27 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

KEMAL ANADOL YAZDI- 27 MAYIS 1960

Ana Sayfa » GÜNCEL » KEMAL ANADOL YAZDI- 27 MAYIS 1960

Eklenme : 27.05.2020 - 8:17

KEMAL ANADOL YAZDI- 27 MAYIS 1960

 

27 MAYIS 1960

Bugün 27 Mayıs 2020. 27 Mayıs 1960 devriminin 60. Yıldönümü. Türkiye’nin yakın tarihinde önemli bir dönemeç. 60 yıl sonra geriye bakarak, soğukkanlı bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Geriye bakarken kullanacağımız iki gözlük var. Tarihçiler bunları prospektif ve retrospektif olarak adlandırıyorlar. Prospektif gözlük, dünün olaylarına o günün koşullarıyla bakıyor. Retrospektif görüş ise düne, bugünün algıları ve yargılarıyla bakıyor. Bence tehlikeli olan ikincisi. Çok çarpıcı örnek, Tayyip Erdoğan’ın seçimlerde meydan meydan dolaşarak ve eline verilen eski bir karneyi göstererek “CHP bu işte! Ekmeği, çaputu bile vatandaşa karne ile vermişler” diye bağırmasıdır. Ama o yıllarda 2. Dünya Savaşı’nın   ülkeleri saran ateş çemberini ve İnönü’nün Türkiye’yi savaştan uzak tutmak için çırpındığını atlıyor. 18 milyon nüfusun 17’sini köylü toplumunu oluşturduğu ve onlardan 1 milyon üreticinin askere alındığını saklıyor. Tarihi güncel politikaya alet etmenin somut örneğidir bu. Doğru olanı, dün olan biteni, art niyetten uzak, o zamanın koşulları içinde objektif bir bakışla değerlendirmek.

27 Mayıs 1960 devrimi, Demokrat Parti lideri ve Başbakan Adnan Menderes’in ülkeyi çok partili yaşamdan geriye çekip kendi diktasını kurma çabalarının, eski deyimle kuvveden fiile geçtiği günlerde gerçekleşmiştir. Demokrat Parti çoğunluğundan oluşan Meclis’te iktidar, CHP muhalefetini susturmak için “Tahkikat Komisyonu” kurmuştur. Böylece yasama organı yargının yerine geçmiş, DP’li milletvekillerinden oluşan bu komisyona askerî-sivil hâkim ve savcıların yetkileri verilmişti. Komisyonun verdiği cezalara karşı itiraz ve temyiz yolu kapalıdır. Komisyon o kadar ileri gitmiştir ki, TBMM tutanaklarının yayınını yasaklamıştır. Sıra CHP’nin kapatılmasına gelmişti! Bu kez “CHP’nin yasa dışı faaliyetlerini incelemek üzere” bir komisyon kurulmuştu. Türkiye’de yürütme, yasama ve yargı yetkileri tek elde toplanmıştı. 10 yıldır uygulanan çok partili yaşam ölmek üzereydi. Demokrat Parti’ye iyi gözle bakmasına karşın tehlikeyi gören Anayasa Profesörü Ali Fuat Başgil İstanbul’dan gelerek uyarılarda bulunmuş, derhal seçime gitmelerini istemişti. Elinde DP saplı bastonla dolaşan Cumhurbaşkanı’nın yanıtı katı ve sertti. “Dere geçilirken at değiştirilmez!”

Öğrenciler, aydınlar ve demokrasiden vaz geçmek istemeyenler ayaklanmıştı. Silahsız ve saldırısız Kızılay’da toplanıyor, “Hürriyet…Hürriyet”, “Menderes istifa” diye bağırıyorlardı. 27 Mayıs devrimi gerçekleştirildiğinde Türkiye’nin içinde bulunduğu ortam buydu.

27 Mayıs bir devrimdir. Doğrudur darbedir. Demokrat Partiyi devirmiştir. Dünyada çeşitli ülkelerde, çeşitli dönemlerde bu tür müdahale örnekleri çoktur. Bunların hepsini aynı kefeye koymak bizi doğru sonuçlara götürmez. Bunları değerlendirecek tek ölçü, toplumu ileri mi yoksa geriye mi götürdükleridir. Yunanistan’da Albaylar cuntası, solun iktidarını önlemek için yapılmıştır. Hareketin adı NATO’nun “promete” planıdır. Şili’de Pinochet, darbeyi CİA ile birlikte gerçekleştirmiştir. 12 Eylül cuntasının harekâtı da NATO’nun “Bayrak Planı” adını taşır. Darbeyi tiyatroda öğrenen ABD Başkanı fıstıkçı Carter “Bizim çocuklar başardı” demiştir. 27 Mayıs, askerî hiyerarşi dışında yapıldığından aradan 60 yıl geçmesine karşın ABD ve CİA ile ilişkisi dedikodular dışında kanıtlanamamıştır.

Yıllardır süren faşist Salazar diktatörlüğünü devam ettiren Başbakan Caetono’yu deviren ve aynen 27 Mayıs gibi, hiyerarşik düzenin dışında, “Yüzbaşılar Hareketi”nin gerçekleştirdiği “Karanfil Devrimi”ne karşı çıkmak ne anlam taşıyabilir? Bu hareket “Yurttaşlık haklarını sağlamlaştırmak” ve “Yeni Anayasa hazırlamak” amacıyla gerçekleştirilmiştir. Portekiz iki yıllık bir süreçte evrensel ölçülerde bir demokrasiye kavuşmuş ve Avrupa Birliği üyesi olabilmiştir. Karanfil devrimi olmasaydı Portekiz halkı hala karanlıklar içinde, faşist bir yönetim alında inleyecekti!

İnsaflı olmak lâzım. Portekiz’in Karanfil Devrimi ile Yunanistan’ın Albaylar cuntasını, eli kanlı Pinochet’in diktatörlüğünü aynı kefeye koyabilir misiniz?  Biri demokrasiyi getiriyor, diğerleri de faşizmi!

27 Mayıs 1960 Devrimini de böyle değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. İnsanoğlu kendisi için yaşamsal olan şeylerin değerini yokluğunda fark ediyor! Havanın değerini nefes alamayınca, suyun değerini de susuz kalınca anlıyoruz. 27 Mayıs’tan tam 60 yıl sonra yaşadığımız siyasal ve toplumsal ortam bunu kanıtlamıyor mu? Bugün Diojen gibi fenerle adalet arıyoruz. Oysa 27 Mayıs’ın getirdiği 1961 Anayasasıyla, budandığı 1971 yılına kadar tam 10 yıl ülkemizde evrensel ölçüde bağımsız yargı vardı. Bidayet (başlangıç) mahkemeleriyle, Yargıtay, Danıştay, Anayasa mahkemeleriyle tam anlamda bağımsız yargı.

1961 Anayasasının getirdiği “Grevli/Toplu Sözleşmeli” çalışma düzeniyle sendikal hak ve özgürlükler şimdi kuşa döndürüldü. İşverenlere “Olağanüstü Hal uygulamalarıyla grevleri yasakladık” diye güvence veriliyor.

1961 Anayasasında YÖK yoktu! Bilimsel ve evrensel ölçülerde çalışan özerk üniversitelerimiz vardı.

Silahsız ve saldırısız gösterilere polisler zehir gazıyla müdahale etmiyorlardı. Toplantıyı düzenleyenler bu hakkı 1961 Anayasasından alıyorlardı.

Devlet Radyo ve televizyonu iktidarların borazanı değildi. Gazeteleri iktidarların baskısından kurtarmak için “Basın İlan Kurumu” oluşturulmuştu. Bu kurul iktidarın emriyle eşe dosta ilan dağıtamıyor, ceza kesemiyordu.

Listeyi uzatmak olası. Ama birkaç örnek 60 yıl önce 27 Mayıs’la gelen özgürlüklerin 60 yıl sonra nasıl budandığını gösteriyor.

Darbelerin hepsinin aynı kefeye konulamayacağını söylemiştim. Bunun tipik örneği 12 Mart 1971 darbesidir. Darbenin Başbakanı Nihat Erim’in deyimiyle, halkın üstüne “balyoz gibi indirilen” 12 Mart’ı en güzel özetleyen Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç olmuştur: “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı!”

12 Mart 1971, 27 Mayıs’ın getirdiği Anayasa’dan kaynaklanan hak ve özgürlükleri kuşa benzetmek için gerçekleştirildi. 12 Eylül 1980 darbesi ise 12 Mart’ın noksan bıraktıklarını tamamlamak için. İkisi de ABD ve CİA planlamasıydı.

27 Mayıs 1961 devrimini 12 Mart ve 12 Eylül’le eş tutabilirsiniz. Bu anlayış sizi, demokrasiyi amaç değil araç kabul eden, demokrasiyi kurallar ve kurumlar rejimi olarak kabul etmeyen ve iktidara gelince her şeyi yapabileceğini sanan sandık fetişistlerine götürür. Oysa onlar için sandık, Zati Sungur’un kutusundan başka bir şey değildir! 27 Mayıs’ı,12 Mart ve 12 Eylül’ü aynı kefeye koyabilirsiniz. Ama bilesiniz ki bu sizi popülizmin bataklığına sürüklemekten başka hiçbir işe yaramaz!

Madem yakın geçmişe o günün gözlüğüyle bakıyoruz; o zaman 27 Mayıs’ın yanlışlıklarını da vurgulamak zorundayız. 27 Mayıs’ı gerçekleştiren kadro homojen bir yapıda olmadığı için her devrimde   olduğu gibi burada da kargaşa yaşanmıştır. O kadar ki Milli Birlik Komitesi içinden bir parçayı, 14’ler diye bilinen subayları tasfiye etmiştir. Ülke yönetiminde askerlik dışında deneyimleri olmadığı için önemli hatalar yapmışlardır. En büyük hata Yassıada Mahkemeleridir. Burada hukuk yerlerde sürünmüş, idamla yargılanan Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın son savunması süreyi aştığı için yarıda kesilmiş, sanık susturulmuştur. İktidarı komitenin elinden alan “Silahlı Kuvvetler Birliği” büyük baskı yaparak üç idam cezasının infazını sağlamıştır. Yassıada Mahkemeleri hukuk tarihimizin yüzkarası olmuştur.

Sonradan 14’lerin arasında tasfiye edilecek olan bir yüzbaşı “Üniversiteye de gireceğiz” demiş ve MBK, 1961 Anayasası hazırlıklarına büyük katkıda bulunan hocalar da dahil 147 akademisyeni saf dışı etmiştir.

1961 Anayasasında yer alan Millî Güvenlik Kurulu yoluyla askerî vesayetin yolu açılmış bu durum demokratik yaşamı zaman zaman zorlamış, 12 Mart ve 12 Eylüllere kapı aralamıştır.

27 Mayıs’la birlikte gelen OYAK, askerin ticarete bulaşmasına ve üst kademenin sermayeyle bütünleşmesine yol açmıştır!

Bu arada önemli zamanlama yanlışları yapılmıştır. Dünya Anayasa literatürüne girecek kadar mükemmel bir eser olan 1961 Anayasası, büyük kitlelerin yürekleri üç idamla sızlarken halkoyuna sunulmuş, seçmenler doğal olarak oylanan metnin içeriğine bakmamış, tepkilerini “hayır” oyu vererek sandıkta göstermişlerdir. Bu nedenle ilk kez yasal grev hakkına kavuşan Zonguldak maden işçileri, ülkenin en gelişmiş bölgesi Ege illeri Anayasa’ya “hayır” demişlerdir.

Tüm bunları değerlendirdikten sonra ortaya çıkan sonuç; olumlu ve olumsuz uygulamaları dikkate alındığında 27 Mayıs’ın Türkiye’yi daha demokratik bir yaşama götürdüğüdür. Türkiye çok partili yaşama geçtiğinden bu yana hangi iktidar dört başı mamur bir uygulama sergilemiştir? Tam tersine uzun süre işbaşında kalan kadrolar güç zehirlenmesine uğramışlardır.

Kenan Evren ortadan kaldırmadan önce, her 27 Mayıs günü resmî bayramdı: 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı. 27 Mayıs 1960 günü Hukuk Fakültesi 2. Sınıf öğrencisiydim. Kızılay meydanında 1961 Anayasasının başlangıcında ifade edildiği gibi “zulme karşı direnen” bir genç olarak aynı heyecanı bugün de duyuyorum. O günü yaşayan arkadaşlarımın, hukuk ve demokrasi yokluğunda nefesi tıkanan ve 1961 Anayasasını özleyen yurttaşlarımın 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramını kutluyorum.

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları