26 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

FERYAL ÇEVİKÖZ YAZDI- ALGILARDA NORMALLEŞTİRİLMİŞ OLAN ANORMALLİKLER

Ana Sayfa » GÜNCEL » FERYAL ÇEVİKÖZ YAZDI- ALGILARDA NORMALLEŞTİRİLMİŞ OLAN ANORMALLİKLER

Eklenme : 17.04.2021 - 16:17

FERYAL ÇEVİKÖZ YAZDI- ALGILARDA NORMALLEŞTİRİLMİŞ OLAN ANORMALLİKLER

 

 

Geçmiş yıllarda bir video vardı. Gerçi hala Youtube’da duruyor ve yorumlara baktığımızda müthiş olumlu yanıtlar görebiliyoruz.

Kör ve yaşlı bir adam var videoda. Zengin bir kent merkezinin göbeğinde oturmuş dileniyor. “Körüm yardım edin” gibi bir şey yazmış mukavva üzerine. İnsanlar gelip geçiyor, kimsenin aldırdığı yok. Sonra tıngırıtıngırı topuklu ayakkabılarıyla bir kadın geliyor adamın önünde duruyor, adam elleriyle kadının ayaklarını tutuyor ve kadın mukavvanın arkasını çevirip bir şeyler yazıyor; görmüyoruz ne yazdığını. O andan başlayarak da geçen herkes adamın önündeki kâseye para atmaya başlıyor.

Bir süre sonra aynı kadın yine tıngırtıngır geliyor ve duruyor adamın önünde. Adam elleriyle yine kadının ayaklarını elliyor ve aynı kadın olduğunu anlayınca, “ne yaptın” diye soruyor. Kadın da “Aynı şeyi yazdım, değişik sözcüklerle” diye yanıtlıyor. “Çok güzel bir gün ama ben göremiyorum” gibi bir şey yazmış.

Ana fikir “Sözcüklerini değiştir, dünyan değişsin.”

E tabii güzel konuşmak, güzel sözler söylemek her zaman iyi bir şey. Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkartır demiş atalarımız.

Ancak şu var: Hiç kimse yaşlı ve kör bir adamın, bir kentin ortasında oturup niye dilendiğini sorgulamıyor.

Bu video ilk paylaşıldığı zamanlarda bir sürü kişisel gelişimci, ruhsal rehber formatlı vs insan alkışlar yolladı buna.

Yani “Dilen kör ve yaşlı adam ama güzel sözcüklerle dilen”…

İşte kapitalizmin yarattığı bozuk algı budur.

Victor Hugo yıllar önce: “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz… Biz ise, ortadan kaldırılmış yoksulluk… O yüzden anlaşamıyoruz…” demiş.

Salgın sürecinde, aslında tam tersi olması gerekirken, insanların birbirlerine katlanma eşikleri daralmış gibi görünüyor.

Çoğunluk ‘karşımdaki kişi düşüncelerime uymayan bir şeyler söylese de, egomu kılıç, hırsımı kalkan (tersi de olabilir) yapıp saldırıya geçsem’ diye bekleyerek yaşıyor sanki.

Sıfır saygı, sıfır empati, sıfır sevgi.

Hatta sevgi sözcüğünü diline pelesenk yapmış ve bu konuda sürekli yazıp çizen, konferanslar veren insanlar da aynı durumdalar. Kendi düşündükleri ve inanç geliştirdiklerinden başka her şeye düşmanca bir saldırı içindeler. Farklı bir şey söyleyeni acımasızca eleştirip, dedikodusunu yapmak peşinde olan çok insan var ne yazık ki.

Seçimlerimizin sonucunda yapılandırdığımız hayatları yaşıyoruz genellikle.

Ve bu hayat içinde beden farkındalığı ile ruh farkındalığı eşit bir düzeydeyse, mutlu olma anlarımız da ona göre çoğalıyor.

Bedenimizle madde dünyasının sunduklarını deneyimliyoruz; ruhumuz ise sonsuzdan sonsuza varoluşu bu beden içinde yaşıyor.

Sanırım, insan ruhu tok olarak doğuyor ve sonra beden büyüdükçe ruh aç kalmaya başlıyor.

Ruh açlığını dindirmek için de yemek, içmek, sömürmek ve olumsuz her şeye yönelebiliyor.

Ruhunuz doygunsa ne fazla yemek yersiniz ne kimseyi, ne bir şeyi, ne insanı, ne hayvanı, ne doğanın sunduklarını sömürürsünüz ne de olumsuz bir şeye yönelirsiniz. Dolayısıyla kapitalizmin dayattığı algı yanılsamalarının farkına varmalıyız. Ruh doygunluğuna giden yolu bulmalıyız.

Aslında şu anda en zor durumda olanlar bizim tarafımızdan çeşitli nedenlerle mağdur edilen doğa ve hayvanlar. Burada tür ayrımı yok. Hayvanlara değişik nedenlerle yapılan eziyet ve işkenceleri görüp de duyarsız kalmak gerçekten akıl alır gibi değil. Yediklerimiz de, beslediklerimiz de, deney olarak kullanılanlar ve zevk için avlananlar da dâhil buna. Çifte standart içinde olan insan sadece kendi başı derde girdiği zaman haykırıyor.

Corona virüsü zootonik bir virüs olarak belirlendi ve bir şekilde insanı konak almaya başladı. Bu daha önce de oldu; kuş gribi, deli dana, domuz gribi. Onları hep hayvanların isimleriyle yaftaladık. Telef edildiler. Ve ortalık yatışınca, her şey aynı kaldı; ne kuş, kanatlı hayvan, ne domuz, ne büyük baş hayvan katletmekten vazgeçmedi insanlar. Oysa dünya salgınlar tarihine baktığımızda belli oluyor ki; biz hayvanları yiyecek olarak görmeye devam ettikçe, virüsler daha çok mutasyona uğrayacak gibi duruyor.

İçimizdeki bilge sese her zaman kulak vermekte yarar var.

Hangi kadim öğretiye yönelmiş olursak olalım, içsesimiz bizi egonun körelttiği bakış açısından, kibirden ve benmerkezcilikten korur.

Kolektif bilinç ne isterse, neye yönelirse evrende o yönde karşılık buluyor.

Hiçbir şey yoktan var olmuyor.

Semboller, işaretler, evrensel uyarılar yatay düzlem bilinciyle okunamıyor ve o nedenle zor anlaşılabiliyor.

Yanan ormanlar Dünya’nın akciğerleri. Ve şimdi Dünya, insana, nefes alamamak ne demek, ağır bedellerle gösteriyor.

Oysa doğa her zaman vericidir, karşılıksız verir.

İnsan nefsine hâkim olabildikçe ‘Nefes’in değerini bilir.

Doğa anamızdan, Dünya’dan, tüm hayvanlardan, atalardan ve tüm Evrenden özür dileyelim.

Tür ayırmadan sevelim. Evren cezalandırıcı değildir. Bağışlayıcıdır.

Hiçbir bilinç düzeyini yargılamamak gerek. Empat, farkında, sevgi titreşimi yüksek olduğunu düşünerek kendini ayrıcalıklı ve üstün görmek; hayat yolculuğunu yeniden düzenlemeyi gerektirebilir. Düşünce ve inanç sistemimiz bizim onu nasıl yönlendirdiğimizle bağlantılı çalışıyor. İnsan, her şeye uyum sağlayabilen bir canlı türü. Neye uyum sağlayacağımıza iyi karar verelim. Özgür irade yönetilemez.

Önemli olan kendi kendimize olumsuzlukları davet etmeden; bu hayatı doğarken aldığımız ve ölürken vereceğimiz tek bir nefesmişçesine değerini bilerek ve varoluşa olumlu yönde katkılarda bulunarak geçirmek…

Kriz yönetimi insanın kendi bilincinde ve bedeninde başlıyor.

Otomatikleşmiş davranış kalıplarından çıktığımız zaman hayata başka bir gözle bakarak, farklı bir gerçeklik algısı geliştirebiliyoruz. Doğada yeterince zaman geçirip, üzerimize sinmiş çağdaş insan zaaflarından arınma yöntemlerini uyguladığımızda, ruhuyla buluşmuş bir insan olma yolunda ilerleyebiliyoruz.

Corona belki de diyor ki:

“Ey sevgili insanoğlu ve kızı; biliyorum farkındayım bana çok kızıyor ve korkuyorsun. Ancak unutma ki, sen yüzyıllardır, öfken ve korkularınla hem kendine hem çevrene, doğaya, hayvanlara hep olumsuz tavırlar içinde, sonsuz bir hoşgörüsüzlük ve saldırganlıkla davrandın. Kimi zaman bunu hakkın olarak gördün, kimi zaman yaratıcıyla arana soktuğun dinlerin arkasına saklanarak yaptın. Ben o zaman da vardım. Ben hep vardım. Sadece sen bu yaptıklarınla; beden bulduğun ve tek evin olan Dünya gezegeninde kolektif bilincinle şifremi çözüp beni çağırana dek görünmedim. Çünkü ben ne canlıyım ne cansız. Beni aktive eden sensin. Şimdi güç aldığın bütün sistemleri ve kavramları yeniden gözden geçirmen için sana özgür iradenle seçme şansı veriyorum. İnandığın ya da bildiğin tüm Tanrı kavramlarını düşünürsen, benim de o yaratıcının bir minik parçası olduğumu göreceksin. Ben bir gün geldiğim gibi gideceğim. Ama sen daha ne kadar kalacaksın ve Dünya’yı sevgiyle mi, yoksa korktuğun her şeyi temsil eden bir başka türümle mi kucaklayacaksın, buna özgür iradenle karar ver.”

Son söz:

İnsan yeniyetmelik yıllarında büyük sözler söylüyor, kesin konuşuyor. Olgunlaştıkça büyük sözlerin yetersiz kaldığı bir dünyada yaşamakta olduğunu anlıyor. Olgunluk yaşı ise kişiden kişiye değişiyor.

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları