25 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

ENİS TÜTÜNCÜ YAZDI- YENİDEN LAİKLİK GEREKÇESİ

Ana Sayfa » GÜNCEL » ENİS TÜTÜNCÜ YAZDI- YENİDEN LAİKLİK GEREKÇESİ

Eklenme : 13.09.2019 - 15:36

ENİS TÜTÜNCÜ YAZDI- YENİDEN LAİKLİK GEREKÇESİ

 

 

YENİDEN LAİKLİK GEREKÇESİ

 

Yeniden Laiklik; Devletin ve sosyal yaşamın din esaslarına dayandırılmadığı, aklın özgür kılındığı, bu bağlamda din/vicdan/ibadet/mezhep ve düşünce özgürlükleri bir bütün halinde yurttaşın en kutsal ve dokunulmaz hakkı olarak teminata kavuşturulduğu bir devlet yönetimi ilkesidir. Bu itibarla tam demokrasinin, laik eğitimin, laik hukukun, tüm insan haklarının, kadın/erkek eşitliğinin,  yurtta barışın ve ulusal bütünlüğün kilit taşıdır.

 

Böylesine, yaşamsal bir değere sahip olan laiklik anlayışını Türkiye’de yerleştirilmesi, çeşitli engellerle karşı karşıyadır. Bu konuda, bilinenleri tekrarlama pahasına, yapılan kimi yanlışların altını çizmek gerekiyor.

 

Atatürk’ü ve Cumhuriyet devrimini bir türlü kabul edemeyen kimi kesimler öteden beri laikliği, Türkiye’ye dışarıdan dayatılan ve dindarlara dinlerinden uzaklaşmayı salık veren, bir ideoloji olarak görmüşlerdir. Laiklik uygulamasıyla, halkın sivil ve siyasi özgürlüklerinin peşinen sınırlandığını savunmuşlardır. Bu alandaki siyasi rant potansiyelini fark eden kimi siyasi çevreler ise, Allah ile aldatma dahil, her türlü din istismarının peşine takılmışlardır. Kamu kurum ve kuruluşlarında kimi tarikat ve cemaat yapılanmaları oluşmaya başlamıştır.

 

2002’den sonra ise, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) önemli bir dayanağı olarak “Ilımlı İslam Politikası”, AKP iktidarı eliyle uygulamaya sokulmuştur. Devletin stratejik önemdeki tüm kurum ve kuruluşları, CIA maşası Gülen Cemaati egemenliğine girmiştir. Toplumsal yaşamın hemen tüm kulvarlarında tarikat ve cemaatlerin ağırlığı artmıştır. Sonuçta, din ile siyasetin iç içe geçtiği ve yaratılan büyük rantların, hem yurt içinde hem de yurt dışında çılgınca paylaşıldığı, çarpık bir siyaset anlayışı Türkiye’de  egemen kılınmıştır.

 

15 Temmuz FETÖ kalkışması sonrasında ise değişen fazla bir şey olmamıştır. FETÖ’den boşaltılan yerler, diğer cemaatlerce doldurulmuştur. İşe alınmalarda, terfilerde, özellikle de kamu ihalelerinin paylaşılmasında, hala kimi tarikat ve cemaatler hakim durumdadır. Atatürk’e, Cumhuriyet Devrimine ve laikliğe karşı olan düşünce ve eylemlerin, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, kimi kuruluşlarca kollandığı gözlenmektedir. Devlet kadrolarında yer tutmuş cemaat müritlerinin, devletin  talimatlarını uygulama yerine, bir anda cemaat lideri ya da tarikat şeyhinin talimatlarına göre hareket etme tehlikesini önleyecek, her hangi bir garanti yoktu

 

Türkiye’de, “Emevi İslam” yorumuna dayanan bir Sünni Araplaşma tehlikesi filizlenmiştir.

 

Burada ancak bir bölümüne değinebildiğimiz sorunlara bakıldığında, Yeniden Laiklik İlkesini, Türkiye’nin bekası açısından yaşamsal önemde görmekteyiz.

 

Yeniden Laiklik anlayışının esasen, Türkiye Müslümanlığı yorumu ile bunun dayandığı Anadolu Felsefesi ve Hümanizmasının özünde yattığına inanmaktayız. Bilindiği gibi bu özde insan, Evren’in en yüce varlığı olarak kabul edilir. İnsan yüceliğinin gizemi ise, insanın akıla ve yaratıcılık melekesine sahip olmasıdır.

 

Yeniden Laikliğin esası ise “aklın özgürleştirilmesi” ve “yaratıcılık melekesinin” serbest kılınmasıdır. “Yaratıcılık melekesi”, insan yüceliğinin gizemidir. Bu gizem, el emeği veya düşünsel emekle görünüşe çıkar. Yani emek, yaratıcılık melekesinin ortaya çıkmasını sağlayan ana güçtür ve bu nedenle en yüce değerdir

Laiklik, inanç dünyamız açısından da çok değerlidir. İlahiyatçı-Hukukçu Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, laiklik açısından Kur’an’ı şöyle yorumlamıştır:

“Kur’an, sekülarite (sekülarizm) yani dünyevileşme anlamında laikliği istediği gibi; laisite (laisizm) anlamında laikliği de, yani toplumun Allah’a vekaleten yönetilmesine izin verilmemesini de ister. Toplumu yönetenler Allah’ın değil, oy verenlerin vekili olacaklardır. Vekalet verenler, istediklerinde vekaleti geri alabileceklerdir. Oysa ki Allah’a vekaleten yönetenlerin görevlerine son verilemez. Siyaset ve saltanat dincileri bunu bildikleri için, yönetimin Allah’a vekaleten olmamasını esas alan laikliği, bir numaralı düşman ilan etmektedirler.”

Öte yandan, Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’ya göre; “Kur’an-ı Kerim, yani “İslam”, insanlar aracılığı ile konuşur. Ona eğilen ve anlayan insana göre şekil kazanır. Onu konuşturan insandır, Müslüman’dır. O’nun ayetlerini anlama, yorumlama ve uygulama hususunda sayısız denebilecek kadar çok ayrılık ve farklılıklar yaşanmıştır. Bunların sayısının günümüzde 110 dolayında olduğu ifade edilmektedir.

Yine Prof Dr. Öztürk’e göre yorum farklılıklarının temelinde, İslam’ın ilk gününden itibaren var olan fıkıh-tasavvuf tartışması ya da çekişmesi yatmaktadır. Şekil ve kural kurumu (fıkıh) ile ruh ve sonsuzluk kurumu (tasavvuf)  arasındaki çekişmeler, genelde iki noktada düğümlenir. Birincisi şekil mi önemli, niyet mi; ikincisi din adına yalnız secde edenleri mi sevelim, yoksa bütün insanlığı mı? Yani kavga, kalıp ve öz kavgasıdır.

Öz adına uğraş veren tasavvuf, İslam tarihinde ikincisi olmayan bir sonsuzluk edebiyatı bırakmıştır. Bugün dünya kütüphanelerindeki İslami el yazması eserlerin yüzde 80’e yakını doğrudan veya dolaylı, tasavvufun ürünü olarak görülüyor. Bu demektir ki, tarihsel Müslüman kamu vicdanı, oyunu tasavvuf lehine kullanmıştır. Tasavvuf İslam’ın ruh ve sonsuzluk kurumudur.

Esasen dinamik bir yapıya sahip olan tasavvufta, özellikle 13’üncü yüzyıldan sonra, İslam dünyasını saran tarikatlar aracılığı ile katı kuralcılığa düşme, yozlaşma süreci başlamıştır. Tarikatlar, büyük kısmıyla, birer tasavvuf ekolü olmaktan çıkmış, birer mollaizm/cemaatçilik alt kurumu haline dönüşmüştür.

Pakistanlı Muhammed İkbal, İslam’daki yozlaşmaya “Prizm”, yani şeyhperestlik terimi kullanmıştır. Şeyhperestliğin, insanı nasıl militanlaştırdığı ve akılları nasıl teslim aldığı ile ilgili son örnek Türkiye’de FETÖ belası ile yaşanmıştır.

İşte Türkiye Müslümanlığı yorumu, İslam’ın ruh ve sonsuzluk kurumu olan tasavvuf ağırlıklıdır. Anadolu Felsefesi ve Hümanizması anlayışına dayanır. Bu yorumda,İslamiyet ile akıl ve felsefe, insan yüceliği temelinde bütünleştirilmiştir. İslam dünyasında, inanç ile felsefenin bağdaştırıldığı tek örnektir. Bu nedenle İran, Mısır ve Arabistan başta olmak üzere, günümüze değin yapılmış diğer tüm İslamiyet yorumlarından farklıdır. Allah’tan korkmak yerine Allah’ı sevmek esastır. İnsan sevgisiyle Allah sevgisi bütünleştirilerek yaşanır. İnsana sahip çıkmak ve yardım etmek, Allah’a ibadetten sayılır.

Biz bu yorumun, günümüz Türkiye’sinde de tüm saptırmalara karşın, laiklik temelinde yükselen ve özgürce yaşananan en derin İslamiyet yorumu olduğuna inanmaktayız. Toplam nüfusu iki milyara yaklaşan günümüz İslam dünyasında, İslam ile demokrasiyi en iyi bağdaştırabilen ilk ve halen de tek ülkenin Türkiye olmasının gerçek nedeni budur.

Atatürk İslam’a olan inancını ve ve laiklik anlayışını şöyle ifade etmiştir:

…Ben dinin insan ruhu için bir ihtiyaç olduğunu kabul ediyorum. Şahsen ben de inanan bir Müslüman’ım… (Trabzon, 16 Eylül 1924)

– Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dincilik ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanı sağlamıştır. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerlemenin ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış Doğu milletlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz. (Ankara, 1930 Borak Sadi)

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları