’de İlk Zamanlar”

“ Kümem 1/B, numaram 643.”

“ Öğleden önceleri ders yapıyoruz, öğretmenlerden ikisi derslere nasıl çalışacağımızı anlattı. Öğleden sonraları İkinci Okul yapısını yapan ağabeylere yardım ettik. Taş, tuğla, harç verdik. Gönen Köy Enstitüsü hoşuma gitti. Güllerin, yeşilliklerin içinde güzel bir yer. Ama köyümüzü özlüyorum. Özlemler koyulaşınca üstüme ağlama isteği çöküyor. Bakalım nasıl dayanacağım? Daha ilk hafta kavradım, enstitüde ders, iş aynı değerde. Yalnız kitap bilgisi ezberleyene diploma yok. İnsanın elinden iş gelecek.

Haftalık çalışma 44 saat. Bunu ikiye bölmüşler. Yarısı kültür dersi: Türkçe, Matematik, Tarih, Coğrafya, Yurt Bilgisi, Doğa Bilgisi, Fizik, Kimya, Resim, Beden Eğitimi. Yani öbür okullarda okutulan derslerin hepsi; ayrıca Eğitbilim, Ruhbilim, Toplumbilim var. Her ay yazılı, sözlü yapılıyor. Zamanın öteki yarısını işe ayırmışlar: 22 saat.

İş de ikiye ayrılıyor: Tarım, Teknik Sanatlar.

Öğleden önce ders yapan kümeler, öğleden sonra bir hafta Tarıma gidiyor: sebze ekimi, çapalama, sulama, meyvecilik, budama, hasar, arıcılık, öküz, inek, at, koyun bakımı.

Ondan sonra haftanın yarım günlerinde Teknik Sanatlar: Yapıcılık, Marangozluk, Demircilik. Her öğrenci birini seçiyor. Sanat ayrımı ikinci sınıfta oluyor. Birinci sınıfta ağabeylere, ablalara yardım ediliyor. Gerçekten çok iş var ortalıkta. 700’e yakın öğrenci yetmiyor gibi daha da geliyor. Çok yemekevi, yatakevi, derslik yapılacak. Müdür konuşma yapıp anlatıyor: Yeni bir hamam yapıp köy hamamını köylülere bırakmalı. Yollar, alanlar, yollara şarampoller gerekiyor. Bunun için durmadan tuğla kesmeli, tahta biçmeliyiz. Hiç aksatmadan ekip biçmek, sebze, meyve, gül yetiştirmek gerekiyor.

Kızlar bütün öğrencilerin iç giysilerini, dış giysilerini dikerek biçki dikiş öğreniyor. Beş mi, altı mı dikiş makinesi var, başlarında bir de dikiş öğretmeni.

Mayıs, haziranda güllerin derilmesi, imbiklenmesi gerekiyor. Gül yağının gramı altının gramıyla bir gidiyor. Satıp yapılara çivi, çimento, demir, cam almak gerekiyor. Bakanlık bütçesinden enstitülere ayrılmış fazla para yok. Dünya büyük savaş içinde. Yaratıcı yöntemlerle işler parasız yürütülmeli, para harcamak gerekiyorsa az harcanmalı.

(…) Enstitü bir arılık gibi. Sabah kampana çaldı mı fırlıyoruz. Yüksekteki kalasa asılmış bir ray parçası bu. Eline bir demir alıp vurdun mu, çıkan ses her yerden duyulur. Yatağını, yorganını düzeltip elini, yüzünü yıkayıp halay çekilen alana koşarsın. Ortaya bir akordeon, on beş mandolin çıkar. Öğrenciler, kız- erkek, üçerli dizilerek geniş halka olur. Oyunbaşı, “ Haydi efeler!” diye bağırır. “ Kollar” dedi mi bütün kollar kalkar. Yerin yüzünde bir dağ yürüyor. Harmandalı, Timurağa, Arpazlı, Sisdağı. Kuşlar, kargalar yakın dallara toplanıp seyreder….

(…) Akşamları etüt var. Biri yemekten önce, biri yemekten sonra. Birinde dersini hazırlar, birinde özgür okuma yaparsın. Kitaplıktan aldığın kitabı okursun. Öğrencilerin çoğu elinde ya da cebinde kitapla dolaşır. Kitap okuyanın bir saygınlığı var.

Cumartesi akşamı toplu eğlence olur. Eğlenceyi sırayla bir küme hazırlar. Ya köyden bir ortaoyunu ya kitaplardan seçilmiş Kurtuluş Savaşı’nı işleyen bir oyun ya da kümenin köy yaşamından bulup çıkardığı bir yeni oyun hazırlanır. Şiirler, koro, türküler, monologlar, taklitler,  halk oyunları birbirini izler.” ( Köy Enstitülü Delikanlı, Literatür, İkinci cilt, s.20-21)

Köy Enstitülerinde demokratik bir eğitim uygulanıyor demiştik. Öğrenciler sorumlu oldukları her şeyin aynı zamanda yetkilisidirler. Tarlada, işlikte çalışırken birlikte planladıkları işi, üstlerine aldıkları görevi en iyi bir şekilde yapmaya çalışırlar. Cumartesi akşamları ya da cumartesi günü bayrak töreninden sonra haftalık işlerle ilgili değerlendirme toplantıları yapılır. Bu toplantılarda herkesin söz hakkı vardır.  Toplantılarda demokrasinin en güzel örnekleri sergilenir; öyle ki okul müdürü ve öğretmenler de eleştirilerden nasibini alır. Böylece bu kurumlarda eğitim gören kişi sağlam bir kişiliğe sahip olur. Yanlışa yanlış, doğruya doğru demekten çekinmez.

Yazımızı Fakir Baykurt’tan bir anı ile sonlandıralım.

“ On ikişer kişilik yemek kümelerine bölünüyor, yemeklerimizi öyle yiyorduk. Sofra kurma, kaldırma ve mutfaktan yemekleri karavana ile taşıma her gün bir arkadaşın görevi idi. Mutfakta aşçıbaşının önüne diziliyor, sıramız gelince büyük kepçesiyle kazandan karavanaya aktardığı yemeği kapıp yemekevine götürüyorduk. Bir nokta dikkatimi çekti. Biz birinci sınıflar sona kalıyoruz. Daha doğrusu donakalıyoruz. Beşler, dörtler yemeğin etli, yağlı yerini alıp koşuyor. Bize gelince kazan dibe iniyor. Telaşa kapılan usta, tenekeler içinde bulundurduğu sıcak suyu yemeğin üstüne boşaltıyor. Arkadaşlarımıza duru, cımbıl cımbıl bir sıvıyı yemek diye taşıyorduk.

Beklediğim cumartesi toplantısı başladı. Öğrenciler söz alıp konuşmaya başladı. Haziran güneşi bindiriyor. Söz istedim ve bu anlattığım durumu söyledim. Eğitimbaşı sözlerimden hoşlanmadı. “ Hayır, böyle şey olmaz!” deyip susturmak istedi. Ben direndim. Birçok öğrencinin bunu gördüğünü söyledim. Eğitimbaşı beşlere sordu Onlar da “ Öyle bir şey yok!” diyor.” Birlere, ikilere sorun!” dedim eğitimbaşına.

Temelli kızacak oldu. O sırada müdürümüz Ömer Uzgil geldi. “ Yemekler niçin yetmiyor da su katıyor! Çağırın aşçıbaşını!” dedi. Aşçıbaşı çağrıldı. Hiç unutmuyorum, adam titriyor, “ Efendim, yeni öğrenci geliyor, o yüzden yetmiyor!”

Müdür bu kez yardımcılarına sordu. “ Ambardan ona göre erzak çıkmıyor mu? Siz tabelayı incelemeden mi imzalıyorsunuz?”

İş temelli büyüdü. Müdür kaşlarını çattı: “ Bundan sonra dikkat edeceksiniz, bir yanlışlık yapmayacaksınız!” diye uyarısını yaptı. “ Aşçıbaşının kazana su kattığını görürsen gene çık söyle!” diye bana da taş attı. Eğitimbaşı, “ Evet, söyle, aferin!” dedi.

(…) Toplantı dağıldıktan sonra asıl aferini küme öğretmenimiz çekti: “ Çok iyi, ama biraz zor konudan başladın. Kendi boyuna göre konuları bul; zor konulara sonra giriş!” dedi.

( Fakir Baykurt, Unutulmaz Köy Enstitüleri, Literatür, s. 91-92)

Köy Enstitülerinde kişilik eğitimi veriliyordu. Kuruma, üzerindeki giysi lime lime dökülen elbiseyle yalın ayak başıkabak gelen öğrenci, beş yıl sonra öğretmenliğinin dışında eline sağlam bir meslek alarak yaşama atılıyordu. Demokrasiyi içselleştirmiş, kişiliği oturmuş, beş yıl içinde sürekli okuduğu kitaplarla ülkesini ve dünyayı öğrenmiş olarak göreve başlayan öğretmen, karşılaştığı her olumsuzluğu eleştirmekten kaçınmıyordu. Köy Enstitülerinin kapatılma nedenlerinden biri de budur. Köy Enstitülerinin kurucusu ve kuramcısı İsmail Hakkı Tonguç’a en çok bunu için kızıyorlardı. Ne demişti o Eskişehirli ünlü toprak ağası Emin Sazak? “ Bunların hepsi de kendilerini Atatürk sanıyor.” Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel’in Emin Sazak’a verdiği yanıt da ilginçtir: “Evet, biz onları Atatürk olsunlar diye yetiştiriyoruz.”

 

Cengiz Öksüz

Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği İstanbul Şubesi Başkanı

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları