20 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

DR. YASEMİN ALPTEKİN YAZDI- KÜRESELLEŞMENİN KALİTE KONTROL KARNESİ KIRIK

Ana Sayfa » DÜNYA » DR. YASEMİN ALPTEKİN YAZDI- KÜRESELLEŞMENİN KALİTE KONTROL KARNESİ KIRIK

Eklenme : 09.09.2021 - 15:07

DR. YASEMİN ALPTEKİN YAZDI- KÜRESELLEŞMENİN KALİTE KONTROL KARNESİ KIRIK

 

 Küreselleşme iyidir kötüdür tartışması, siyasi aktivistler, akademisyenler, iş dünyasının önde gelenleri ve siyasete yön verenler arasında ikilik yaratmayı sürdürüyor. Bu gruptakilerden bazıları hızlı ekonomik değişimlere bakıp ‘küreselleşme iyidir diyor, diğer grup ise aynı göstergelere bakıp kötüdür notu veriyor.

Oysa küreselleşme bir süreç. İyidir de deseniz, kötüdür de deseniz yüzyıllardır sürmekte ve sürecek. Diğer bir deyişle, teknoloji alışverişi, uluslararası ticaret ve turizm durmak bilmeyen bir akış içinde. Buradaki sorun küreselleşme değil, yarattığı sonuçlar. O yüzden, iyi mi kötü olduğunu anlamak için ne iş adamlarına, ne de politikacılara sormaya gerek var. İlk elde etrafa şöyle bir bakmak yeterli küreselleşme olgusunu anlamak için.

Halkı yönetenlerin, eleştiri ile hakaret arasındaki çizgiyi aştığı, baştakiler böyle yapıyorsa deyip vatandaşın da aynı minvalde ve her fırsatta birbirine sataştığı bir devirde, aklımızı akıllı telefonlara, cüzdanımızı yabancı markalara, eğitimimizi de sosyal medyaya teslim etmiş haldeyiz. Özgüvenimiz alacağımız beğeni sayısına, dinimiz kendiyle çelişen diyanet fetvasına, üniversitelerimiz intihalli rektörlere, medya yalan haber yayan kalemşörlerle yanlı moderatörlere, ülke diplomasız yöneticilere bırakılmışken vatandaşa da semt pazarlarından ucuz sebze alabilmek düşüyor.

Geçtiğimiz temmuz ayında Rize’yi seller basarken yurdun iki yüz ayrı noktasında çıkan orman yangınlarında, insanlar evlerini, mallarını, hayatlarını kaybetti. Diğer yandan, dünyanın bir diğer ucunda, yağmuruyla meşhur Seattle’da hava sıcaklığı normalde bu mevsimde 18-22 derece iken, Haziran ayında anormal bir rekorla kırk dereceyi aşınca tam yüz kırk kişi, evlerinde klima olmadığından ve sıcağın tetiklediği rahatsızlıkları yüzünden bu dünyaya veda etti. Bu arada zirvesi buzullarla kaplı dağlardaki buzlar eriyor, okyanuslardaki kirlilik denizlerdeki hayata zarar vermeyi sürdürüyor. Isınan sularda balinalar, somonlar dayanamayıp ölüyor.

Bütün bu kalabalığın ve karmaşanın ortasında, ‘bu bizim ev halimiz, küreselleşme nerede, varsa bile bize ne,’ demeyin. Küreselleşme işte tam da bu göstergelerle gösteriyor kendini. Bunun kanıtı olarak, gelin küreselleşmenin bir kalite kontrolünü yapalım, gerisini sonra tartışalım.

Küreselleşme bir süreç ise, sürecin kalite kontrolü olur mu, olursa hangi kriterlerle ve nasıl yapılır diye sorabilirsiniz. Yerinde bir soru. İşletmelerde kalite kontrolün kontrol edilen ürüne göre değişen ve uygulanan bir dizi kriteri olduğu malumunuzdur. Ancak, bu kriterlerin tüm alanlara denk düşen temel noktaları olduğunu da unutmamak gerek.

Bildiğiniz, ya da bilmediğiniz– gibi ISO International Organization for Standardization’ olarak adlandırılan standart belirleme örgütü bu kalite kontrol işleriyle uğraşıyor. Ek bir bilgi de, ISO’nun, Yunancada “eşit” anlamına gelen “isos” sözcüğünden türetilerek şu an kullanılan İngilizce açılımının kısaca “ISO” olarak adlandırılmış olması. Yani kalite kontrol değerlendirmelerinin, kriterler ışığında, eşitlik esasına dayanarak adil bir şekilde yapılması gerekiyor.

ISO, 1947 yılından bu yana 162 ülkenin üyeliğiyle standart belirlemeyi sürdürüyor. Uluslararası Standardizasyon Örgütü, ‘standardizasyon’u, ‘belirli bir faaliyetle ilgili olarak ekonomik fayda sağlamak üzere bütün ilgili tarafların yardımı ve işbirliği ile belirli kurallar koyma ve bu kuralları uygulama işlemi’ olarak tanımlamış. Buradaki kilit sözcükler, işbirliği, kural ve kuralları uygulama. Bir de ISO’nun özündeki eşitlik, etti dört ilke! Küreselleşmenin karnesine işte bu temel noktalar ışığında bakmak gerek.

Değerlendirmeye geçmeden önce kısaca, küreselleşmenin uzun tarihine bakalım. Küreselleşme yaşadığımız bu devre ait bir olgu değil. Bazılarına göre matbaanın icadıyla (1439), yani kitapların hızlı bir şekilde seri halde basılmasıyla, bazılarına göre ise daha da önce, Ortaçağda Haçlı Seferleriyle başlamış. Haçlı orduları (1095-1291) Fırat kıyılarına kadar gelip Urfa’yı da kuşatınca tüm Mezopotamya ve  Kudüs’ü de içine alan bu bölgede bugün de süregelen din savaşlarının kalıcı bir etkisi olmuş. Buna yabancı düşmanlığını, Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların birbirlerine olan hoşgörüsüz bakışını, ya da Hristiyan ve Yahudilerin din karşıtları ve pagan halklara olan husumetini de ekleyebiliriz.

Haçlı Seferleri, uluslararası ticaretin gelişmesinin ve teknolojik alışverişin hızlanmasının başlangıcı olarak da kabul edilebilir. Savaşa gidip sağ olarak ülkesine dönenler, Doğu’nun zenginliğinden bir parçayı da alıp yanlarında götürmeyi ihmal etmemiş tabii. Bunun yanı sıra, kutsal topraklara yerleşme mantığının ön plana çıkmasıyla, sömürgecilik ve terörizmin doğuşunun kökleri de yine bu tarihlere uzanıyor.

Başka bir görüşe göre ise küreselleşme on üçüncü yüzyılda (1271-1295) İpek Yolu üzerinden ticaret yapan Marco Polo’ya ve onun babasına bağlanıyor. Marco Polo, Anadolu’yu, Mezopotamya’yı, İran’ı, Türkistan’ı, Pamir Dağları’nı, Gobi Çölü’nü ve Çin’i dolaşmış. Bir nevi bizim Evliya Çelebi’nin Venediklisi. Farkı, Marco Polo’nun gezileri hem ziyaret, hem ticaret. Evliya Çelebi gibi sadece seyahat amaçlı değil. Bir de aralarında üç yüz elli yedi yıllık bir yaş farkı var. Marco büyük. İki buçuk yıl kadar süren bu yolculuklarından sonra Cengiz Han’ın torunu Kubilay Han’ın verdiği görevle on yedi yıl daha Doğu ülkelerini dolaşıp tarih, etnografya ve coğrafya incelemelerini kitaplaştırıyor. Matbaa icat olup da Marco Polo’nun Seyahatleri adlı kitabı pek çok okuyucuyla buluşunca, Marco Polo dünya çapında tanınıyor. Bu kitabın Christopher Columbus ve diğer birçok gezgine ilham verdiği de söylentiler arasında. Özetle, denizlere açılma ve keşifler de küreselleşmenin hızlanmasında büyük rol oynuyor.

İster Marco Polo ile, isterse ondan etkilenen Christopher Columbus’la başlasın, bu birbirinden farklı gibi görünen dört bakışın ortak özelliği, yeni yerler görme—ya da fethetme isteği, ülkelere uzak kültürlerden yeni ürünler getirme çabası–bugünün uluslararası ticareti gibi–ve taşımacılığın hızlanmasını sağlayacak yollar arama, denebilir. Bugünün deyişiyle, turizm, teknoloji, transport ve ticaret. Görüldüğü gibi, küreselleşmenin bu dört atlısı dünyanın henüz düz mü yuvarlak mı olduğu konusunda kuşkular varken bile dünyayı hızla küreselleştirmekteymiş.

Yeni ticaret yolları bulunup da insanlar daha çok mal edindiğinde, zenginlik ve zenginler artınca, toplumlar daha huzurlu ya da daha barışçıl olmuş mu, hayır! Aksine, doğu-batı arasındaki ‘medeniyetler çatışması’ Huntington’un 1992’deki kitabını beklemeden o tarihlerde zaten başlamış bile. Burada anlatmak istediğim, küreselleşmenin bugünkü olumsuz sonuçlarının kaynağını ararken suçu, bizim bir rolümüzün olmadığı uzak tarihin sayfalarına yüklemek değil. Tam tersine, 800-900 yıl geriye giderek gezegenimizin bugün başına gelenleri büyük bir resim içinde değerlendirmek.

O zamandan bugüne çok ilerleme kaydettiğimizi sanırken, aslında ilerleme sanılan her adımda gezegenimizin bağrında farklı bir yara açmışız. Arada olumlu girişimler de var tabii. Örneğin, Avrupa dinde Reform yapmış—en azından cennetin anahtarı satışları durmuş, Aydınlanma Çağı yaşanmış. Pek çok teknolojik icat yapılmış. Ancak, aynı Avrupa ülkeleri iki büyük Dünya Savaşında birbirlerini yok etmek için milyonlarca cana mal olan kıyımlar yaşamışlar. Yetmemiş, atom bombasıyla yüzbinlerce insanı bir anda yok etmişler.

Savaşları da siyasete dahil edip, siyaset ve ticaretten çok insan olarak küreselleşmenin neresindeyize bakmak gerek. Öyle ya, küreselleşme sürecini hızlandıran insanların merakı, istekleri, tüketim alışkanlıkları ve ek olarak haklı ya da haksız rekabet. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde. İşte bu noktada kalite kontrol yapmak gereği çıkıyor ortaya.

Bunun için de iklim değişikliği, çevre kirliliği, gelir eşitsizliği, varsıllarla yoksullar arsında açık ara uçurum, dinin siyasete alet edilmesi, dilin gitgide saldırganlaşması, eğitimin öğretimden öteye geçemeyip diploma yarışına dönmesi, çevre katliamları, yalan haber, doğru söyleyene sansür, ötekiler, berikiler, bizden olanlar olmayanlar, dijital dünya, sosyal medya kakofonisi, Z-kuşağı, gökkuşağı ve kısacası günümüz ana haber başlıkları nereye doğru yol aldığımız konusunda oldukça güçlü ipuçları veriyor bize.

ISO standartlarının eşitlik, işbirliği, kurallar ve bu kuralları uygulama kalemlerine baktığımızda bunların pek çok alanda göz ardı ve kulak arkası edildiğini görüyoruz. Gemisini kurtaran kaptan mantığıyla yalnızca baştakilerin istekleri ve onun peşinden gidenlerin oyları sayesinde en önce karaya oturan o kurtulamayan gemiler, yani ülkeler oluyor.

Oysa kalite kontrol değerlendirmeleri, iletişim ve gelecekle ilgili yapılanma plan ve programlarında şeffaflık, dünyadaki değişimlere ayak uydurabilmek, tüm veri ve iş akışının birbiriyle bağlantılı olması, yapılan işlerin etik ve çevre bilinci içinde olması; yönetimlerin, ihtiyaçları bilinçli ve sağlıklı bir şekilde belirlemesi gibi uygulaması pek de zor olmayan entegre bir sistemi içeriyor.

Ama ne yazık ki dünyada savaşların durmadığı, bilinçsiz tüketimin çevreyi mahvettiği, su ve diğer doğal kaynakların sorumsuzca tüketildiği, rant uğruna yeşil alanların betonlaştığı, insan ve diğer canlıların yaşam alanlarının yok olduğu bir dönemden geçiyor yeryüzü dediğimiz küremiz.

Tüm bu olup bitenler karşısında iktidar medyası gerçekleri aktarmaktan çok kendini besleyen ele layıkıyla hizmet yarışında. Bu hizmet anlayışı da saptırma, saklama ve gerçek olmayan bir habercilik ile mümkün ancak. Okuyanlar pembe gözlüklerle bakıyor dünyaya. Ne açlık ve sefaletten, ne yalan ve rüşvetten ne de faili meçhullerden haberdar oluyor okuyucular. Muhalefet ise trollerin hücumunda. Ağzını açana, gerçekleri yazana en galiz küfürleri etmekten sakınmıyorlar

Bunlar yerel durumlar demeyin. Çökülecek bir otel arayanlar, kripto paralarla zengin olanlar, çalıntı sorularla üniversiteli kazananlar, kolay kazançla köşeyi dönme yarışındakilerin hemen hepsi dünya çapında büyük oyuncular. Onlar bu tehlikeli oyunları, teknolojiyi, farklı ülkelerdeki bağlantıları, çok uluslu şirketlerin sunduğu ürün ve hizmetleri kullanarak oynuyorlar. Dünya tedricen değil, hızla uçuruma doğru gidiyor. Hem ahlaken hem de fiziksel olarak.

Bugüne baktığımızda, Columbus’un yelkenlilerinin yerini içinde beş bin yolcuyu barındırabilen on katlı transatlantiklerin, dev yük ve ticaret gemilerinin aldığını görüyoruz. O gün aylarca süren yolculuklar bugün denizlerde keyifle sadece günleri, havada sadece saatleri alıyor. Tüm dünyada, yuvarlak bir sayıyla, her gün yüz bin uçak havalanıp yere iniyor—bu sayı COVID sırasında 75 binin altına düşmüş. Dünyadaki taşıt sayısı 1 milyar 446 milyon olarak tahmin ediliyor. Eylül 2021 itibariyle 7 milyar 900 milyon olan dünya nüfusu için bu herkes dahil, neredeyse her beş kişiye bir araba demek. Tüm bunlar zenginleşme ve medeniyet unsuru sayılıyor. Ancak, fosil yakıtı da denen petrolle çalışan tüm bu ulaşım araçlarının havaya pompaladığı karbon miktarı ise işte bugün yaşanan iklim krizinin, küresel iklim değişiminin, baş müsebbibi.

O günün Haçlı Seferleri, bugün hızlı motorize birliklerle ve en kısa sürede en çok insan öldüren füzelerle ve bombalarla gerçekleşiyor. Göz dikilen zenginlikler baharat ve ipekli dokumalar değil artık, daha çok yer altındaki kaynaklara el atılıyor. Ormanlar kesilip beton yığını gökdelenlere, lüks otellere yer açılıyor. Yeşil yok olurken dünyanın ciğerleri de nefes alamaz hale geliyor.

Yeni dünyaya ayak basan beyazların, kendinden önce o topraklarda doğayla iç içe yaşayan yerlileri yok etmeye çalışmasıyla, bugün farklı etnik grupları benzer yöntemlerle, kimliklerini yok etmeye susturmaya çalışması arasında ne fark var?  Ya da Afrika’dan getirilen siyahların iki yüzyılı aşkın bir süre ABD’nin pamuk tarlalarında köle olarak en gayri insani şartlar altında çalıştırılmalarıyla, savaştan kaçan sığınmacıları merdiven altı atölyelerde üç kuruşa razı ederek çalıştırma arasında fark var mı? İşte bu göstergeler küreselleşmenin iyi ya da kötü olmasının değil, kontrolsüz gidişinin kanıtı.

Bir öğrenci derslerinde ilerleme sağlayamıyorsa ders notu kırık gelir. Küreselleşme bu saydığımız noktalarda kalite kontrolsüz bir süratle ilerliyor. O yüzden karnesi kırıklarla dolu. Peki nasıl yükselir bu kalite? Aslında basit. Birinci kural her bir bireyin, gerçek zenginliği öncelikle, paranın dışında insan olmakta araması. Kendisini yönetecekleri seçerken de bu insani hasletleri taşıyanlara oy vermesi. İkincisi yaşadığımız dünyayı ve çevreyi kendi sağlığımız kadar önemseyerek, severek, özenle korumak. Diğer önemli bir nokta da, bu iki koşulun yerine getirilmesini sağlayacak bir dille konuşmak.

Başı açıkmış kapalıymış tartışması yerine, açgözlülüğü gösterişi, israfı, paylaşmamayı, ayrıştırmayı, cinsiyet ve etnik ayrımcılığı günah saymak, bu ilkeleri tüm ‘Küresel Eğitim Müfredatı’ halinde ‘Dünya Vatandaşlık Dersleri’ ile yaymak. Kimsenin malına toprağına göz dikmemek, ilerlemeyi belli bir zümrenin iktidar amacı olarak değil, tüm insanlığın refahı için araç olarak görmek. Her bireyin yaşama hakkına saygı göstererek kimseyi ötekileştirmeden, barış içinde yaşamayı ilke edinmek, paylaştığımız bu dünyada kaynakları da zenginliği de paylaşabilmek ve eğitim anlayışını bu ilkeler  ve ‘sevgi’ üzerine kurmak. Küreselleşmenin hızını betona değil insana yatırım yaparak işlevsel hale getirmek, işlevsellik de kalite kontrolün en önemli parçası.

Daha güzel bir dünya mümkün.

Yeter ki küreselleşmenin kırık karne notlarını bu bilinçle düzeltmek için uğraşalım uğraşanlarla işbirliği yapalım.

Küreselleşmeyi durdurmak mümkün değilse de gidişatın yönünü değiştirmek elimizde.

Seattle,WA

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları