“Savaşlar insanların ölüm fermanıdır: Sanat gerçek sanat savaşın, zulmün, şiddetin, tüketici oburluğunun, insanca olmayan her davranışın karşısındadır. …Çünkü ne olursa olsun, her biçim sanatın birinci işi başkaldırıdır. Sanat insanları yalana, zulme, bitip tükenmeyen anlamsız savaşlara, bütün kötülüklere karşı uyarır.”
Yaşar Kemal
Hayattaki bazı önemli olayları mantıkla açıklamak zordur. Neden sonuç bağlantılarını kurmak anlamsızlaşır o durumlarda. İşte o zaman yüreğimizin sesini dinlemek gerekir. Kitaplarda okuduğumuz, uzağında olduğumuz, ancak ekranlardan izleyerek haberdar olduğumuz savaşlar da bu mantıkla açıklanamayan olaylar arasında. Savaşların insanlara yaşattığı acıları biz de içimizde hissediyoruz. Kendi küçük, söyledikleri çok derin Küçük Prens kitabındaki küçük Prens’in dediği gibi “Doğruyu sadece yüreğinizle görebilirsiniz; esas olan göze görünmeyendir.” Burada göze görünmeyen vicdandır. Duygulardır. İşte sanat da vicdanın, o duyguların, çekilen acıların, resimle, müzikle, sözcüklerle anlatımı aktarımıdır.
Dünyanın gördüğü büyük savaşlar büyük romanlara konu olmuş. Savaşları yüceltmek için değil, tersine savaşın dışında kalanlara savaşların acımasız yüzünü göstermek, savaşın insan hayatında nelere mal olduğunu, roman kahramanları aracılığıyla okuyuculara en güçlü şekilde aktarmak için. Romanın barışı savunan dili, hangi savaş olursa olsun, hangi ülkenin yazarı tarafından yazılmış olursa olsun, savaşın ölüm kusan anlamsızlığını anlatmış.
Stephan Crane’in yazdığı ve 1895 yılında yayınlanan ‘The Red Badge of Courage’, dilimize farklı zamanlarda ‘Cesaret Madalyası’ ve ‘Kırmızı Cesaret Rozeti’ olarak çevrilmiş. Bu roman, Amerikan edebiyatının ilk modern savaş romanı olarak adlandırılır. Stephen Crane, Amerikan İç Savaşını (1863-1865) sıradan bir askerin ağzından anlattığı bu romanı yazdığında henüz yirmi dört yaşındaymış. Kendisi İç Savaşa katılmadığı ve bir savaş deneyimi olmadığı halde, okuduklarından yola çıkarak, savaşın bir kahramanlık hikayesi değil acılarla dolu bir trajedi olduğunu gerçeğini vurgulamış bu romanında.
Romanın kahramanı, bir arkadaşının korkunç ölümüne tanık olur ve savaşın adaletsizliğine öfkelenir. Sıradan askerlerin cesareti ve ölümün acıları onu hayali kahramanlık fikirlerinden kurtarır. Alayına geri döner ve gerçek cesaretle ve kahramanlık beklentileri olmadan savaşmaya devam eder.
Dünyanın neredeyse topyekûn birbirine girdiği, hükümdarlıkların imparatorlukların sonunu getiren I. Dünya Savaşı’nı anlatan en bilinen eserlerinden biri Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in 1929 yılında yayınlanan Silahlara Veda romanıdır(1). Bir diğeri ise Alman yazar Erich Maria Remarque’nin aynı yıl çıkan Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (2) adlı romanı. Bu iki eser de aynı savaşı, savaşın acımasızlığını en gerçekçi cümlelerle birbirinin devamıymış gibi anlatır farklı ülkelerde:
“Ülkeyi yöneten bir sınıf var, akılsız bir sınıf. Hiçbirinin bir boktan anladığı yok. Bu savaş bu yüzden çıktı işte. …Ben savaşı bitirmemiz gerektiğine inanıyorum. …Savaş zaferle kazanılmaz. … Ölüyordunuz. Ne için öldüğünüzü bilmeden. Öğrenmeye de zaman olmuyordu. Sizi dünyaya atıyorlardı, kuralları söylüyorlardı, ama sizi üssünüzden başka bir yerde bulur bulmaz da öldürüyorlardı. … Bundan emin olabilirdiniz. Nereye giderseniz gidin, öldürülüyordunuz.” (1)
“İlerimizde toprak çatlıyor. Topraklar yağıyor. Bir sarsıntı hissediyorum. Bir mermi parçası ceketimin kolunu yırttı. Yumruğumu sıkıyorum. Acı yok. Ama bu beni yatıştırmıyor, yaralar hep sonradan sızlamaya başlar. …Biz onları mahvetmezsek, onlar bizi mahvedecek.” (2)
Birinci Dünya Savaşı’nın yaraları sarılmadan, acıları dinmeden aynı nesil, gençliğinde ve orta yaşında yaşadığı bir büyük savaşa daha şahit olur: II. Dünya Savaşı. Yine seferberlik, yine acılar ve harabeye dönmüş kentler, yok olan milyonlarca can. Savaşın mantıksızlığını anlatan Joseph Heller’in 1961 yılında yayınlanan ‘Madde 22’ (Catch 22) adlı romanından bir alıntı da yukarıdaki cümlelerin devamı gibi:
“Beni öldürmeye çalışıyorlar,” dedi Yossarian sakin bir sesle.
Kimse seni öldürmeye çalışmıyor,” diye bağırdı Clevinger.
Öyleyse niye bana ateş ediyorlar?” diye sordu Yossarian.
Onlar herkese ateş ediyorlar” diye cevap verdi Clevinger .
“Onlar herkesi öldürmeye uğraşıyor.”
“o zaman ne farkeder ki?”
“Düşman dediğin nerede olursa olsun seni öldürecektir.”
“Hizaya getirmek için korku salıp itaat ettirmenin tek yolu orantısız ve muazzam güçten geçer.
Savaşla bir şeyleri düzelteceğini ummak bel soğukluğunun ilacını genelevde aramaya benzer.”
― Norman Mailer, Çıplak ve Ölü (1948)
Şairler de boş durmaz savaşlar karşısında. Kalem kılıçtan keskindir diyerek dillendirirler savaş karşıtı duygularını. Körfez Savaşı’nın gündemde olduğu günlerde 81 Türk şairinin birbirinden bağımsız olarak yazdıkları dizelerin kurgulanmasıyla gerçekleştirilen “Barış için Dizeler” 8 Şubat 1991’de düzenlenen bir toplantıyla dile getirilmiş. Dizeler, Orhan Alkaya ve Refik Durbaş tarafından kurgulanmış.
…
duyamam yaprağın sesini orman gümbürderken
olmak veya olmamak, bütün hatırladığım bu
yaşam da kanıyor insan da, ensemizde ölümün soluğu
iyi savaşlar sayın seyirciler, devam edin seyirci kalmaya
naklen cinayet çağı bu, katilin yüzü flu
“derslerinizi sakın ihmal etmeyin”
şiir unutmaz, “canlı yayın” yapsa da ölüm
savaş, içi dışı kül kokar
savaş, iki ağzı kırık bir kama
başkalarının kanıyla da ölebilir insan
şimdi yalnızca adları Savaş ve Zafer olan çocukların dönüşünü düşünüyorum
ölümün adıyla
kan diyorum kan ve fırlıyorum ayağa, tutun şu savaşı
acıların ve düşmanlıkların yıldızlararası dönemi bittiği zaman
Orion’un uyum şarkıları çıkacak aramızdan
hangi savaş yüz akıyla çıkmıştır savaştan
savaşı insanlık kadar eskidir diye haklı çıkarmak isteyen
bilsin ki, barışı insanlık kadar yenidir diye övünüyorum ben
Benim de aynı günlerde Körfez Savaşı’nın başladığı günlerde, kaleme aldığım şu dizeler var:
…
O günahsızlar, o bir şeyden habersizler,
O bugüne dek umutla yaşamışlar, o kimsenin fikrini sormadığı
O anaların canlarından çok sevdiği çocuklar,
gencecik askerler, siviller
Dün doğan güneş son güneşinizdi
Bundan sonra doğacak güneşler
Ancak soğuk cesetlerinizi aydınlatacak (’91 San Fransisko Türküsü-Yasemin Alptekin)
Tam bir aydır, yine bir savaşla yıkılıyor kentler, yok oluyor hayatlar. Ukraynalı masum siviller, gencecik Rus askerleri ölüyor birbirini kardeş bilen topraklarda. Rus yazar ve şair Aleksandr Puşkin’in adını taşıyan Rusya Devlet Başkanlığı tarafından kültür, eğitim, bilim ve edebiyat alanında verilen Puşkin Madalyası sahibi de olan Ataol Behramoğlu’nun da yüreği sızlıyor bu savaş görüntüleri karşısında. 13 Mart 2022 tarihinde Putin’e bir mektup yazıyor ve şöyle sesleniyor satırlarında:
“…Sovyet-Rus şairlerini Türkçeye kazandırmış bir Türk şairi; dilinizin, edebiyatınızın, kültürünüzün bir dostu olarak sizden bu acılara bir an bile gecikmeksizin son verilmesini, yaraların sarılmasına başlanmasını, yurtlarını terk eden ve etmekte olan Ukrayna yurttaşlarına ülkelerine dönme ve ülkelerinde kalma güvencesinin inandırıcılıkla verilmesini sağlamanızı bekliyorum ve önemle talep ediyorum.
Bunları başarmanız geri adım değil, ülkenizin, Rusya’nın büyük-hümanist edebiyatına, sanatına, kültürüne; nice acılardan geçmiş büyük ve barış sever halkınıza karşı göreviniz, gönül borcunuz olacaktır…”
Dinler mi Başkan Putin bu vicdanlı şair ve yazarın haykırışlarını? İyimser olmak zor savaş haberlerini dinlerken… Savaşla çözülmeye çalışılan sorunlar yeni savaşlara gebe kalıyor. Hayattan gelip edebiyata konu olan savaşları hayatta kalanlar yeniden ve yeniden hem okuyor hem yaşıyor. Savaşın dili ölüm, edebiyatın dili barış.
Aynstayn’ın bir sözüyle bitireyim: “III. Dünya Savaşında hangi silahlar kullanılacaktır bilemem ama IV. Dünya Savaşı taş ve sopalarla olacaktır, o kesin.”
Seattle-WA
YAYIN İLKELERİ
———————-
YURTSEVERLİK.COM sitesi Türkiye’nin birlik ve beraberliğinden, hiçbir ayrım gözetmeksizin toplumsal barışın korunmasından, insanın en yüce varlık ve emeğin en yüce değer olduğu savından, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden, sosyal adaletin hakim kılınması düşüncesinden hareketle yayıncılık yapar. Sınırları bu noktalardan geçen ilkeler çerçevesinde sitede yazılarına yer verilen herkesten aynı sorumluluğu eksiksiz göstermelerini bekler. Dolayısıyla YAYIMLANAN YAZILARIN HUKUKİ SORUMLULUĞU TAMAMEN YAZARLARINA AİTTİR.
İLETİŞİM
———————-
f.sayliman@gmail.com