18 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

FERHAN ŞAYLIMAN YAZDI- NEFRETİN YILAN DİLİ

Ana Sayfa » GÜNCEL » FERHAN ŞAYLIMAN YAZDI- NEFRETİN YILAN DİLİ

Eklenme : 05.06.2022 - 23:00

FERHAN ŞAYLIMAN YAZDI- NEFRETİN YILAN DİLİ

 

Kıyamet günlerinden geçtiğimiz bir süreç bu.

Yaşadıklarımızı öncesine ait kuramlarla, kalıplaşmış tabularla, kahramanlık söylevleriyle, ayakta dikilmekten yorulmuş heykellerin simgeledikleri anlamlarla açıklamaya çalışanların birer birer ıskartaya çıktığını görerek karanlıkta yol alıyoruz. Kime inanalım, kimin peşinden gidelim sorusunun daha yakıcı hale dönüştüğünü bilerek küçük bir virgül koyuyorum şimdi söylediklerime ve diyorum ki:  Yine de umutsuz olmayalım.

Pek yüksek sesle dile getirilmese de herkesin tutunduğu bir dal var savından hareketle yazdım o son tümceyi: Yine de umutsuz olmayalım.

Yani bir yanda kıyamet savrulmalarının yarattığı korku ikliminin boğucu havası, diğer yanda birbirimize söylemeye  utandığımız küçük umutlarımızın, koptu kopacak sallantısında tutunduğumuz körpecik dallarımızın içimizde yarattığı esinti. Ülkenin içine sürüklendiği kaosu bilerek yaratanlar yaptıkları yetmezmişçesine, yurttaşlarını bir de sürtük diye tanımladılar ya, hızla tükettiğimiz sözcüklerden geriye kalanlarla bunun yarattığı tarifsiz utancı tarihe not düşmek adına tanımlamadan önce, tutunduğum körpe dalları anlatarak girmek istiyorum asıl konuya.

Bu köşenin ya da günlüklerimin takipçisi olanlar on beş yıldan bu yana baharla beraber dağda bir köye kaçtığımızı bilirler. Adam etmeye çalıştığım iki katlı evin ve üç taraçadan oluşan bahçenin, sonunda elini yüzünü biraz da olsa toparladım. Kirazlar, erikler, dutlar dişe dokunur hale geldi. İlk defa ikinci taraçaya salkım domatesler, sivri biberler, salatalıklar ektim. Yorucu da olsa toprakla uğraşmanın, tutunacak dallar çoğaltmanın hazzını bir kez daha deneyimledim. Örneğin bahçedeki ağaçların, yaseminlerin, hanımellerinin, sarmaşıkların birbirlerinin yaşam hakkına asla saldırmadan gül gibi geçinip gittiklerini görmek, dış dünyadan buraya kadar yankılanan sürtük sözünün dayanılmazlığını bir kat daha artırınca, doğadaki iç dengenin kusursuzluğuna yine hayran kaldım. Saldırmak, suçlamak, ötekileştirmek, bir diğerine dünyayı yaşanmaz kılmak yok burada. Ülkeyi babasının malı, yönettiğini düşündüğü halkı kulu kölesi sananların aksine, bahçedeki bitkilerin ağır başlı, olgun, bir o kadar da masum halleri, İstanbul’dan korona bahanesiyle dönmemek üzere bu köye kaçışımızı şimdilerde daha da değerli kıldı. Ama sonuçta hayat devam ediyor. Gazeteciliğin bir başka yere kaçışla noktalanamayacağını, internetin olduğu her yerde bunun sürdürülebilirliğini mümkün gördüğümü yaşayarak öğrendiğime göre sorun yok demektir. Aradaki farkı ve bakış açısını bu çerçeve bağlamında yerli yerine oturttuktan sonra şimdi dönelim kötü sözlerin hiç eksilmediği şu boğucu iklimde tanık olduklarımıza.

Sürtüğün sözlük anlamına baktım. İki nokta üst üstenin ardından burada kullanamayacağım ağır ifadeler duruyor karşısında. Doğrudan Gezi Direnişi’ne katılanları hedef alan bu aşağılamanın, şu günlerde dokuzuncu yılını geride bıraktığımız bir hareketi yeniden değerlendirmeyi de gerekli kıldığını görüyorum. Ama Gezi’nin edebiyatımıza yansıyan tek romanı ‘’Ruhu Terbiyesiz Adam’’ ı yazmış bir yazar olarak bunu değerlendirmeyi başka bir çalışmaya saklayacağım. Şimdilik şu kadarını söyleyebilirim: Başından sonuna kadar direnişin her gününü Kavaklıdere’de Kuğulu Park’ta gece gündüz birebir yaşamış iflah olmaz bir Ankaralı yazar olarak, o kitlenin içinde kötü sözü hak eden tek bir kimseye bile rastlamadığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı bizim dağdaki bahçemizde bitkilerde gözlemlediğim uyumda olduğu üzere, çok farklı görüşlere sahip binlerce yurttaşın aylarca ayrım gözetmeksizin omuz omuza, kol kola yürüdüklerine, kader ortaklığı yaptıklarına tanıklık ettim. En gergin anlarda bile kimsenin kimseye sürtük, terörist dediğini, aidiyet duygusuna yönelik aşağılamalarda bulunduğunu duymadım. Zaten o süreçte hareketi oluşturanların arasında öne çıkan aidiyet tek bir paydada buluşuyordu: ‘’İtaat et rahat et’’ diyenlerin aksine; diz çökmeden, boyun eğmeden insanca bir yaşam özlemini gerçeğe dönüştürmek.

Nefret söylemi tarihin hiçbir döneminde hakimiyet kurduğu topraklarda yaşayanlara huzur ve güven  getirmedi.

İlgisi yokmuş gibi görünse de yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik başta olmak üzere toplumu çürüten birçok olgunun arka planında, birbirinden nefret eden sınıfların, grupların, farklı nüfus katmalarının varlığına rastlarız. Üstelik bizdeki gibi ekonomik göstergeleri kıyamet boyutuna ulaşan ülkelerde, yönetimlerin asıl sorunu gizlemek adına yarattıkları günah keçilerinin bugün sürtük, dokuz yıl önce çapulcu diye ilan edilmeleri, artık sıradanlaşmış bir oyunun parçası değil mi?

Sonuçta sürtük de, çapulcu da, onlara bu sıfatları yakıştıranlar da bizim ürettiğimiz kumaşın bir parçası.

Burada önemi olan dokunun bütünlüğünü bozan, şimdilerde olduğu üzere genel görüntüyle kıyaslandığında sırıtan yanlış atılmış ilmeklerin, zaman içerisinde sökülüp gittiğine ilişkin gözlemlerimizdir.

Biliyoruz ki sabırla ürettiğimiz bizi sarıp sarmalayan bu kumaş, yanlış ilmeği üzerinde hiç taşımadı.

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları