1 Mayıs 2024 - Hoş geldiniz

EMİNE TÜRKER ÖZGEN YAZDI- BİR YOL BİR KADIN: NEZİHE MUHİDDİN

Ana Sayfa » GÜNCEL » EMİNE TÜRKER ÖZGEN YAZDI- BİR YOL BİR KADIN: NEZİHE MUHİDDİN

Eklenme : 26.12.2023 - 15:40

EMİNE TÜRKER ÖZGEN YAZDI- BİR YOL BİR KADIN: NEZİHE MUHİDDİN

 

 

Hayatımı değiştiren şeyler epey zaman önce oldu. Kısa süreliğine bir eve taşınmıştım. Taşındığım yerde yıllar önce bir kadın yazarın yaşadığını, önemli biri olduğunu, evin karşısındaki dükkân sahibinin yaşlı babasından duydum. Bir sarmalın içine girdiğimi henüz bilmiyordum. Çok bir şey hatırlamıyordu adam. İsminin Nezihe olduğunu, çok defa, hep de cuma günü ona gelen kadın ziyaretçilere rastladığını, son yıllarında ise gelip giden kimseyi görmediğini söyledi. Sessizce bu evden çıkıp gitmişti, diyebildikleri bu kadardı. Her yerde ondan izler arıyordum. Kimdi bu kadın? Duvardaki eşyaların bıraktığı çivi izlerinden başka hiçbir şey yoktu. Yatak odasındaki ahşap dolabın çekmecesinden arkaya düşmüş iki gazete kupürüne rastladım sonra.

“Eski Kadınlar Birliği Reisi Bayan Nezihe Muhiddin bir mevsimde tam yedi tiyatro eseri çıkarmış. Bir tiyatrosu İstanbul cihetinde oynanıyor, bir eseri Beyoğlu’nda… Beyoğlu’nda oynanan eseri meşhur Seyfeddin Asaf, Sezai Asaf kardeşler tarafından bestelenen Florya opereti seyirci rekorunu kıran bir esermiş.” * Böyle yazıyordu. Heyecanlanmıştım.

Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen belki de daha önce hiç kiracısı olmayan bu evde bana kadar ulaşan yazılar hediye gibi gelmişti. İkincisi de şöyleydi: “Nezihe Muhiddin ‘Kadınlar Kulübü’ ismi ile bugün çıkan (karikatür) mecmuasında kahkahalı bir komedi neşretmeye başladı. Eski Kadınlar Birliği reisinin bu yazısını büyük bir alaka ile okuyacaksınız.” * Nezihe Muhiddin bir tiyatro yazarı mıydı? Hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için sahaflara koştum. “Türk Kadın Yolu”, “Muhit” gibi dergilerde tefrika edilmiş oyunları ile “Ateş Böcekleri” isimli bir romanı eksik sayfalarına rağmen elimdeydi artık. Bundan çok daha fazlasını, 300’e yakın öykü, piyes, 20’den fazla romanının olduğunu yıllar sonra öğrendim.

“Türk Kadın Yolu” dergisi ismi nedeniyle ilgimi çekmişti. Varlığından haberim olmayan ne çok şey vardı… Bu yolun uzun yolculuğuna nasıl başladığımı anlatacağım şimdi size. “Kadına Mahsus Gazete”de yazan ilk kadın yazarlarımız, kadın hakları ve özgürlüğü için çaba harcayanlar, bir bir çıktı karşıma. İsimsiz mektuplarla “Biz de varız.” diyenlerin görünmez ellerini hissettim önce. İlk defa 1868’de yazılarıyla, “Kadını erkeği yok, hepsi insandır.” diyen Fatma Aliye’ye, Emine Seniye Hanım’a, Şukufe Nihal’e ve Nezihe Muhiddin’in yayınlanmış bazı makalelerine ulaştım.

O taşlı, dikenlerle dolu sokaklarda uzun yıllar yürümüşlerdi. Hayır kurumlarının içinde birbirlerine tutunmuşlardı. Nezihe Muhiddin’in kurulmasına öncülük ettiği “Esirgeme Derneği”nin kadınlar şubesi, kollayıp okuttuğu çocuklar ve muhtaç kadınlara yardımları ile çok kişiye dokunmuştu. Başka cemiyetler içinde de gördüm onu.

Balkan Savaşlarının belini büktüğü ülkede donanmaya yardım yapmak için kadınların Darülfünun’un konferans salonunu doldurduğunu, içlerinde Halide Edip ve Nezihe Muhiddin’in olduğu aydın kadınların konuşmalarını okudum.

Ardından gelen Dünya Savaşı, yoksulluk ve ölümün karlı dağların ardında bıraktığı “on beşli” çocukların donan gözyaşları yeniden çözüldü içimde.

Nasıl bir duyguyla uyuduğumu bilemezsiniz. Okuduklarım rüyamdaydı. Uzun kara saçlarını kesip donanma yararına bağışlayan genç kadını alkışladılar. Takılarını getirip bağışlayan iyi giyimli kadınlar vardı. Nezihe Muhiddin’in kürsüde çınlıyordu sesi. “Vatan ana hasta!” diyordu. “İktisadi hâkimiyetine sahip olmayan bir milletin devamlılığını sağlayamaz.” * Avrupalılara verilen imtiyazların zararlarını anlatıyor, “Yalnızca yerli tüccarlardan alışveriş yapmalısınız.” diyordu.

“Türk Kadını” adlı kitabını okuduğumda onu daha fazla tanıdım. Nezihe Muhiddin eve gelen öğretmenlerle zamanının çok üstünde eğitim almıştı. Ortaokula gittiği kısa bir sürede dersleri yeterli bulmadığı için bıraktığını ve Almanca, Fransızca, Farsça ile Arapça bildiğini, Maarif Vekâletinin açtığı sınavı kazandığını, öğretmen olduğunu, okul müdürlüğü ve müfettişlik yaptığını, öğretmen yetiştiren okulların iyileşmesi için daha o yıllarda çalışmalar hazırlayıp rapor olarak sunduğunu… Bir de anne olduğunu öğrendim. Oğlunun adının Malik olduğu dışında başka bir şey bulamadım.

Ertesi gün bir zamanlar Kız Sanayi Mektebi olarak kullanılan Doğancılar mevkiindeydim. İlk defa piyano, resim ve jimnastik, dil dersleri verilen bir kız okulunda deneysel derslerin devam etmesi için Maarif Vekâleti ’ne raporlar yazan, Balkan Savaşı’nda bir odasında öğrencilerle birlikte yaralı askerler için çamaşır, çarşaf diken oturduğum evin eski sahibinin ayak izlerini görmek beni mutlu etti.

Fotoğraftaki, cumbası ahşap sütunlar üzerine oturtulmuş üç katlı ahşap konağın yerinde artık başka bir bina vardı. Yeni kapısı şimdiki dünyaya açılırken dik merdivenlerden hiç değişmeyen gençliğin neşeli seslerini duyarak çıktım. Daha 19 yaşındayken yazdığı “Kızların Psikolojisini Mütalaa” yazısıyla Avrupa’nın dikkatini çeken Nezihe Muhiddin’in sesi de karıştı içime.

Yalnızca birkaç ay beni misafir edecek o eve geri döndüğümde yazarla ortak bir şeyler yaşadığıma inanmıştım. Onun hayatıyla ilgili ayrıntılar bulabileceğim umuduyla sahaflarda, kitapçılarda, kütüphanelerde dergilere ayrılmış bölümlere hemen her gün bakıyordum. Geceleri ise okuduklarımı tekrarlamakla geçiyordu. Yine bir gece rüyamda bana sesleniyordu: “Ben Nezihe Muhiddin. Hani bir zamanlar Edebi-i Şehire, yabancıların Türklerin büyük kadını dedikleri”. Duvarda, anın titreşimlerini hafızalardan gitmeyecek şekilde kaydeden fotoğrafları gösteriyordu bana. Kim bilir kaç defa hayallerimde yeniden can buluyordu böyle. Elinden bitirmek üzere olduğu kitabını düşürüyordu. Son sayfasındaydı. “Satır aralarına sığdırılacak büyük boşluklar var.” dedi. Sayfalarca yazı saçılmıştı etrafa. Gazetelerden birinde, sansürlenmiş beyaz bir sayfanın önünde uzunca durdu. Eski bir zamandaydık artık.

Kandilli’deki evindeydik, İstibdat denilen dönemde. Ev hayli kalabalıktı. İçlerinden biri tarihin sayfalarından bir şiir bıraktı masaya. Hep birlikte okuyorlardı. Babası Ceza Reisi Muhiddin Bey merdivendeydi. Nezihe’nin çocukluğu aralık bir kapıdan bakıyordu. Namık Kemal ismi geçiyordu, hararetle konuşuyorlardı. “Yavaş olun.” diyordu annesi Zehra Hanım. Yanında dayısının kızı Nakiye Ablası vardı. Hayranlıkla dinliyordu ilk öğretmenim dediği ablasını.

Nakiye Hanım’ı “Hanımlar İçin Gazete” yazarları arasında buldum. Sonra da Nezihe Muhiddin’in “Türk Kadını” kitabında. Uzunca anlatmıştı. Ve o günlerde kadın hareketlerinde, cemiyetlerinde yer alan kadınları gazetelerin, dergilerin içinde görüp tanıdım.

Evde olduğum saatlerde onlardan birinin kapıyı çalıp içeri gireceğini düşünür, bir garip hissederdim. Semaverden çıkan buharın camlarda bıraktığı şekillere bakar, aynı manzarayla eski bir zamana giderdim. İzleri her yerdeydi…

Kurtuluş Savaşı’nda tarlada belini, sonra da tüfeğini eline alan, savaşlarda erkeklerin boşalttığı her yerde çalışan kadınlarla Milli Müdafaa hareketiyle yürüdüğü zamanlardı. Kongre üyesiydi Nezihe Muhiddin. Kadın delegelerin toplantılarda tam temsil hakkı sağlanmıştı. Kitapta anlattıklarından Anadolu halkının hayatını onunla yakından gördüm. Yüzyıllarca cahil kalmış kadınların, annelerin hikâyelerini okudum.

İnsanlar da şehirler gibi değişmişti. Tramvayda kadınlara kırmızı perdeyle ayrılan bölümler yok olmuş, kafesli pencereler açılmış, Cumhuriyet’e çıkmıştı sonunda bu yol. Sağlam adımlarla yürüyeceği bir zemin hazırlanmıştı. 15 Haziran 1923’te onun öncülüğünde bir kadın şurâsının toplandığını okudum.

Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulması kararı alınmıştı. Kurucu on üç kadından biriydi Nezihe Muhiddin. O kadınların bazı kararları bu evde aldığını düşününce heyecanlanmıştım. Gençliğimin çok az bir bölümünü geçirdiğim bu ev ve izleri hayatım boyunca beni meşgul etti. Olayları sırasıyla takip etmek, bazı gazetelere ulaşmak yıllarımı alacaktı. Bu süreçte kendimi o yıllarda buluyordum.

Nezihe Muhiddin eğitimde yeni metotlar için bir Maarif Kongresi düzenlemek istiyordu. Maarif Vekâleti kongreye katılacak üyeleri Ankara’ya çağırıyor, açtığı talim terbiye kurulunda toplanılıyordu. Aile Hukuku ile ilgili kararname üzerine tartışmak için de kadınlar öncülüğünde bir konferans düzenleniyor, alınan kararlar meclise kadar iletiliyordu. Kadın Halk Fırkası’nın onayı ise Valilik’ten olumsuz olarak geri dönüyordu. Henüz kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip bulunmaması nedeniyle… İçindeki bazı maddelerin değişmesiyle Kadınlar Birliği’ne dönüşüyordu fırka. Kadın Birliği’nin Türk Kadın Yolu adında bir dergisi oluyordu. 1925 yılında Kadınlar Birliği, İstanbul’da boşalan bir vekilin yerine Halide Edip Adıvar ve Nezihe Muhiddin’i aday gösteriyor, imkânsız olsa da umutlu bir yolculukta dikkati çekmeyi amaçlıyordu.

Dünya kadın hareketlerinin en canlı dönemiydi o yıllar. “Bu asri muazzam temayül gittikçe şişip genişleyen bir dalga gibi bütün dünyayı tevessü ediyor. Hindistan’da, Madra’da, Bombay’da, Kuşen’de kadınlar, erkeklerin tabi olduğu şerait dahilinde hak-ı intibaa maliktirler.”* Kadın hakları için mücadele eden uluslararası kadın derneklerinden haberler alınıyor, yazışmalar yapılıyordu. “Dünya Kadınlığından Haberler” başlığı altında Kadın Yolu dergisinde bir de sütun yer alıyor. Uluslararası bu cemiyete katılımcı bile istiyorlardı onlardan. Nezihe Muhiddin bu toplantılardan birinin İstanbul’da yapılmasını talep ediyordu.

Gelelim Türk Kadınlar Birliğine… 1927 yılında yapılan kongrede Nezihe Muhiddin siyasal haklar ile ilgili bir maddeyi tekrar dile getirmişti. “Maksadımız kadını yalnız hayırkâr bir kadın bırakmak değildir. Ona bir vatandaşa ait bütün vazife ve hakları da vermektir” * diyordu. Düzenlenen kongrede onun çabasıyla yine siyasal haklar gündeme gelirken derneğin amacına siyasal haklarla ilgili madde eklenmişti. Fakat bundan sonra farklı görüşler, suçlamalar, yolsuzluk iddiaları peşini bırakmıyor Nezihe Muhiddin’in. Davalarla ilgili yeni bir döneme giriliyordu. Nezihe Muhiddin, Kadınlar Birliği’nin başkanlığından çıkarılmıştı artık. Olağan üstü kongre başka birini seçiyordu. 1930’da kadınların belediye seçimlerine katılabileceklerine dair müjde geliyordu sonunda. Sultanahmet Meydanı’nı sevinçli kadınlar dolduruyordu.1934 yılında Türk Kadınları Seçme ve Seçilme hakkına tamamen kavuşmuştu. Türk kadınının Atatürk’e saygı ve sevgisi hep büyüktü. Aynı yıl Dünya Kadın Dernekleri İstanbul’da toplanmıştı. Yıllar önce Nezihe Muhiddin’in Dünya Kadın Derneklerine yaptığı teklif kabul edilmişti.

Bir kadın silueti belirdi sonra düşüncelerimde, sevinçli ama yalnız… Konferans salonunda her şeye uzaktan bakan bir kadının gölgesi dolaştı.

Bu özgürlük savaşçısının yolu başka bir yere çıkmıştı bundan sonra. Öykü ve romanlarında konuşturuyordu kadınları. “Benliğim benimdir.” diyen kadınların sessiz, bazen sarsıcı çığlıklarını çıkmaz sokaklarda, konakların en mahrem yerlerinde, bazen aşk acısıyla sarsılırken duydum. Kimi zaman da çekmecede bulduğum o oyunlardaki gibi kadınlar dünyasının içinde kahkahalarıyla…

Uzun yıllar sonra tekrar İstanbul’a geldiğimde güçlükle bulduğum bu evin sokağından bir kez daha geçmek istiyorum. Evden geriye kalan hiçbir şey yok.  Yerine çok katlı bir bina yapılmış. Şimdi bastonumu dayadığım, gölgesinde dinlendiğim bir çınar ağacı duruyor yalnızca. O da yaşlanmış benim gibi. Kimi zaman rüyalarımda izini sürdüğüm bu yolun sonuna yaklaşıyorum.

(* işareti ile belirtilen kısımlar Nezihe Muhiddin’in kendi cümlelerinden alınmıştır.)

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları