25 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

E. BÜYÜKELÇİ. DR. A. BÜLENT MERİÇ YAZDI- BÜYÜK ZAFERİN YÜZÜNCÜ YILININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Ana Sayfa » GÜNCEL » E. BÜYÜKELÇİ. DR. A. BÜLENT MERİÇ YAZDI- BÜYÜK ZAFERİN YÜZÜNCÜ YILININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Eklenme : 31.08.2022 - 15:44

E. BÜYÜKELÇİ. DR. A. BÜLENT MERİÇ YAZDI- BÜYÜK ZAFERİN YÜZÜNCÜ YILININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Büyük Taarruz ya da Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin destanımsı zaferle sonuçlanmasının ve böylece “ahval ve şerait” ne olursa olsun Türk’ün esaret altında yaşamayacağını dünyaya gösterilmesinin yüzüncü yıldönümünü dün kutladık.Bu vesileyle başta kurucu önderimiz, büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, bu vatan için hayatlarını feda etmiş olan bütün şehitlerimizi, gazilerimizi saygıyla, rahmet dileyerek ve minnetle andık.  Peki, 30 Ağustos 1922, yüzüncü yıldönümünde tarihimizdeki anlamı ile mütenasip bir görkemde kutlandı mı? ve uluslararası kamuoyuna, anlama uygun mesajlar verildi mi? Kanaatimce önemli bu iki soruya olumlu yanıtlar vermek maalesef mümkün değildir.

Yüzyıl insan hayatında iki nesli kapsayan uzun bir zaman dilimidir. Bu zaman zarfında değişim olması kaçınılmazdır. Fikirler ve toplumlar değişebilir. Ancak, Kurtuluş Savaşı’mıza, kurucu liderimize ve Cumhuriyetimize ilişkin değerlere geçmiş zamanın coşkusuyla sahiplenilememesinin sebebi bir toplumsal değişim değildir. Bir başka ifadeyle tarihin ruhunun değişmiş olduğundan söz edilemez. Ünlü sosyolog Emile Durkheim’a göre toplum, onu oluşturan bireylerin toplamından daha büyük bir varlıktır. Bireylerin çoğunluğunun görüşünün mutlaka toplumun görüşü haline gelmesi düşünülemez. Toplumsal vicdan ve toplumsal hafıza psikolojik değil, birer sosyolojik olgudur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kuvayı milliye ruhu, halkın egemenliği ve demokratik, laik Cumhuriyet, toplumsal vicdanımıza ve toplumsal hafızamıza kolayca silinemez biçimde nakşedilmiş değerlerdir. Bugün, özünde hilafetçi ve saltanatçı bir azınlığı temsil eden iktidarın zorlandığı nokta buradadır.

Cumhurbaşkanı, dünkü konuşmasında, tarihine yeteri kadar sahip çıkmayan bir millet olduğumuzdan söz etmiştir. Tabii Zat ı Devletleri, temsil ettiği siyasi zihniyetin söylem ve sloganlarla tarihimizi değiştirmeye çalıştığından ve tarihin okunuşunun değiştirilmesi ile toplumsal hafızanın da değişmesinin umulduğundan bahsetmemiştir. Bahsedemez de…. Tarihçi geçinen Fesli Kadir Mısıroğlu’dan bayrağı devralmış bulunan eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Rize’nin fethinin 561. yıldönümü konuşmasında bu görevi üstü kapalı biçimde ve beceriksizce yerine getirmiştir. Şehirlerin kurtuluşunun kutlanmaması gerektiğini, sadece fetihlerin kutlanabileceğini belirten Kahraman, İzmir’in kurtuluşu için “müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler; kurşun sıkmadık ki!” diyerek kurtuluş savaşının boşa verilen bir mücadele olduğunu ve cumhuriyetimizin yalanlar üzerine kurulduğunu öne sürmüştür. Maalesef  meclis başkanlığı makamına kadar devlette yükselmiş bulunan bu zat, 9 Eylül’de İzmir’in kurtarılması töreni yapılmasının anlamsızlığını da, kendi fakir bakış açısından ortaya koymuştur.

30 Ağustos 1922 emperyalizm ve onun maşasının, atalarımız tarafından, Türk yurdu olan Anadolu’dan kovulmasını simgelemektedir. 30 Ağustos aynı zamanda saltanatın ve hilafetin ilgasının, ulusumuzun egemenliği uhdesine almasının; laik ve demokratik cumhuriyete yolculuğun çıkış noktasıdır. Bu nedenle kurtuluş savaşımız ve  Türkiye Cumhuriyeti devleti, emperyalizmin boyunduruğu altında yaşayan bütün mazlum milletlere örnek olmuş; sömürgeciliğe karşı mücadeleyi başlatmıştır. Bugün Türkiye’yi yöneten iktidar Zafer Bayramı’nın bu anlamını değiştirmeye gayret göstermektedir. Dünkü konuşmasında 30 Ağustos’u “Rumsındığı” olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı, “1364’teki Sırpsındığı savaşı nasıl Balkanların fethine yol açmışsa, Rumsındığı savaşı da Anadolu’nun fethini tamamlamıştır” demiştir. Sındık “kırım, kırma” anlamına gelmektedir. Büyük Taarruz “Rumsındığı” olarak tanımlandığı takdirde, işgalci Yunanların kırıma uğramış olduğu anlamı çıkmaktadır. Oysa, işgalci Yunan ordusu ana vatanımızı yakmış, yıkmış ve soykırım uygulamıştır. Ne olursa olsun, iktidar için önemli olan tarihi yeniden yazarak toplumsal hafızayı değiştirmektir.  Böylece, esasta ana vatanın savunulması olan 30 Ağustos, İsmail Kahraman’ın argümanı doğrultusunda, bu yılki 9 Eylül kutlamalarını destekler şekilde bir fetih savaşı kalıbına sokulmuştur.

Amaç için tarihimiz çarpıldığı gibi, tarihimizin değişik dönemlerindeki malzemelerden de selektif biçimde yararlanılmaktadır. Bunun en belirgin örneği iktidarın, 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi’ni, 26-30 Ağustos günleri arasında kutlanan Zafer Haftasına entegre etme düşüncesi olmuştur.  Bunun için, sistematik biçimde bölgede gerekli alt yapı oluşturulmuş; Ahlat’ta bir saray yapılmış, toplanma ve ibadet mekanları ortaya çıkarılmıştır. Esasen Malazgirt de, 30 Ağustos da tarihimizde destana dönüşmüş birer kırılma noktasıdır. Her ikisi de bizimdir ve atalarımız büyük özveriyle, bugün gururla andığımız kahramanlıkları toplumsal hafızamıza geçirmişlerdir. Ne var ki; iki zaferimizin kaydedildiği dönemlerde tarihin ruhu bambaşkadır. Malazgirt, güçsüzleşmiş, varlığını sürdürebilmek için Hristiyanlığı benimsemiş, Anadolu’daki idaresi zayıflamış ve ceberutlaşmış Roma İmparatorluğuna karşı Türklerin verdiği mücadelelerden bir tanesidir. Malazgirt bir fetih savaşıdır. Ancak, iddia edildiği gibi Anadolu’nun kapısı Türklere 1071’de açılmamıştır. Ayrıca, Malazgirt, iktidarın tasvir ettiği gibi, Sünni Müslüman dünyanın Hristiyanlara üstünlüğünü de simgelememektedir. 1071 İslamın değil, Türklerin Doğu Roma İmparatorluğu’na karşı zaferidir. Bu da Romen Diyojen’in ordusundaki Uz, Peçenek ve Kumanlar gibi Hristiyan Türk unsurların saf değiştirmesi neticesi sağlanmıştır. 30 Ağustos ise, Türklüğün emperyalizmin baskısı ve işgali altında katledilerek, Orta Asya’nın steplerine sürülmeye çalışıldığı bir dönemde, yokluklar içerisinde verilen bir ana vatan mücadelesidir.  30 Ağustos kesinlikle bir fetih savaşı değildir ve olamaz. 30 Ağustos’un öneminin bu genişletilmiş potada eritilmesi; gerek Malazgirt gerekse 30 Ağustos için yapılan dualarda her sene Atatürk ve silah arkadaşlarının unutulması toplumsal hafızamızı değiştirmeye yönelik gayretlerin birer parçası olup, artık bu algı oyununa son verilmesinin zamanı gelmiştir.

Zira, bu oyun sadece toplumumuzda ayrışmaya yol açmakla kalmamakta, dış politikamıza da zarar vermektedir. Malazgirt ile 30 Ağustos’un aynı potaya konulması Yunan Megali İdeacıların ekmeğine yağ sürmektedir. Megali İdea düşüncesi Anadolu’nun Türklerin değil Yunanların ana vatanı olduğu, Yunan kültür ve medeniyetinin Minos döneminde (MÖ 17 bin) Anadolu’da (Datça-Knidos) filizlendiği, Türklerin haksız biçimde “Rum ülkesine” sahiplendikleri ve yerlilere soykırım uyguladıkları tezine dayanmaktadır. Söz konusu mantığa göre 1071 “işgal ve soykırımın başlangıcı” ; 30 Ağustos 1922 ise “işgale son verme girişiminin hazin sonu” olmaktadır. Oysa, yukarıda vurguladığımız üzere, Anadolu Malazgirt ile Türkleşmediği gibi hiç bir zaman Yunan olmamıştır. Küçük Asya’da Yunan öncesi yaşamış kavimler Batı’dan değil Doğudan gelmişlerdir. Anadolu’nun Hitit öncesi tarihi henüz tam aydınlatılamamış olmakla beraber, Hitit yazıtları, Anadolu’ya yapılan Yunan göçünden çok önce bu topraklarda Anadolu’nun yerlileri sayılabilecek Luvilerin yaşadığını ortaya çıkarmıştır. Etimolojik olarak Luvi dilinin Türkçe ile benzerlik gösterdiği söylenmektedir. Anadolu halkları sadece belli bir dönem Yunan tarafından kolonileştirilmiş ve antik Yunan kültürünün etkisi altında kalmışlardır.

30 Ağustos’un yüzüncü yıldönümü kutlamaları, hatasıyla ve sevabıyla, önümüzdeki yıl gerçekleşecek Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı için bir örnek oluşturmuştur. Bu zaman aralığında Türkiye çok önemli bir seçim geçirecektir. Seçimlerden sonra yeni bir iktidar emaneti devraldığı takdirde burada kaydetmeye çalıştığımız düşüncelerimizi dikkate alması temenni olunur.

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları