17 Nisan 1940 tarihinde yasası çıkan, ancak kuruluş yılları 1936 Eğitmen Kursu’na dek giden Köy Enstitülerinin bu yıl 80. yıldönümü. Köy Enstitülerinin kuruluşu, her yıl daha kitlesel toplantılarla, gösterilerle anılıyor, kutlanıyor.
1946 yılında demokrasiye geçmek için kurban verdiğimiz Köy Enstitüleri, dünyanın en demokratik eğitim kurumlarıydı. Öyle ki, bu okulları gezen Amerikan Kongresinin kadın milletvekili Miss Jeannete Rakin ” Siz demokrasiye ulaşmanın gerçek yolunu bulmuşsunuz. Bu enstitüler, dengeli ve ahenkli bir toplum tipinin garantisi. Enstitülerinizde, memleketinizin kendi bünyesinden fışkırma kuvvetli, sağlıklı bir gençlik buldum.” demişti.( Mahmut Makal, Köy enstitüleri ve Ötesi, s,76)
Büyük eğitimci İsmail Hakkı Tonguç ve Cumhuriyet tarihimizde her düzeydeki eğitime damga vuran eşsiz Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Köy Enstitülerini toplumun en alt kesimini oluşturan köylünün ileri üretim tekniklerini öğrenmesi, okumaz yazmazlıktan kurtulması, aydınlanması, gücünün ayırdına varması, benliğini bulması ve yarının Türkiyesi’nin yönetiminde yer alması için kurmuştu. Kurucular, bir an önce köylünün demokratik yaşama katılımını sağlamak için gecelerini gündüzlerine katarken, demokrasiyi sandıktan ibaret gören anlayış, köylüleri bu yarışa sokmamak için, önce Köy Enstitülerinin içini boşalttı, sonra demokrasinin beşiği olan bu okulları kapattı.
Köy Enstitüleri “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için” ilkesiyle eğitim- öğretim kurumlardı. Bu okullarda öğrenciye bilgi ezberletilmezdi. Öğretim iş üzerinde, uygulamalı olarak yapılırdı. Enstitüler kendi içinde demokrasiyi uygulayan okullardı. Demokrasi bu okullarda yaşam biçimiydi. Öğrencinin yönetime katılması, yönetimde söz sahibi olması, müdür dahil tüm öğretmenleri özgürce eleştirebilmesi, her konuda görüşünün alınması , not baskısının ve tehdidinin olmaması, onurunun kırılmaması, kişiliğinin örselenmemesi, bu okullarda oluşturulan demokratik yaşam konusunda bize bilgi veriyor. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un bu konuda tüm enstitü müdürlerine 4.12. 1944 tarihinde yazdığı bir mektup var. Bu mektup daha sonra okullara genelge olarak gönderiliyor. Bu mektuptan Konumuzla ilgili bazı bölümleri alalım.
” Köy Enstitülerinin iç yapılarında ‘ öğrencilerin kendi kendilerini idare etmeleri’ ilkesine dayanan bir gelişim sağlanacaktır. Onun için bu kurumları her türlü şahsi ve kendince idare tarzından kurtarmak, Enstitülerde vazife gören bütün öğretmenlerin başlıca amaçları olmalıdır. Bu amaca en kısa zamanda ulaşmak için aşağıdaki tedbirlerin alınması uygun görülmüştür.(…)
Köy Enstitülerinde her türlü yapım, ziraat, sanat, idare işleriyle öğretmen ve öğrencileri ilgilendiren resmi işler nöbetle öğretmen ve öğrenciler tarafından görülür.(….)
Enstitü işleri en az on beş günde bir bütün öğretmen ve öğrenciler bir araya gelerek konuşulur. Ve işler bu konuşmalarda – imkanlar, Bakanlık’tan verilen direktifler göz önünde tutularak- verilen kararlara uygun olarak yürütülür.(…)
İşbölümüne göre türlü işlere dağılacak kümelere, yapacakları işin önemi, memlekete, millete ve onların şahıslarına temin edici faydalar anlatılarak iş görülür. Angarya şeklinde manası anlaşılmayan işlere, bu kurumlarda asla yer verilmeyeceklerdir. Bir Enstitüde işlerin soysuzlaştığı görülürse bundan birinci derecede öğretmenler sorumlu tutulacaklardır.
Şartlar ne olursa olsun, mevsim hangi mevsim bulunursa bulunsun, öğrencilere her gün serbest okuma yaptırılacak ve onlara kitap okuma alışkanlığı mutlak surette kazandırılacaktır.”
Bu mektubun son bölümünde genelgenin tamamının tüm öğrencilerin defterlerine yazdırılması istenmiştir.
” Enstitüler demokrasiyi tabandan fışkırtıcı eğitim kurumlarıdır.” diyor, ünlü ozan ve yazar Mehmet Başaran. Devam ediyor: “…Yalnız okuryazarlığı yaygınlaştırmak, tüm köyleri okula kavuşturmak, yeni tip bir öğretmen yetiştirmek değildi amaç. Hele hele kimilerinin sandığı gibi kapalı köy ekonomisini sürdürmek hiç değildi. Tarihsel koşulların sağladığı olanaklardan yararlanarak; eğitimi, emekçi, üretici halkı bilinçlendirerek, siyasal bir güç durumuna getirici, sömürü düzenini sorgulayıcı, değişmeyi hızlandırıcı bir eyleme, özgürleştirme eylemine dönüştürmekti.
Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin pek çoğu anılarını yazdı. Anılarda ortak bir bölüm var: Cumartesi toplantıları. Her enstitüde bu toplantılar yapılıyor; bazılarında cumartesi günü bayrak töreninden sonra, bazılarında o akşam, bir bölümünde de pazartesi günü sabahleyin yapılıyor. Enstitüde işleri büyük çoğunlukla öğrenciler yapıyor. Hizmetli ya da yardımcı görevli çok az. Temizlik, yatakhane, yemekhane, bahçe, ziraat, işlik, kümes, ahır…işleri nöbetleşe yapılıyor. Her sınıf bir küme oluşturuyor ve nöbetçi kümeler haftadan haftaya değişiyor. Hafta sonlarında bir önceki görevli küme görevi devrediyor. Cumartesi günü İstiklal Marşı söylendikten sonra toplantıyı yönetmek için bir öğrenci seçiliyor. Öğrenci öne çıkıyor ve söz almak isteyenlere sıra ile söz veriyor. Öğrenciler o hafta saptadıkları eksiklikleri bir bir sıralıyor. Nöbetçi öğretmenler ve okulun müdürü de eleştirilenler arasındadır. Müdür ve öğretmenler de eleştirilere yanıt verebilmek için toplantıyı yöneten öğrenciden söz hakkı almak zorundadırlar. Eleştiri yaptı diye öğrenci azarlanmıyor, aksine eleştiri teşvik ediliyor. Çünkü öğrenciler öğretmen olarak gittikleri köylerde köyün işini muhtarla, kaymakamla, valiyle görüşecekler. Devletin yetkilileriyle konuşacaklar. Köyü muhtarla birlikte yönetecekler. Toplum içindeki işleyişe şimdiden alışmalılar ki meslek yaşamlarında başarılı olabilsinler.
Fakir Baykurt Gönen Köy Enstitüsü’ne yeni girmiştir. Yemekhanede yemek dağıtan aşçının sıra küçük sınıflara gelince yemeğe su kattığını görür. Büyük sınıflardaki öğrenciler yemeğin iyi tarafını yerken, küçüklere sulu tarafı kalmaktadır. Bu durumu cumartesi toplantısında söyleyip söylememekte tereddüt eder. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra söz alır ve bu durumu anlatır. Müdür aşçıya ve nöbetçi öğretmenlere bakmaktadır. Fakir Baykurt’un konuşması bitince okul müdürü aşçıya döner ve sorar: Anlatılan doğru mu? Evet, der aşçı. Okul Müdürü, biz öğrenci sayısına göre yemek malzemesi vermiyor muyuz, der. Aşçı da, sürekli yeni öğrencilerin geldiğini, o nedenle mevcudun arttığını, bu nedenle malzemenin az geldiğini söyler. Okul müdürü, yardımcılarına bu konuda dikkatli olmalarını ve her gün öğrenci mevcuduna bakarak yemekhaneye malzeme vermelerini tembihler.
Sayın Pakize Türkoğlu da Tonguç ve Enstitüleri adlı kitabında böyle bir anısına yer verir. Öğrencilerin söküğünü dikmek kız öğrencilerin görevidir. Haftasonu toplantılarını birinde bir erkek öğrenci, onarılması için dikiş odasına pantolon verdiğini ama iki gün olmasına karşın söküğünün dikilmediğini söyler. Kız öğrencilerin bazı öğrencileri kayırdığını da ekler. Görevli Sayın Pakize Türkoğlu’dur. Okul Müdürü ve ona bakar. Arkadaşın söküğü ilk gün iş yoğunluğundan dikilemedi ama ikinci gün dikildi; kendisi pantolonunu almaya gelmedi, der. Şikayetçi öğrenci özür diler.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye Çifteler Köy Enstitüsü ziyaretinde özel yemek çıkar. Cumartesi toplantısında bir öğrenci söz alır ve bu ayrıcalığı eleştirir. Müdür, İnönü’nün şeker hastası olduğunu, onun için özel yemek çıkardıklarını söyler. Enstitülerde okulda görevli herkes aynı yemeği yer, evlere yemek servisi yapılmaz.
Demokratik işleyiş yöneticilerin üstünde durduğu en önemli ilkedir. Enstitülerde işlerin planlanmasında da öğrencilerin söz hakkı vardır. İşe başlanmadan mutlaka toplantı yapılır ve herkesin görüşü alınır. Toplantı sonunda kararlaştırıldığı gibi iş yürütülür. İşin amacı, niçin yapıldığı mutlaka öğrenciye kavratılır. İş içinde de öğrencinin soru sorma, yanıt alma hakkı vardır. Böylece öğrenci derste bugünkü gibi edilgin değildir. Öğrenci dersin etkin bir öğesidir.
Köy Enstitüleri demokrasinin altyapısını oluşturmak amacıyla açılmış okullar iken, ne yazık ki, sandık demokrasisine kurban edilmişlerdir. Bugün çektiğimiz sıkıntıların kökeninde Köy Enstitülerinin kapatılması yatar. Bu eğitim sistemi sürdürülebilseydi, Türkiye demokrasini istediği özgür bireye kavuşabilecekti. Bugün sandık var, ama “demokrasi” yok.
YAYIN İLKELERİ
———————-
YURTSEVERLİK.COM sitesi Türkiye’nin birlik ve beraberliğinden, hiçbir ayrım gözetmeksizin toplumsal barışın korunmasından, insanın en yüce varlık ve emeğin en yüce değer olduğu savından, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden, sosyal adaletin hakim kılınması düşüncesinden hareketle yayıncılık yapar. Sınırları bu noktalardan geçen ilkeler çerçevesinde sitede yazılarına yer verilen herkesten aynı sorumluluğu eksiksiz göstermelerini bekler. Dolayısıyla YAYIMLANAN YAZILARIN HUKUKİ SORUMLULUĞU TAMAMEN YAZARLARINA AİTTİR.
İLETİŞİM
———————-
f.sayliman@gmail.com