25 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

E. BÜYÜKELÇİ BÜLENT MERİÇ YAZDI- DOĞU AKDENİZ GERİLİMİNİN ARKA PLANINDAKİ GERÇEKLER

Ana Sayfa » GÜNCEL » E. BÜYÜKELÇİ BÜLENT MERİÇ YAZDI- DOĞU AKDENİZ GERİLİMİNİN ARKA PLANINDAKİ GERÇEKLER

Eklenme : 14.09.2020 - 14:25

E. BÜYÜKELÇİ BÜLENT MERİÇ YAZDI- DOĞU AKDENİZ GERİLİMİNİN ARKA PLANINDAKİ GERÇEKLER

 

 

 

 Uluslararası Politikada Neo-Realist Doktrinin öncülerinden Kenneth N. Waltz’a göre bir sistem, bir yapı ve etkileşen birimlerden oluşur. Yapıyı tanımlamak, birimlerin birbirleriyle nasıl etkileştiklerini göz ardı edip, bunların birbirlerine göre nasıl konum aldıklarına yoğunlaşmayı gerektirir. Birimlerin nasıl konumlandıkları sistemin özelliğini gösterir.

 

Bugünkü uluslararası sisteme baktığımızda çok merkezli bir yapıya doğru evrildiğini ve devletlerin buna göre kendilerini konumlandırmaya çalıştıklarını görürüz. Uluslararası sistemin akışkanlığının en yoğun olduğu dönemde, maalesef Türkiye, AK Parti hükümetleri sayesinde, pusulasını şaşırmış; dünya jeopolitiğinin en kritik olduğu coğrafyada kendini bir türlü doğru düzgün konumlandıramamıştır. Dış politikada, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, önderimiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından yerleştirilmiş temel ilkeler çiğnenmiş ve yerlerine diğer devletlerin yaptıkları gibi realist ve materyalist bakış açısıyla ülkemizin ulusal çıkarlarını gözetecek yeni ilkeler getirilememiştir.

 

İhvan anlayışı temelinde Pan-İslamizim, Yeni-Osmanlıcılık, Türkiye’nin ulusal gücünün gereğinden fazla abartılması, kendini vazgeçilmez görme yanılgısı, her konuda liderlik yapma sevdası ve bunun neticesi içine düştüğü yalnızlığı “değerli” görme hayalperestliği, dış politikada savrulmayı ve enerji kaybını beraberinde getirmiştir. Diplomaside, 19. yüzyılda kıta Avrupasının sorunlarından uzak kalarak güç dengesini korumaya çalışan dönemin süper gücü Birleşik Krallık için kullanılmış “Değerli Yalnızlık”ın, AKP kurmaylarınca günümüzün Türkiye’sine uyarlanması hayalperestlik ya da iç kamuoyunu yanıltmaktan başka bir sebeple izah edilemez.

AKP, iktidar olduğu andan itibaren dış politikayı iç politikanın tüketimine sunmuştur.

Son yıllarda iç politikada mevzi kaybetmeye başlayan AKP, bir yanda milliyetçi/ulusalcı ittifakı ayakta tutmaya, diğer yanda dış politikada her vesileyle köpürttüğü milliyetçi atmosferden beslenmeye çalışmaktadır.

Doğu Akdeniz’deki gelişmeler de bu genel eğilimden masun değildir. Bugün Türkiye, on sekiz yılın ihmali ve yanlış politikası neticesi Doğu Akdeniz’de kaybettiği dengeyi askeri güce dayalı bir siyasetle geri kazanmaya çalışmaktadır. Militerleşme üzerinden yeni bir Doğu Akdeniz politikasının kurgulanması hedeflenmektedir. Bunun için karşı tarafın son on yedi yıl içerisinde adım adım inşa ettiği oyun sahasını değiştirmeye razı olması gerekmektedir. Bu da ufukta görülmemektedir.

Kuvvete dayalı siyasetin tırmandırılma durumu senaryosu bulunmadığı gibi, çıkış stratejisinin de olmadığı anlaşılmaktadır.

 

Türkiye’nin Güneyindeki Değişim

 Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri tek başına değil Irak’tan Libya’ya kadar uzanan eksen üzerinde, bütünsellik ilişkisi içerisinde değerlendirmek kanaatimce doğru yaklaşım olacaktır.

Güneyimizde uzanan bu eksen üzerindeki denge, 2000’li yılların başından itibaren, ABD’in terörle savaşı bağlamında değişmeye başlamıştır. İran’dan Lübnan Hizbullahı’na kadar uzanan ve İsrail’in güvenliğine önemli bir tehdit teşkil eden ‘Şii Kuşağı’nın yıkılmasını hedefleyen bu değişim karşısında birbiriyle çekişen politikalar izlendiği ve pozisyonlar alındığı dış politika süreçleri olmuştur. Bir diğer ifadeyle, uluslararası sistemde kendini bir türlü konumlandıramayan Türkiye, Bölgesel yapıdaki değişim karşısında da bir türlü doğru düzgün konumlanamamıştır. Bu da yapıyı değiştiren büyük güçler nezdinde güven kaybı yaratmıştır. Örneğin, ABD’in Irak’a müdahalesi öncesi somut vaatlerde bulunulmuş, bilahare Tezkere’nin red edilmesiyle verilen sözler tutulmamıştır; Irak’ta rejim değişikliğinden sonra uzun süre Merkezi Hükümet yerine Kuzey Irak Kürt Yönetimiyle ilişki kurulmuş ve işbirliği yapılmıştır. Kürtler Eylül 2017’de bağımsızlık referandumuna gittiklerinde ise Kuzey Irak ile ilişkiler birden bire kesilmiş, Bağdat Hükümeti muhatap alınmaya başlanmıştır. NATO’nun Libya’da ne işi var dedikten hemen sonra, sonuçları iyice değerlendirilmeden Kaddafi Rejimini devirecek NATO harekatına katılınmıştır. Libya’da güç boşluğunun yol açtığı iç savaşta ise Birleşmiş Milletler’in tanıdığı hükümetten yana pozisyon alınarak uzun süreceği görülen bir vekalet savaşının tarafı olunmuştur.

Suriye’de ise, bilinmeyen nedenle Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Beşir Esad Hükümetine karşı ayaklanan muhalif gruplar desteklenmiştir. Bir günde ‘kardeşim Esad’, Esed haline gelmiştir. Suriye’de de iyice değerlendirilmeden vekalet savaşının tarafı olunmuş; Birleşmiş Milletler Şartı ve 1970 tarihli Devletlerarası Dostça İlişkiler Bildirgesine aykırı biçimde muhalefet Türkiye’de örgütlendirilmiş, bunlara askeri eğitim ve lojistik destek sağlanmıştır. Bunlar arasında El Kaide uzantısı radikal islami grupların bulunması ve Irak-Suriye ekseninde İŞİD’in kurulması Türkiye’yi her alanda olduğu gibi, Suriye’de de ABD ile yol ayrımına getirmiştir. ABD, 2013 yılından bu yana, Türkiye’ye zarar verecek şekilde Suriye’de İslami köktendinciliği önlemek üzere PKK uzantısı PYD/YPG’i ortak olarak kullanmaktadır.

Türkiye’ye karşı güven kaybı sadece ABD değil, Suriye krizine ileri aşamada Esad rejimi lehinde müdahil olmuş bulunan Rusya açısından da geçerlidir. İslami köktendinci grupların desteklenmesi ve 2015 yılında Rus savaş uçağının düşürülmesi Türkiye’nin Suriye’de gerçek hedefinin ne olduğu noktasında Rusya’yı da endişeye sevk etmiştir.

Bugün, her iki güç de, Türkiye’yi güneyinden çevreleme siyaseti izlemektedir. ABD açısından bu, İran’ı da içine alacak biçimde “Çifte Çevreleme” stratejisidir. Bu nedenle, Türkiye’nin, güneyinde adım adım inşa edilen “Kürt Koridoru”nu engellemek için sınır ötesinde başlattığı üç harekat da, ABD ya da Rusya’nın müdahalesi nedeniyle hedeflerine ulaşamamıştır.

 

Bozulan Doğu Akdeniz Dengesi

 Doğu Akdeniz’de bugün yaşanan gerilim de büyük güçlerin Türkiye’yi güneyinden çevreleme siyasetlerinin bir uzantısıdır.

Doğu Akdenizde gerek ABD gerek NATO açısından istikrarlı bir düzen vardı ve Türkiye bunun önemli bir parçasıydı.Buna göre, Türkiye ve İsrail iyi ilişkiler ve işbirliği içinde bulunuyordu. Bunun arkasında duran ABD, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımamakla beraber böyle bir siyasi oluşuma göz yumuyor, Kıbrıs Rumlarına silah ambargosu uyguluyor ve Yunanistan’ın Ege’de karasularını 12 mile çıkarma düşüncesine sıcak bakmıyordu. Yunanistan ve Kıbrıs Rumları ise daha çok Avrupa Birliği’in desteğini alıyordu. Doğu Akdeniz’in diğer büyük oyuncularından İngiltere, Kıbrıs’taki üslerine dokunulmadığı sürece ilgi göstermiyor; Mısır ise Türkiye ve Yunanistan’a eşit mesafede duruyordu. Batı’nın stratejik ihtiyaçlarını karşılayan bu düzen Rusya’yı mümkün mertebe dışarıda bırakıyordu.

AKP Hükümeti’nin 2010’dan itibaren İsrail ile ilişkisini bozması ve General Sisi’nin yönetimindeki Mısır ile yersiz ve anlamsız bir gerginlik politikası başlatması, Türkiye’nin Bölgede iki önemli ortağını kaybetmesine sebep oldu. Oysa, Yunan-Rum ikilisi 2003 yılından itibaren Bölgede deniz yetki alanı paylaşımı mücadelesi başlatmıştı. AKP Hükümeti, sivil/asker bürokrasinin ikazına rağmen bunu pek ciddiye almıyor, Türkiye’nin ön alarak Münhasır Ekonomik Bölgelerini (MEB) belirlemesi noktasında kayıtsız kalıyordu. Bütün dünya MEB mücadelesi verirken kafalar hala daha sınırlayıcı olan kıta sahanlığındaydı.

İsrail ve Mısır, Türkiye ile ilişkileri bozulunca Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a yakınlaştılar. Mısır zaten GKRY ile MEB Anlaşmasını 2003 yılında yapmıştı. Bu yıl Yunanistan ile de deniz yetki alanını belirleyerek tarafını iyice seçmiş oldu. İsrail ise GKRY ile MEB Anlaşmasını 2010 yılında gerçekleştirdi. Güvenlik konularının da ele alındığı Yunanistan-GKRY-Mısır ve Yunanistan-GKRY-İsrail üçlü zirveleri ve ortak tatbikatlar yapılmaya başlandı. Türkiye’ye yakın duran Lübnan, Ürdün ve Filistin bile Yunanistan ve GKRY ile üçlü zirvelere taraf oldu. Lübnan ayrıca GKRY ile MEB Anlaşmasını 2007 yılında gerçekleştirdi.Fransa’nın açıktan desteğini arkasına alan Yunan-Rum ikilisi MED-7 Zirveleri sayesinde Avrupa Birliği üyesi bütün Akdeniz kıyıdaşlarını kendi pozisyonlarını destekler hale getirdi.EastMed Gaz Forumu, bir uluslararası örgüt olarak 16 Ocak 2020 günü Kahire’de kuruldu. Mısır, Yunanistan, GKRY, İtalya, Ürdün ve Filistin’in katıldığı bu forumda Doğu Akdeniz’de 1577 km kıyısı bulunan Türkiye yoktu. Türkiye, gözlerinin önünde cereyan eden bu yoğun diplomatik sürece sadece bakıyor ve kendisi dışında yapılan anlaşmaları garip şekilde ‘yok saymak’la yetiniyordu.

Diplomasi, argüman üreterek, müzakere ederek, yeni ortaklar bularak, gerekirse alternatif anlaşmalar yaparak yürütülür. AKP bir düzeni bozmuş ve yerine yenisini inşa edememişti.Doğu Akdeniz’de KKTC dışında ortağımız kalmamıştı. Nev i şahsına münhasır KKTC Cumhurbaşkanı da zaman zaman  Rum yanlısı beyanlar vermekten çekinmiyordu. Sadece 2011 yılında KKTC, 2019 yılında ise Libya merkezi hükümetiyle MEB Anlaşmaları yapılabildi.

 

ABD ve Rusya’nın Tutumları 

ABD ve Rusya’nın  Türkiye’yi çevreleme politikaları gereği Yunan-Rum tezlerini destekledikleri görülmektedir. ABD ile Yunanistan arasındaki Güvenlik İşbirliği Anlaşması süresiz uzatıldı. Girit’teki askeri liman 6.Filo’nun kalışına uygun hale getirildi,Yunanistan ana karasında İHA ve Helikopter Eğitim Üssü ve Dedeağaç’ta sınırımıza yakın bölgede Deniz ve Hava Üssü kuruldu.

 

Kıbrıs’ta Bozulan Denge      

 Kıbrıs’ta 1974’ten bu yana siyasal ve askeri bir denge bulunmaktaydı. Tanımamazlık politikasına rağmen Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki askeri varlığı ABD ve NATO için bir sorun oluşturmuyordu. Sonuçta Türkiye NATO üyesi bir devletti ve asıl sorun Rusya ile özel ilişkileri olan, bu ülkeden zamanında S-300 füze sistemi alan, Rus oligarkların kara parasını aklayan, AKEL aracılığıyla Rusya ile bağlarını sürdüren Rum tarafıydı. Türkiye’nin İsrail ile bozuşması Kıbrıs’taki statükoyu da olumsuz etkiledi. Askeri denge bozulmaya başladı. KKTC’deki Türk asker sayısı ile Rum Milli Muhafız Ordusu sayısı birbirine yakın iken, iki tarafta da deniz ve hava kuvvetleri bulunmuyordu. Bu durum değişmeye başladı. 2017 Kasım ayından itibaren İsrail,güvenlik alanında Yunanistan ve GKRY ile üçlü işbirliğini başlattı. Rum yönetimi İsrail’den 4 adet İHA satın alırken, Türkiye adaya SİHA’larını gönderdi. Üç ortak, ABD deniz unsurlarının da katılımıyla sık sık deniz tatbikatları yapar oldu.

Rum yönetimi Fransa ile üs anlaşması imzaladı ve Fransa buraya 2 savaş uçağı ve bir fırkateyn yolladı. Şimdi ise Fransız uçak gemisi “Charles de Gaulle”un gelmesi bekleniyor.

Yakın zamanda  ABD   GKRY’ne uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı ve Rum tarafını askeri eğitim programına (IMET) dahil etti. Ayrıca, Dışişleri Bakanı Pompeo “Kıbrıs’ta Kara,Açık Deniz ve Liman Güvenliği Merkezi” kurulmasına yönelik mutabakat muhtırasını imzaladı. GKRY’i ziyareti sırasında Türk tarafıyla görüşmeyen Pompeo’un Türkiye karşıtı beyanları dikkat çekti. Kıbrıs’ta askeri açıdan kapanmış bir paketi yeniden açmaya yönelik bu adımlar yine AKP yönetimim tarafından ‘yok’ sayıldı! Oysa Kıbrıs sorununu çözüm müzakereleri kapanmış bu paket üzerinde yürütülüyordu.

 

Nasıl Bir Çıkış Stratejisi?

 AKP değer bazında bir dış politika uygulamakla övünmektedir. Bu, reel politiği önemsemeyen, İslamın yüceltilmesini ve ümmetin Türkiye merkezinde birleştirilmesini amaçlayan dış politikadır. Ne var ki; son Arap Ligi toplantısında da şahit olunduğu gibi, Türkiye’in İslamcılığını gönülden destekleyen ortağı kalmamıştır. Dış Politikanın mevcut parametrelerde sürdürülmesi Türkiye’yi yıpratmaktan başka sonuç vermeyecektir. Doğu Akdeniz siyaseti şimdiden Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasını ipotek altına almıştır. Esasen Ege’de on yıllardır yaşanan gerginlik şimdi Akdeniz’e inmiş, kapsama alanını büyütmüştür. Türkiye, bizzat kendisi oyun sahasını değiştirmediği sürece bu durum ilelebet sürecek ve enerji kaybına yol açacaktır.

Oyun sahasının değiştirilmesi ise ancak reel politik bakış açısıyla Türkiye’nin Batı camiasına bağlı bulunduğunun tereddüte yer vermeyecek biçimde gösterilmesiyle olur. ABD ve AB ile ilişkilerimiz yeni bir düzlemde, çıkar ve güvenlik endişelerini karşılıklı gözetecek biçimde canlandırılmalı, AB’e katılım müzakerelerine geri dönebilecek şartlar oluşturulmalıdır. Türkiye, İsrail ve Mısırla ilişkilerini de eski seviyesine yükselterek sadece Doğu Akdeniz’de değil uluslararası politikada da önemli roller oynayan iki devleti de tekrar işbirliği ortağı haline getirmelidir. Bunun için de yakın çevremizde devam eden vekalet savaşlarına taraf olmaktan vaz geçilmelidir. Gerek Suriye gerek Libya’da savaşan iki taraf ile adil, tarafsız diyalog kurularak sorunun değil, çözümün tarafı olmaya gayret gösterilmelidir.

Bütün bunların AKP iktidarında gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü iktidar, yaptığının doğru olduğuna hala inanmaktadır. Türkiye’de en kısa zamanda iktidar değişikliği elzem hale gelmiştir.

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları