6 Mayıs 2024 - Hoş geldiniz

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- KÖY ENSTİTÜLERİNDE İŞ EĞİTİMİ VE “ DİCLENİN HASAN GÜLEL AĞABEYİ”

Ana Sayfa » EĞİTİM » CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI- KÖY ENSTİTÜLERİNDE İŞ EĞİTİMİ VE “ DİCLENİN HASAN GÜLEL AĞABEYİ”

Eklenme : 27.02.2022 - 10:29

CENGİZ ÖKSÜZ YAZDI-  KÖY ENSTİTÜLERİNDE İŞ EĞİTİMİ VE “ DİCLENİN HASAN GÜLEL AĞABEYİ”

Köy Enstitülerinde “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için” ilkesine dayalı bir eğitim uygulanıyordu. Bu eğitim sistemi kültür dersleriyle öğrencinin bilgisini, görgüsünü artırırken, öğrenciye yeteneği doğrultusunda bir el becerisi de kazandırıyordu. Köy Enstitüsünü bitiren öğrenci öğretmenlik mesleği yanında, okulda kazandığı el becerisiyle yaşamını kimseye muhtaç olmadan sürdürebilecek duruma geliyordu.

Köy Enstitülerinin kurucu babası İsmail Hakkı Tonguç uygulanan eğitim sisteminin gerekçelerinin şöyle açıklıyordu: “ Köyleri kültürel ve genel hayatlarında ileri bir seviyeye getirebilmek yalnız klasik manadaki öğretmenle olmaz… Köylere öğretmen yetiştirirken bir taraftan öğretmeni çok yönlü işler görebilecek şekilde biçimlendirmeye çalışmak, diğer yönden de öğretmenle birlikte köye giderek diğer iş alanlarında çalışacak elemanı yetiştirmek tedbirlerini almak lazımdı. Ancak o zamandır ki köyü bütünüyle içine alarak ileri, değerli bir hayata kavuşturacak çalışmaya başlanmış olur.” ( İ. Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy)

Köy Enstitüleri Yasası TBMM’den 1940 yılının Nisan ayında geçmesine karşın, Köy Enstitüsü Programı 1943 yılında düzenlenmiştir. Bu süre içinde öğretime başlayan okullardan gelen raporlar incelenmiş, yurt düzeyinde gözlemler yapılmış, bu çalışmalardan sonra taslak program gerçek programa dönüşmüştür. Program, kültür dersleri ile ziraat ve teknik derslerden oluşturulmuştur. Haftalık 44 saatin 22 saati kültür derslerine, diğer 22 saati ise ziraat ve teknik derslere (11+11) ayrılmıştır.

Okulunda ziraat ve teknik dersleri beş yıl boyunca uygulamalı öğrenen öğretmen köye atandığında, okul için verilen tarlada ve kendisine verilen arazide toprağın durumuna göre ziraat yapabiliyordu. O dönemde açılan köy okullarında geniş işlikler vardı. Öğretmen köy çocuklarına bu işliklerde zamanın teknolojisini uygulamalı olarak öğretiyordu. İşlik Çalışmalarından amaçlanan şunlardı: ‘Öğrencilerin teknik kabiliyetlerini geliştirmek, onları yarınki hayatları için özel işlerini yapabilecek becerikli birer insan olarak yetiştirmek ve aynı zamanda her bilgiyi iş içinde vererek bu metotla eğitmek… İşe başlarken, kullanılacak takımların önemi, kıymeti, nasıl kullanılacağı teker teker açıklanarak gösterilecektir. Her gün iş bittikten sonra takımlar temizlenip icap edenler yağlanacak, silinecek, bilenecek ve ertesi günkü işe hazır vaziyette yerlerine konacaktır. Bu temizlik ve tertip çocuğa temizlik alışkanlığı kazandırmak, yarınki iş hayatında derli toplu ve her işini muntazaman, temiz, düzenli yapan birer vatandaş olarak yetiştirmek için yaptırılacaktır.’ (  İşlik Çalışmaları, İlköğretim, 1945)

Köy Enstitüsünden mezun olan öğretmene köyde gerekli olan araç – gereçleri okulu sağlıyordu. Öğretmen atandığı köye bu araç – gereçlerle gidiyordu. Köylerde testerenin, keserin, burgunun, kerpetenin bile zor bulunduğu İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk günlerinde, öğretmene 60 parça araç-gerecin devlet tarafından parasız verilmesi köye yönelik eğitim hamlesinin değerini göstermeye yeter. Ayrıca öğretmenlere tohum, hayvan, fidan…veriliyordu. Okulunda birinci sınıfta tüm iş alanlarında genel bilgi alan öğrenci, ikinci sınıftan itibaren demircilik,  marangozluk ya da yapıcılık alanında uzmanlaşıyordu. Öğretmen köylüye yardımcı olduğu gibi yaptıklarıyla örnek de oluyordu.

Ne yazık ki 1947 yılında öğretmenlere verilen hayvanla ve tüm araç-gereçler geri alındı. 1943 Programının yerine 1947 Programı getirildi. Bu program tarım-teknik derslerinin saatini yarı yarıya düşürdü. Artık eğitim ‘iş için, iş aracılığıyla, iç içinde’  değildi. 1954’te de Köy Enstitüsü tabelası indirildi ve bu okulların programı Öğretmen Okulları’nın programıyla birleştirilerek karatahta, tebeşir öğretmenliğine dönüldü.

Bu uzun girişten sonra “ Dicle’nin Hasan Gülel Ağabeyi”ne gelebiliriz.

Dicle Köy Enstitüsü’nün kurucusu Sayın Nazif Evren anlatıyor:

“ 1945 yılının sonbahar aylarında idi. Dicle Köy Enstitüsü’nün kuruluşu tamamlanmaya çalışılıyordu. Bir yıl içinde öteki enstitülerden yardıma gelen ekiplerle 17 parça bina yaptırılmış, yurdun Diyarbakır, Mardin, Urfa, Bingöl, Van, Bitlis, Siirt illerinden 350 öğrenci alınmış, öğretime başlanmıştı. Fakat Enstitüyü aydınlatacak elektriğimiz yoktu. Gemici fenerleri, lükslerle gece etkinliklerimizi yürütmeye çalışıyorduk.

Bakanlık, ordudan edindiği bir sahra elektrik motorunu bize göndermişti. Ama bunu montesi, binalara, alanlara, tesisat yapılması gerekli idi. Bu iş o günün geçer pahasına göre 25 bin liranın üstünde bir ödeneği gerektiriyordu. Durumu o günlerde enstitüye gelen rahmetli Tonguç’a açtım, ödenek istedim. Tonguç: ‘Ben sana bir ekip gönderirim, kısa zamanda yaparlar, ışığa kavuşursun.’ dedi. Verilen sözden bir aydan fazla zaman geçtiği halde ekip gelmemişti. Biz, gene geçen yılda olduğu gibi kış gecelerinin karanlığını gidermek için önlemler düşünmeye başladık. Bu günlerin sabahında Ankara- Diyarbakır- Kurtalan treninin üçüncü mevki vagonundan bir çocuk indi. Doğru yanıma geldi. ‘ Ben Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencisiyim. Adım Hasan Gülel. Yapılacak elektrik işleriniz varmış. Yapmaya geldim.’ Bu çelimsiz, kavruk Anadolu çocuğunun bu işi yapabileceğine inanamadım. İçimden geçeni de belli etmeden kendisine: ‘ Yoldan geldin, yorulmuşsundur. Biraz uyu, dinlen. Sonra görüşürüz’ dedim. Gerekenin yapılması için de okul başkanına görev verdim. Aradan iki saat kadar bir zaman geçmişti ki Hasan Gülel’i tekrar karşımda buldum. Elinde bir liste vardı. Uyumamış, okul başkanıyla binaları gezmiş, ölçmüş, biçmiş, motorun ambalajını açmış, kontrol etmişti.

Ismariş( sipariş C.Ö) listesini aldım. Satın alınması için muavin arkadaşım Nuri Bayer’i görevlendirdim. Bu hazırlığın içinde 20 tane de direk vardı. Yüksekliği 7.5-8 metre olacak, üst çapı da 15cm.den aşağı olmayacak; düzgün, budaksız kavak da olabilirdi.

Ismarışların alınmasını bekliyorduk. Bir ara, gene Hasan Gülel’i karşımda buldum. Bu defa Hasan, uslu bir öğrenci değildi. Bozuk giden işlerden öfkelenmiş bir enstitü müdürü pozu içinde: ‘ Size listeyi vereli iki gün oldu. Hala hiçbir şey yok ortada. Hani direkler? Niye ilgilenmiyorsunuz bu işle?’ dedi.

‘Çok haklısın Hasan’ dedim. Beraberce kamyona binip Diyarbakır’ın yolunu tuttuk. Orada da verilen boyutta direk bulma olanağı yoktu. Mardin yolu üstündeki bir kavaklıkta bulabildik istediğimiz direkleri. Gece yarısı enstitüye getirdik. Hasan Gülel memnundu. Ertesi sabah öğrencilerimizden bir ekiple işe başladı. On gün içinde bizi ışığa kavuşturdu. Bütün masrafımız ikibinbeşyüz lirayı geçmedi. O günlerin geçer pahasına göre 25 bin liralık bir işti bu.

Hasan Gülel Dicle’nin ‘ Hasan Ağabeyi’ oldu. Bu ad sürüp gitti Dicle’de. “ ( M. Nazif Evren, Yeni Toplum dergisi, Kuruluşunun 36. Yılında Köy Enstitüleri Özel Sayısı, s. 126, 127, 128)

Birçoğu henüz kuruluşunu tamamlayamadan programı değiştirilen ve sonra da temelli kapatılan Köy Enstitülerinde yazılması gereken çok öykü var. Sırası geldikçe onlardan da söz edeceğiz.

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları