24 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

FATMA KOŞUBAŞI YAZDI- TEZER ÖZLÜ- FERİT EDGÜ MEKTUPLAŞMALARI: HER ŞEYİN SONUNDAYIM” 

Ana Sayfa » GÜNCEL » FATMA KOŞUBAŞI YAZDI- TEZER ÖZLÜ- FERİT EDGÜ MEKTUPLAŞMALARI: HER ŞEYİN SONUNDAYIM” 

Eklenme : 27.02.2022 - 9:57

FATMA KOŞUBAŞI YAZDI- TEZER ÖZLÜ- FERİT EDGÜ MEKTUPLAŞMALARI: HER ŞEYİN SONUNDAYIM” 

 

İnsanın duygularını ifade edebildiği her alanda sanat vardır. Ve sanat zamandan mekândan bağımsız akar sonsuzluğa. Geçmişte, gelecekte, şimdi de insanla yaşar, onun varlığıyla yoğrulur, anlam bulur. Mektup da böyle bir yolculuk yapar bizimle.

Edebi metin türü olarak, derslerimizde, ünlü yazarların kitaplaşmış mektuplarını okurken, tedavülden kalkmış para gibi ilk başlarda bu mektupları değersiz gören öğrenciler; birbirinden güzel duygularla dile gelmiş cümleleri okuyunca, değerine paha biçilemez antika bulmuşçasına sevinçle, coşkuyla, özlemle yazmaya başlar.

Yazmayı seven, iç dünyasını, kendi el yazısıyla, dokunduğu kelimelerle; bir dosta, sevgiliye, arkadaşa özenle anlatmak isteyen için mektup en kanlı canlı haliyle yaşayan etkili bir dildir. Lisede, üniversite yıllarında, aynı şehirde olduğumuz halde birbirimize mektup yazdığımız dostlarım oldu. Hatta bir arkadaşım rüyasında gördükleri dâhil, bensiz geçen her anını uzun uzun yazardı. O mektubu posta kutusunda görmek ayrı bir sevinç, heyecanla açıp okumak ayrı bir heyecandı. Bundandır ki yoğun yaşadığımız duygular, teknolojiyle birlikte kısa, anlık, sığ hislere dönüştü.

Türk ve dünya edebiyatında mektup türünde yazılmış ya da yazdığı mektupları sonradan kitaplaştırılmış yazar ve şairlerin bu konuda birbirinden güzel eserleri vardır. Bu eserler arasında en etkileyici bulduklarımdan biri de Tezer Özlü – Ferit Edgü mektuplaşmalarıdır. Bir solukta okuduğum “Her Şeyin Sonundayım” kitabı; 1996-1985 arası Tezer Özlü’yle  yayıncısı, çocukluk arkadaşı, kadim dostu, yazar Ferit Edgü ile mektuplaşmalarından oluşuyor.

 

Ferit Edgü, mektupları uzun süre yayımlamak istememiş. Kitabın başında bununla ilgili şöyle der:

“Bu kitapta yer alan mektupların uzun yıllardır yayımlanmasını isteyen ortak dostlarımız oldu. Bu isteklere pek sıcak bakmadım. Yayımlanmaya değer bulmadığım için değil. Her yazarın kendine ait (Virginia Woolf’un deyişiyle) bir odası olduğuna ve bu özel odaya, eline kitabı olan herkesin girmeye hakkı olmadığına inandığım için.”

Sonrasında kararını neyin değiştirdiğini belirtmese de edebiyatımızın hüzünlü yüzü, lirik yazarı Tezer Özlü’yü  yakından tanıma fırsatı verdiği için kendisine minnettarız. Mektuplarda; genel olarak yazarın hayatı, hastalığı, Zürih süreci, ilişkileri, Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabının basım süreci, entelektüel dostluk ortamı, Robert Walser’ı çevirmek istemesinden Ulysses hakkındaki görüşlerine kadar birçok ayrıntıda yaşamının edebiyata dönüştüğünü görmekteyiz.

1966’daki ilk mektubunda hepimizin isteğini dile getiriyor. Gülmeye hasret kalırız bazen, ağız dolusu kahkahaları özleriz, sorarız muhatabımıza:

“Karşılıklı gülsek.

Gülebilir miyiz dersin,

Gülebilir misin?”

 

Yaşamı sorgulamanın karanlığında, cesaretle tutacak bir ışık arar çoğu zaman. Korkunun çıkmaz dehlizlerinde kaybolduğunu hisseder.

 

“Yarın bütün gün büroda oturacak olan ben miyim? Neden? Niçin? Hiçbir yerde olmak istemiyorum ki.

Belki de bugün ilk defa her şeyin sonundayım.

Yine bir yığın günler gelip gidecek ve ben kendime, işte bugün ilk defa her şeyin sonundayım mı diyeceğim?

Korkuyorum. Korkuyorum. Korkuyorum.”

 

Tezer Özlü, bir mektubuna da Ferit Edgü’nün değerlendirmesi için ona gönderdiği bir öyküden sözlerle başlar. Edebi anlamda, birbirlerinin eleştirisine son derece güvenmekte, yazınsal manada verdikleri eserlerden bahsetmekten büyük tat almaktadırlar.

 

Bir tek sözcükle, gökyüzü korkunçtu.

                Ve onunla birlikte her şey.”

 

“Çok az okuduğum iyi cümlelerden biri bu.” der. “Bence tabii. Hikâyenin bütünü çok güzel.”

 

İlk eşi Güner’den ayrılmaya kararlı olduğunu yazarken yalnızlığın ona iyi geldiğinden, Güner’in umutsuzluğunun, depresif ruh halinin kendi boşlukları ve çıkmazlarıyla birleşince birbirilerine umutsuzluktan başka verecek bir şeyleri kalmadığımdan bahseder.

 

“Ama en zoru –bu durumda iki kişinin bir aradaki Cehennem Dansı.”

 

Verdiği bu karardan sonra güvenecek, inanacak kim kaldı diye sorar kendine? İç dünyasını açabileceği bir dostunun olması, ona olan sonsuz güveni , sorunlarla baş edebilme gücü verir Tezer’e.

 

“En çok ve uzun sana inandım .” der sonra…

 

Boşanma kararından sonra İstanbul Feriköy’e taşınır. Ferit’in dostluğu birbirlerinin dilini çözmüş olmaları onun için her şeydir. 11 Şubat 1967 tarihli mektubunda bunu şöyle ifade eder:

 

“Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum. Öykülerini, çevirilerini ve yazılarını da iyi anlıyorum. Diğer kişilerle aramda hep bir boşluk kalıyor.” 

 

“Çocukluğumdan beri seni çok sever ve sana yaklaşabileceğim günü beklerdim. Şimdi sana Demir’den bile daha yakınım ve her zaman senin sözlerine veya sessizliğe gereksinme duyuyorum.”

 

Mektubun sonunda not olarak boşandığını, duruşmanın 3 dakika 20 saniye sürdüğünü yazar.

 

Farkındalık, her şeyi fazlasıyla anlama, bilme, sürekli düşünme hali, çoğu yazarda kaçınılmaz olarak ruhsal problemler yaratır ya da varoluşu anlamlandırmaya çalışırken, derinlerde oluşan yaraları sarmak için yazar. Tezer de depresyonun içinde debelenip durur çoğu zaman. Doktora gider, ilaçlar kullanır, bazı zamanlar hastaneye yatar.

 

“Ben henüz iyileşmiş değilim. Bunu kendim de anlıyorum. İlaçlar M. Özek’in dediği kadar azalamıyor çünkü ilacı bir an unutsam, kafam kafam motor gibi her şeyi birden düşünmeye başlıyor ve vücuduma aşırı bir enerji geliyor. “

 

“Bu hafif depresyon halini sevmiyorum diyemem, zevk verici, keyif verici bir hastalık bu.”

 

Boşandıktan sonra Ankara – İstanbul arasında gidip gelen yazar, artık İstanbul’a tamamen yerleşmeye karar verir.

 

“Artık eşyalarımı yüklenip bir yere gitmek istemiyor canım. Ankara sevimsiz bir kent. Orada kalmayı istemedi canım.”

“Şu sıralar en çok sesleri seviyorum.” En çok seslere ihtiyacım var. Müzik veya insan sesleri.”

 

 

“Uykularım iyi. Uykulardan önce biraz ölüm korkusu geliyor, uyuyunca geçiyor. Düşlerimi hiç hatırlamıyorum sabahları. Gündüzler biraz uzun geliyor bana. Bütün bunlar belki de hala almakta olduğum ilaçların etkisi.”

 

Ağaçlara bakmanın insan iyi geldiğini düşünürdüm her zaman. Tezer de bir mektubunda bunu dile getirir.

 

“En çok çevreme ve ağaçlara bakmaktan hoşlanıyorum.”

 

Boşanmış olmasına rağmen arada Güner’le görüştüğünü yazar mektuplarında. Ankara’ya döndüğü bir gün Güner’i evlerinde bir kadınla görmesi sinirlerinin daha da bozulmasına neden olur.

 

“Kafamla ve vücudumla ayrıldım ondan ve çok mutluyum.”

 

“ Uzun süre kimseye bağlanmadan kendi özgürlüğüm içinde yaşayacağım ve kimsenin sinirlerimi bozmasına izin vermeyeceğim.”

 

Bir müddet Ankara’da kalmaya karar verir ve orada çalıştığı radyodan bahsederken iş hayatının güvensiz ortamını, adam kayırmayı, emek istismarını anlattığı mektubunda şu cümleler dikkatimi çeker.

 

“Senin yaptıkların nasıl olsa anlaşılmayacak ve sen durmadan sinir olacaksın.”

 

Kitapta; 18. mektuptan sonra, Ferit’in, edebiyat dolu ilk mektubu yer alır. Tezer’in, “Bir İntihar’ın İzinde” kitabını basıma hazırlıyordur o ara. Tezer’e kitabın adının “Yaşamın Ucuna Yolculuk” olarak değiştirilmesini önerir.

 

“Bir İntiharın İzinde müthiş bir kitap.”….

 

“Çok ender yaşanılan kimi aşklar gibi. Öyle bir aşk yaşamışsındır ki bir daha artık böylesini yaşayamam dersin. Aşk sözcüğüne anlam veren, bedeninin tüm hücrelerinde, sinirlerinin her atomunda duyduğun bir duygudur. Sonra bir gün bir rastlantı, yeniden aynı heyecan, aynı coşku, aynı yoğunlukta yaşanan anlar… İnanamazsın. Bir düşteyim sanırsın. Kitaplar da benim için böyledir. Eski aşklara dönemezsin ama eski kitaplara dönebilirsin. (Kitapların ölmezliği burdan mı gelir?)

 

“Kitabının başına şöyle bir cümle koymaya ne dersin? Soru işaretleri gereksizdir. Çünkü hemen her cümle yanıtı olmayan bir sorudur.”

 

26 Mart 1984 tarihli mektubunu Tezer İsviçre’den yazar. Hans Peter’le tanışmıştır ve onunla 2 Nisan’da evleneceğinin müjdesini verir. Onun duyarlı, iyi ve sevgi dolu biri olduğunu söyler ve yine kitap üzerine yazışmaya devam ederler.

 

“Beckett’imsi bir ölülükte yalnız, şimdilerde değiliz. Sen Beckett’i çevirdiğinden beri, Hakkari’ye gittiğinden beri, yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri o ölülükteyiz. Kafka gibi veremden çatlamamamız, Beckett kadar ölü görünmememiz, Şarklılığımız yüzünden. İç dünyamızın farklı olduğunu sanmıyorum. “

 

Tezer, Ferit’in  Zürih’e gelmesinde ısrar eder fakat Ferit, o kente asla gelemeyeceğini söyler. Nedenini şöyle yazar:

 

“Küçük yeğenim, tedavi için geldiği o kentte, geldiğinin birinci haftasında öldü ve onu kent mezarlığına ben gömdüm.”

 

“Hayır, sanmam bir daha oraya ayak basabileyim.”

 

Paris içinse,

 

“Paris, acıları ve anıları unutturan bir kenttir. Yıllarca orada yaşadım. Hemen hemen hiç anım yok (gibi). Hiç değilse, Zürih’te yaşadığım iki haftanın anısı gibi işlememiştir belleğime. “ der.

 

“ Senin mektubunu da öpüp kokladım. Yaş mı baş mı içinde bulunduğumuz koşullar, dağılmışlığımız mı bilmiyorum, duyarlılığı arttırıyor. Bir gözyaşı eksik, belki o da var, için için akıyor.”

 

Zürih’te kaldığı günlerde, her ne kadar özlememeyi özledim dese de denizi, arkadaşlarını, İstanbul’u çok özlediğinden bahseder Tezer.

 

“İstanbul, Anadolu, İsveç, Zürih, Berlin… Belki de çok doğal, dünyanın tüm çevresi kaç saat ki? Arkadaşlarımı arıyorum… En çok şöyle Tünel’de Refik meyhanesine girip, bir köşede seni görmeyi, bir köşede 25 yıllık tanıdık bir alkoliği görmeyi, Arnavutköy’de yokuşu inmeyi özlüyorum. Aslında özlememeyi öğrenmiş bir insanım. Ama biz doğuştan nosthalgia’ya tutulmuş insanlar değil miyiz?”

 

Yazar olmanın en zor yanlarından biri belki de yazamadığın zamanlarda yaşadığın boğucu sıkıntıdır. Yazıya dökülmeyen cümleler, beyninden taşar, çevrene karşı öfkeli, çekilmez bir insan olursun. Ferit bu durumu şu sözleriyle dile getirir.

 

“Öyle anlar oluyor ki yazmaktan utanıyorum. Yazmadığımda ise (iki yıl sürdürmeyi başardım) iç-denge diye adlandırdığım, o kafamda mı, yüreğimde mi olduğunu bilmediğim bir denge bozuluyor ve çevreme karşı kırıcı hatta saldırgan oluyorum. Bunu da hiç sevmiyorum. Yazdığımda, bu, bir ölçüde geçiyor. Belki, yazarken, kendimi kırdığım ve kendime saldırdığım için.”

 

Tezer Zürih’ten yazdığı 11 Şubat 1985 tarihli mektubunda meme kanseri olduğundan bahseder, ameliyatı reddettiğini söyler, hastalığını kabullenmek istemez, kabullenemez!

 

 “Ben doktorlara gitmediğimden bu yana, akılca sağlığıma kavuştum, beni düşünemez duruma getirmişlerdi, şimdi bir kere uğruyorsun hemen kesecekler… Kendilerini kessinler, beni asla, öleceksem de ne nedenle öldüğümü bile bilmek istemiyorum, taş devri insanı gibi ölmek istiyorum, o da benim seçeneğim.”

 

Tezer’in hastalığını öğrendiğinde, Ferit için hayatın bir anlamı kalmaz. Hastalanır, yazamaz, çalışamaz ve eski günlerdeki gibi içmeye başladığından söz eder.

 

“Hastalık haberini aldığım günün akşamı yatağa düştüm. Ve iki gün yataktan kalkamadım. Daha önce benzeri bir durumu yaşamamış olsaydım rastlantı derdim. Ama değildi.”

 

“Yakınlarımın, sevdiklerimin, özellikle hiç beklemediğim bir anda aldığım kötü haberlere “bedenen” dayanasım yok.”

 

“Senin hastalığını bildirdiklerinde bir de kendimi suçladım. Kitabına verdiğim adın uğursuzluğuna inanır gibi olmuştum. “

 

“İşte nice yazlardan sonra ilk mektubum . Artık ardı kesilmez.”  diye biten mektup, ne yazık ki Tezer’e bir daha yazılamayacaktır.

 

Ve 9.12.1985 Tezer,  umut dolu son mektubunu yazar.

 

“Ameliyattan bu yana acım ve şikâyetim yok. Yazın altı hafta her gün acıdan ölmüştüm. Bu iş inşallah burada biter. Bu nedenle hiçbir şeyi artık üzüntü yapmamaya çalışıyorum.  Eskiden acı ile algıladığım durumları şimdi gelişigüzellikle algılamaya çalışıyorum. Sen, Achim, Demir, Amelie, Orhan, Sezer gibi sevdiğim insanları yeniden görmek, onlarla bir arada olmak özlemi ile Zürih’teki insansızlığa katlanıyorum. “

 

Tedavisinin devam ettiğini, hasta olmamaktan başka beklentisinin olmadığını baharda Türkiye’ye geleceğini, Ferit’i ve diğer arkadaşlarını gördüğünde daha iyi olacağını söyleyerek son mektubunu bitirir.

 

25 Mart 1986’da yazdıklarında sonsuzlaşıp, melek olup uçar dünyadan…

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları