26 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

EMİNE TÜRKER ÖZGEN YAZDI- BİR BEYAZ KUĞU LADY DİANA

Ana Sayfa » GÜNCEL » EMİNE TÜRKER ÖZGEN YAZDI- BİR BEYAZ KUĞU LADY DİANA

Eklenme : 24.09.2022 - 9:18

EMİNE TÜRKER ÖZGEN YAZDI- BİR BEYAZ KUĞU LADY DİANA

Parmak uçlarımda yükseliyorum. Karşımdaki ayla bakışıyoruz bir an. Döndükçe başım dönüyor. Eğilip
kalktıkça camlara yansıyan titrek ışıklar dansıma eşlik ediyor. Bir melodi var kulağımda. Uptown Girl
çalıyor.

Kraliyet Opera Binası’nda bütün gözlerin üzerimde olduğu dakikaları düşünüyorum. Charles’ın otuz
yedinci doğum günündeyim yeniden. İzlerken mutlu gözükmüyor. Kalkan kaşı geliyor gözümün önüne.
İçimi burkan bir duygu var, aradan çok zaman geçti oysa.

Kensington farklı bana bu akşam. Büyük salona geldim şimdi. Beni kimsenin görmediğinden eminim.
Gecenin sessizliği beynimdeki konuşmaları susturmaya yetmiyor bir türlü. Dans etmesem yine içimdeki
boşlukları sarayın mutfağında bulduğum yiyeceklerle dolduracağım. Sonra beni yorgun düşürünceye
kadar çıkmak isteyecekler içimden. İzin vermeyeceğim bu gece. Parmaklarımı piyanonun tuşlarının
üzerinde gezdiriyorum bir an. Çalmayalı ne kadar zaman olduğunu unutmuşum.

Sabahın olmasına daha çok var.

Usulca odama çıkıyorum, oğullarım William ve Harry en derin uykusunda. Elimizdeki hamburgerlerle nehrin kenarında oturmak ne kadar mutlu etti onları, başka hayatlar tanıyıp insanlarla kaynaşmayı benim kadar seviyorlar. Onları dışarıdaki hayatın içerisine yanımda götürmemin kraliyet ailesince hoş karşılanmadığının farkındayım. Devlet okulunda okumalılar, oğullarımın halktan kopuk yaşamalarına izin vermeyeceğim.

Yeni bir gün başlıyor. Uykusuzum ama mutsuz değilim bugün. Haftada bir gün konuştuğum doktorun
yemekle ilgili problemime çare olacağına inanmaya başladım. Tekrar güvenimi kazanıyorum aylar sonra.
Hasta, kimsesiz insanlara yardım ettikçe kendimi daha iyi hissediyorum. Yataklarına oturup ellerini
tutmak, umut olmak bir parça…

Kırmızı ışıkta geçtim karşıya. Arkamdaki gazetecileri atlatmanın başka bir yolu yoktu çünkü. Küçük bir
kızken gezindiğim sokakların içindeyim şimdi. Bisikletimin tekerleğinde ezilip çıtırdayan yaprakların sesini
duyuyorum yeniden.

Çocukluğumun geçtiği yere gidiyorum .Spencer toprakları içinde en çok altında oturduğum, bana kendimi iyi hissettiren o ağacı buluyorum. Üzerinde elimle bağladığım mavi bir boncuk duruyor. Değişmeden duran çok az şeyden birisin sen diyorum. İçinde yaşadığım malikâne zamanından çok önce yaşlanmış insanlara benziyor.
Çocuk kahkahaları var içine sinen, üç kardeşimin sesi. Bir de gözyaşları var zamanın çok ötesinden gelen. Kapının arkasına saklanmış bir kız çocuğu, o benim. Annemle babamın çoğalan sesleriyle irkiliyorum. Annem ağlıyor. Beş yaşımın hüznü karışıyor eve.

Annem ve kardeşimle birlikte oturduğumuz Londra’daki o evdeyim şimdi. Babam Kont Spencer bir Noel zamanı
“Bir daha kalmayacaksınız annenizle” diyor. Annemin çocuklarını almak için açtığı davayı öğreniyorum
sonraları, nüfuslu babamın karşısında soylu bir aileden gelmesine rağmen yine de gücünün yetmediğini…

Kırılmış hissettiğim yıllar geliyor aklıma. Arkadaşlarımın bana çok iyi geldiğini duyumsuyorum. Bir başka kadın geliyor sonra evimize. Babamın yeni eşi, roman yazarı Barbara Cartland’ın kızı olduğunu söylüyorlar. Kardeşlerim de ben de Raine ile anlaşamıyoruz bir türlü. O annemizden çok farklı biri. “Evdeki eğitimin bitti” diyor babam bir gün.
Büyükbabam ölünce kont unvanını alıyor, bana da “Leydi” diyorlar bundan sonra. Yatılı okullarla sürecek yeni bir dönem başlıyor.

Hayallerim var, yine bir su kenarındayım. Henüz on üç yaşında bir kızken önemli biriyle evleneceğimi
düşlerken buluyorum kendimi. Şimdi şehrin içinden geçen suya uzun uzun bakarken Thames Nehri
bütün sıkıntılarımı alabilse, hiç çıkmamacasına içinde tutsa akan sular diyorum. Yıllar önce burada
gezinen ilk gençliğim çıkıp geliyor aklıma. Bir kız okulundayım, okulun en nazik kızı seçiyorlar beni. Sevildiğimi biliyorum. İsviçre’de en son gittiğim okulda ise mutlu değilim. Sürekli, dönmek istediğimi yazıyorum babama, sonunda yeniden evdeyim.

Bir dans akademisine yazılıyorum. Hareketli geçiyor günler, Sarah’ın yanında Prens Charles var, beni de
tanıştırıyor. Onunla dansla ilgili konuşuyoruz. Heyecanlanmamak imkânsız. 18 yaşıma girdiğimde babamın bir sürprizi olduğunu öğreniyorum Sarah’dan. Londra’da bir apartman dairesi alıyor bana. Okuldan çok anlaştığım üç kızla orada oturacağım. Neşeli geçiyor günler. Hayatımın en eğlenceli zamanlarını yaşıyorum. Yemek yapmayı sevmesem de gittiğim kurslar epeyce işime yarıyor. Devam ettiğim görgü okulu ise beni hayata hazırlıyor. Hiç erkek arkadaşım olmadı henüz, beni gerçekten sevecek o düşlerimdeki erkekle karşılaşmayı bekliyorum. Buna inanıyorum.
En çok müzikle dinleniyor ruhum. Boyumun uzunluğu bale yapmama engel olamasa da sakatlanıyorum, canım acıyor. Bir süre danstan uzaklaşıyorum.

Hemşirelik okulundan sonra kreşte yarı zamanlı bir iş bulduğumu anlattım evdeki arkadaşlarıma. Başka bir şey daha anlatıyorum; Prens Charles’ın yaş partisine davet edildiğimi. Kraliçe Elizabeth ve Prens Philip’in benimle yakından ilgilendiğini söylüyorum, kızlar çok heyecanlanıyorlar bunu duyunca. Birkaç yerde bir arada oluyoruz Prens Charles ile. Barbekü partisinde epeyce sohbet ediyoruz. İsviçre’den beni telefonla arayıp yürüyüşe davet ettiği o gün ayaklarım yerden kesiliyor sanki…

Windsor Kalesi’nin önündeyiz. Soğuk olmasına rağmen içimdeki heyecan beni ısıtıyor. “Bir gün kraliçe
olacağını biliyor musun?” diyor bana Prens. Şaşırıyorum. Şaka mı bu? Orada bana evlenme teklif
ettiğinde “Kesinlikle evet” diyorum. Bu nasıl bir mutluluk…

Gazeteciler şimdiden kamp kurdu, apartmanın karşısındaki evi tutmuşlar. Her hareketim gözlem altında.
Nişana kadar kraliyete ait başka bir yerde kalacağım. Kendi seçtiğim siyah tafta dekolte bir elbise giydim
nişan töreni için. “Siyah yas rengi değil mi?” dedi Charles. Beni daha olgun gösteren bu kıyafetle kendimi
daha iyi hissediyorum oysa. Önce salona kim girecek, çantamı hangi elimle tutacağım… Herkes bana
bakıyor. Heyecandan düşüp bayılacağım. Yanımda Monako Prensesi Grace var. İyi ki o var. Bana cesaret
verip yardımcı oluyor. Gazeteciler “Aşık mısınız?” diye sordu. “Elbette aşığım” dedim. Sonra Prens “Aşk
nasıl bir şeyse” dedi ardından, tuhaf geldi bana söylediği…

En uçtaki hayallerimin bile erişemeyeceği bir hayat… Kraliyet malikânesinde ayrılmış olan yerimde
geçireceğim düğün öncesini. Uyum sağlamakta zorlandığım şeyler oluyor. Bir de beni huzursuz eden bir
durumu yaşıyorum. Camilla’dan gelen bir telefonla konuşmalarına şahit oluyorum. Onunla yakınlığının
bittiğine, geride bıraktığı bir ilişki olduğuna inanmışken… Ondan bir öğle yemeği daveti aldığımda
şaşırıyorum, nişanlandığımıza sevindiğini bildiriyor. Charles’ın yakınında olan biri Camilla’ya hediye bir
bilezik aldığını söylüyor. Charles’ı gözüm yaşlı yolluyorum bir yurt dışı görevine. Kimse niye ağladığımı
öğrenemeyecek. Her şeyden neredeyse vazgeçmek üzereyim, bu evliliği yapabilecek miyim? Kendimi
durduramadığım yemek yeme isteğim var. Tanrım, onu çok seviyorum.

Düğüne çok az kaldı, altı ay geçmiş nişanın üzerinden. Bu zaman zarfında gittiğimiz gezilerde odak noktası oluyorum, bunu gerçekten istemiyorum ki… Günde dört defa ayrı yerlerde giymem gereken kıyafetler, şapkalar var. Özgür ruhum sarayın kurallarını zorluyor. Düğün öncesi Avustralya tatilinde her yerde gördüğüm ilgi biraz daha değiştirip olgunlaştırdı beni. Prens mühür yüzüğünü yollamış bana. “Yarın sunakta bekleyeceğim seni, Herkesin ayaklarını yerden kes” diyor. Kendi tasarladığım gelinlik acaba o etkiyi yaratacak mı, bilemiyorum.

İçimde karmakarışık duygular…

Camdan bir arabanın içindeyim, yanımda babam Kont JohnSpencer oturuyor. Binlerce insan sokaklarda
bizi görebilmek için bekliyor. Aziz Paul Katedrali’nin önünde araba duruyor. Önceden hazırlanmış evlilik yemininin içinden itaat edeceğim cümlelerini çıkardım, onu seveceğime, teselli edeceğime, onurlandıracağıma, hastalıkta ve sağlıkta onu koruyacağıma söz vereceğim. Onsuz bir hayatı düşünemiyorum. 2,5 milyar insanın canlı olarak televizyon ekranlarında bizi izlediğini düşününce kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor. “Büyüleyici görünüyorsun” diyor etrafımdakiler. Babamın kolunda gidiyorum sunağa doğru. Charles’ın gözleriyle derin mavi bir okyanus olup birleşiyor gözlerim.

Dört yapraklı bir yonca hediye ediyor davetlilerden biri. Şansa çok ihtiyacım olacağını henüz bilmiyorum.
Kahvaltılar dışında birbirimizle yalnız kalamadığımız zamanlara dönüşüyor günler. Roman okurken ilişiyor gözüme.  Ajandasının içinde Camilla’nın fotoğrafını görüyorum. Her şeyi sorgulamaya başlıyorum yeniden. Geceler çok daha zor geçiyor.

Bebeğim olacağını öğrendiğimden beri daha iyi şeyler olacağını düşünmeye başlıyorum. Onu kucağıma almayı sabırsızlıkla bekliyorum. Hamileliğim kolay geçmese de bu düşünce beni mutlu etmeye yetiyor. Galler Prensi ve Prensesi olarak Galler’e ziyarete gidiyoruz. İstasyonda yağmur yağıyor. Buna rağmen ne kadar çok insan toplanmış. Solgun olduğumu görüyorum aynaya bakınca. Yeşil pelerinim ve siyah şapkamla daha iyi görünüyorum şimdi. Beni ödüllendirip şehrin özgürlük onurunu bahşetmişler, ne hoş. Galce yaptım teşekkür konuşmasını. Ah, Prensimin benimle gurur duymasını çok istiyorum.

Tabi basının sürekli takip etmesi yoruyor. Spotlar gözlerimi alıyor, vitrinde gibi hissediyorum kendimi kimi
zaman. Zor anlarımda Charles yanımda olsun, beni anlasın istiyorum. İstediğim ilgiyi göremiyorum, ne yazık… Özgür ruhum birçok şeyle çarpışıp duruyor. Kendime zarar verdiğim günler, merdivenden
düştüğüm o an geliyor aklıma…

21 Haziran 1986 yine kural dışına çıkıp hastaneyi ben seçtim doğum için. Birlikte görüntüleniyoruz oğlum
William’la. Sevinçli aylar minik ellerine dokunurken geçip gidiyor. Charles ile birlikte gittiğimiz geziler, görev dışında
yakınlaştığımız zamanlara dönüşsün istiyorum. Zayıf bedenim bazen beni zorluyor. Expo fuarındayız, kolumu omzuna dayıyorum, bayılacağımı düşünüyorum bir an. Bütün gün bir şey yiyemedim, çok güçsüzüm. İstesem de daha fazlası gelmiyor elimden. Bütün kanallarda bayıldığımın haberi çıkmış. Üzgünüm. Japonya gezisinde yine kameralar benden yana. Bir moda ikonu gibi durduğumu yazıyor gazete haberleri. Kısa kesilmiş saçımın biçimini, giydiğim kıyafetlerin benzerlerini görüyorum kadınların üzerlerinde. Kendim olmaktan başka bir dileğim yok ki benim.

Yeniden hamileyim. Doğum öncesi aylar Charles ile en güzel zamanlarımızı geçiriyoruz. Güzel bir çocuk Harry, ilk adını ben koyuyorum. Doğum sonrasında ne olduğunu anlamadan yine uzaklaşıyoruz. Onun tekrar Camilla ile görüşmeye başladığını düşünüyorum. Camilla’nın kız kardeşinin doğum günü partisine katıldığımda neyle karşılaşacağımı biliyor gibiyim. Camilla ile ilk defa özel olarak konuşuyorum. Ona aralarında olan şeyi bildiğimi ve Prens’i gerçekten sevdiğimi söylüyorum. Değiştiremeyeceklerim için daha fazla direnmeyeceğim artık. Kraliçeye gidip duygularımı anlattığımda bunu bir kez daha anladım. Kendimi tamamen yardım işlerine verdim.

Galler Prensi ile ayrı yerlerde yaşıyoruz bir süredir. Kensington Sarayı’nda çocuklarımla birlikteyim. Yardım toplantılarına, görevli olarak gittiğim yerlere çocuklarımı da götürüyorum. Onlar benim her şeyim. O yıl Windsor Kalesi yanıyor. Kraliçe çok üzgün, ben de öyleyim. Sanki başladığı yerde bitiyor anılardan arta kalanlar bile…
Hasta çocukların yanına gidiyorum hastaneye. Mavi renkli çiçekli elbisemi giyince daha neşeli gözlerle baktıklarını görüyorum bana. Onlara sarılabilmek için şapka takmıyorum. Güzel hikâyeler anlatıyorum. Sarıldığımda hıçkırarak elimden tutan o AIDS hastası geliyor aklıma. Yüzden fazla yardım kuruluşunda insanlara umut olduğumu görmek yaşama sevincimi çoğaltıyor. Prenses olmak benim için insanlara dokunduğum, varlığımla dikkat çektiğim görevler zinciri. Kara mayınlarının azaltılması için gittiğim ülkelerdeki insanların sesi olmayı istiyorum. Kalplerin kraliçesi olabilmek dileğim.

Yaşadıklarımı anlatırken haber kanalına “Bu evlilikte üç kişiydik” diyorum, çekinmeden söylüyorum
hayatımla ilgili birçok şeyi. Konuşmalarım Kraliyet ailesinde tepkiyle karşılanırken, yollarımız tamamen
ayrılıyor Prens ile. On bir yılın sonunda başlangıçtaki gibi siyah bir elbise var yine üzerimde, bu defa beni
çok daha dik ve güzel gösteren…

 

Özlediklerimi yapıyorum şu günlerde. Kuğuların dansını izliyorum çok yakınımda, başımı döndürüyorlar.
Zaman sessizce akıp gidiyor. Paris sokaklarında dolaşıyorum. Aşka kapılarını kapatan o kız değilim artık.

İçimdeki büyük boşluğu dolduracak biri var şimdi yanımda.

Basının gözünden uzak bir yer olmalı. Bir yer ışıkla dansın birleştiği. Yine peşimizdeler.

Hızlıca bir tünele giriyoruz.

Bir ses duyuyorum aniden.

Bir duvar…

Parmak uçlarımda yükseliyorum. Karşımdaki ayla bakışıyoruz bir an. Döndükçe başım dönüyor.
Eğilip kalktıkça camlara yansıyan titrek ışıklar bu defa canımı acıtıyor.

Beyaz bir kuğu gibiyim artık, beni izliyorlar.

Bir melodi var kulağımda. Dostum Elton John benim için söylüyor The Wind’i…

Hafifliyorum sesiyle, mavi göklere doğru süzülüyor, süzülüyorum.

Ben kalplerin kraliçesi Lady Diana, göklerde beyaz bir kuğuyum artık…

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları