27 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

KEMAL ANADOL YAZDI- 29 NİSAN 1960

Ana Sayfa » GÜNCEL » KEMAL ANADOL YAZDI- 29 NİSAN 1960

Eklenme : 29.04.2020 - 8:00

KEMAL ANADOL YAZDI- 29 NİSAN 1960

 

 

 

29 Nisan 1960 sabahı, Ankara Cebeci’deki Hukuk Fakültesi merdivenlerini tırmanıp bahçeye girdiğimde karşılaştığım manzara tam anlamıyla ana baba günüydü. Anayasa hocaları Bülent Nuri Esen ve İlhan Arsel derslerini iptal etmişlerdi. İkinci sınıf öğrencisiydim. Ben de heyecanla arkadaşlarımın söylediği marşa katıldım. Gazi Osman Paşa’ya Plevne savunmasında yakılan türkü güncelleştirilmiş ve marşa dönüştürülmüştü:

Olur mu böyle olur mu/Kardeş kardeşi vurur mu /Kahrolası diktatörler/Bu dünya size kalır mı

Cebeci caddesinin sol yanına sıralanmış polisler bize bakıyorlardı. Başlarında Emniyet Müdürü Niyazi Bicioğlu vardı. Polislerin bir kısmı ilerledi ve Mülkiye ile aramızdaki dar sokağı kapattı.İki fakülte öğrencilerinin birleşmesini önlemek istiyorlardı.

Kanı kaynayan delikanlı ve genç kızlardan oluşan öğrencilerin tepkileri boşa değildi. Tek parti baskısına karşı “Yeter Söz Milletindir” sloganı ve mutlak çoğunluk sistemiyle 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti (DP), 1957 Ekim’inde yapılan seçimlerde bu niteliğini kaybetmişti. Seçime giren    CHP, Hürriyet Partisi ve Millet Partisinin aldığı muhalefet oyları DP oylarını geçmişti. Bir oy fazla alan partinin o ildeki milletvekillerinin tamamını kazandığı insafsız bir seçim sistemi sayesinde iktidarda kalabilmişti. Halk geçim sıkıntısı içindeydi. Kahveden çiviye, otomobil lâstiğinden pencere camına kadar her şey vesika ile satılıyordu. Enflasyon hortlamıştı. Son seçimde iktidar partisi başkent Ankara’yı kaybetmişti. Menderes tüzel kişiliği olamayan, adını Vatan Cephesi koyduğu örgüte baskı ile üye kaydedilmesini istiyordu. Devlet radyosunu hunharca kullanan iktidar, sabahtan akşama kadar Vatan Cephesine katılanların ismini okuyordu. Ülke tastamam kamplara bölünmüştü. Köylerde, muhaliflerle Demokratların kahveleri hatta camileri ayrılmıştı.

Önceleri “Hürriyet” sözcüğünü ağzından düşürmeyen Demokrat Parti muhalefete karşı sertleşmiş, ona hayat hakkı tanımaz hale gelmişti. Partilerin toplantı ve yurt gezilerini tahrik olarak niteliyor, emrindeki valilerin koyduğu keyfi yasaklarla ana muhalefet partisi genel başkanı İsmet Paşa’yı Kayseri ve diğer illere sokmamaya çalışıyordu. Paşa’nın Garp Cephesi Kumandanı olarak Yunan generali Trikopis’i esir aldığı Uşak’ta başına taş atılıyordu! DP, mazlum edebiyatıyla iktidara gelenlerin ne kadar zalim hale geldiğinin somut örneğiydi!

Muhalefette basın hürriyetini ağzından düşürmeyen Demokrat Parti döneminde Cebeci Kapalı Cezaevi’nin adı gazetecilerin dilinde Ankara Hilton’a dönüşmüştü. Ülkü Arman, Şinasi Nahit Berker, Yusuf Ziya Ademhan, Beyhan Cenkçi, Metin Toker gibi basın mensupları Ankara Hilton’u sık ziyaret eden müşteriler haline gelmişlerdi. 79 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın bile cezaevine girmekten kurtulamamıştı. Başbakan Adnan Menderes’in en küçük eleştiriye tahammülü kalmamıştı. Her eleştiriye Cumhuriyet Savcılarına suç duyurusu ile yanıt veriyordu.

31 Ekim 1957 tarih ve 183 sayılı haftalık AKİS dergisinin kapağında seçimlerden sonra tekrar Başbakan olan Menderes’in resmi vardı. Sayı ona ayrılmıştı. Özel yaşamıyla ilgili bölümleri de kapsıyordu: “Ev içinde daima dağınık bir kılıkla gezer. Tuhaf zevkleri vardır. Meselâ   yemekte karnıyarıkla tahin helvasını karıştırıp yemek onun için hiç de anormal bir şey değildir. Umumiyetle çok konuşur az dinler. İnandığı fikirden caydığını görmek hemen hemen mümkün değildir.  Son derece inatçıdır. Ak dediği şey kara bile olsa, karşısındakini bunun ak olduğuna inandırmaya çalışır. İnanır görünenlere ise bayılır. En samimi dostları bu tip insanlar tarafından seçilmiştir.”

Menderes bu yazı üzerine savcılığa şikâyette bulunmuş ve derginin sorumlu müdürü Tarık Halulu yargılama sonunda bir yıldan fazla hapiste kalmıştı. Bir CHP kongresinde asılı pankart dikkat çekiciydi: “DP’nin basın anlayışı. 8 yılda 2324 gazeteci hakkında dava açtı. 8 yılda 811 gazeteciye verilen cezaların yekûnu 144 yıl 8 ay tutuyor.”

7 Nisan 1960 günü DP Meclis Grubu toplantısında yapılan konuşmalar baskı yöntemlerinin artırılması doğrultusundaydı. Yayınlanan bildiride “Muhalefet ve basının yıkıcı faaliyetlerini inceleme amacıyla bir tahkikat komisyonunun kurulacağı” açıklanıyordu. Meclis’te muhalefetin itirazlarına karşın 15 DP’li Milletvekilinde oluşan bir komisyon kuruldu. Komisyon, savcıların, askerî ve sivil hakimlerin tüm yetkilerine sahip olacaktı. Gazete toplatabilecek, basımevleriyle birlikte kapatabilecekti. Her türlü evrak, belge ve eşyaya el koyabilecekti. Komisyon kararlarına karşı gelenler bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılacak, bu kararların infaz ve icrasında ihmali görülenler altı aydan üç yıla kadar hapsedilebileceklerdi. Komisyon kararlarına itiraz mümkün değildi!

DP’nin amacı belli olmuştu artık. Yürütmenin emrindeki yasama, artık yargının yetkilerini kullanacaktı! Kendilerini demokrasi kahramanı ilân edenler, İstiklâl Mahkemeleri’ne geri dönüyorlardı! Komisyonun ilk icraatı TBMM tutanaklarına yayın yasağı koymak olmuştu. CHP bu konuşmaları çoğaltarak elden ele dağıtmaya başlamıştı. DP bunları “İhtilâl beyannameleri” olarak niteliyordu.

18 Nisan günü, CHP hakkında, “yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesi istemiyle verilen Meclis Araştırması gündeme geldi. Niyet açığa çıkmıştı. CHP kapatılacak ve tek parti rejimine dönülecekti. Önergenin görüşülmesi sırasında İsmet İnönü ilerde tarihe geçecek bir konuşma yapmıştı:

“(…) Şimdi ihtilâl iktidarı bir defa eline geçirmiş olanlar tarafından yapılıyor… Seçimle iktidara geliyor, devletin vasıtalarına el koyuyor, seçimle gitmek ihtimali ufukta görüldü mü, ben buradan gitmem telaşına düşüyor. Ne oldu. Telâşınız ne? Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette ayaklanma olur… Şimdi mevzuubahis olan mesele bu… Beni dinleyin, böyle ihtilâl içinde bulunamayız. Böyle bir ihtilâl dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır…  Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam.”

Tahkikat Komisyonu kurulmasına ilişkin önerge DP çoğunluğu tarafından kabul edilmişti. Çoğunluk sistemiyle haksız ve insafsız şekilde Meclis’e yansıyan sandalyelerde oturanlardan demokrasiyi katledecek öneriye karşı çıkmaları beklenemezdi. Menderes, “Odunu aday koysam seçtiririm” mantığıyla oluşturduğu kalabalığı “Millî irade” olarak tanımlayıp, hızla tek parti diktatörlüğüne koşuyordu.

Önergenin kabulü bardağı taşıran son damla olmuştu. Öğrenciler 28 Nisan günü İstanbul Üniversitesi bahçesinde toplanmışlardı. Liderleri Hukuk Fakültesi öğrencisi Kastro lâkaplı Nuri Yazıcıydı. Polis kalabalığı dağıtmak için şiddete başvuruyor, copla birlikte tabanca kullanıyordu. Gözetime alınan öğrencilerini kurtarmaya çabalayan Rektör Sıddık Sami Onar alnından yaralanmış, yerlerde sürüklenmişti. Bu durum infiale yol açmış, hele Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polis kurşunuyla öldürülünce isyana dönüşmüştü. Bir başka öğrenci Hüseyin Onur’un da ayağı kesilmişti. Topluluk Beyazıt Meydanını doldurup Vilâyete yürümüş, barikatı aşamayınca Eminönü’ne yönelmişti. Bu durumda telâşlanan İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü Galata Köprüsü’nü açmak zorunda kalmışlardı. Olayları önleyemeyen hükümet aynı gün İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilân etmişti. İstanbul’da Orgeneral Fahri Özdilek, Ankara’da Korgeneral Namık Argüç Sıkıyönetim Komutanlıklarına getirilmişlerdi.

Bir gün önce İstanbul Üniversitesinde meydana gelen olaylar sansürü aşmış, kulaktan kulağa yayılarak bizleri ateşlemişti. Ankara Valisi Dilâver Argun ile Emniyet Genel Müdürü Cemal Göktan polislerle bahçeye girmişlerdi. Onlara hep bir ağızdan yuh çekiyorduk. Biraz sonra çevreye yayılan nal sesleriyle birlikte bir süvari birliği göründü. En az on basamaklı merdivenleri tırmanan atları hayretle izliyordum. Asker bahçemizde konuşlanınca “Ordu ordu çok yaşa” sloganıyla karşıladık. Askerle polisi ayırmak istiyorduk. Biraz sonra Sıkıyönetim Komutanı Namık Argüç geldi ve bir arabanın üstüne çıktı. Herkes alkışlıyordu. “Varol Paşa baba!” Gürültüyü önleyemeyen general sinirlenmişti. “Susun be! Yoksa ben susturmasını bilirim!” Bu kez uzun bir “Yuuuh” sesi dalga dalga Cebeciye yayılmıştı. Böyle şeylere alışık olmayan Paşa “Ben size gösteririm” diyerek arabadan inmiş, yanına Ankara Valisi ve Emniyet Müdürü gelmişlerdi. Caddenin karşısındaki kahve ve dükkanların önüne biriken siviller olayı dikkat ve üzüntüyle izliyorlardı. Mülkiye’nin balkon ve pencerelerini dolduran öğrenciler de bize bakıyor, merakla olayın sonunu bekliyorlardı. Polis aniden anonsa başlamıştı. Bahçeyi derhal boşaltmamızı istiyordu.  Bizi copla okula girmeye zorluyorlardı. Bunda başarılı oldular. Copları işletiyor önüne gelene vuruyorlardı. Bu kez okulun içinde öğrencilerle polis çatışmaya başlamıştı. Okuldan gelen feryatlara Komutanın, Valinin ve Emniyet Müdürünün aldırış ettiği yoktu. Polisten kurtulanlar dekanlık önünde toplanmaya başlamışlardı. Olay Mülkiye’ye kayıyordu. İki fakülte arasındaki dar yola öğrencilere su sıkmak için sokulan itfaiye aracı başarılı olamamıştı. Çünkü öğrenciler hortumu kesmiş ve aracın vitesini boşa alarak itmişler,  aşağıya, caddeye göndermişlerdi! Olay artık Mülkiye’ye sıçramıştı. Hukuk öğrencilerini okula sokan Sıkıyönetim Komutanı cebinde mantar tabancası bile olmayan, tepkisini bağırarak gösteren öğrencilere tahammül edemiyordu. İçerde olduğumuz için dışarıyı görmüyor sadece gürültüleri duyuyorduk. Bir anda makineli tüfek sesleri çevreye yayıldı. Namık Argüç Mülkiye’ye ateş emri vermiş, ateş yirmi dakika kadar sürmüştü. Öğleden sonra sesler kesilmiş, bizi bırakmışlardı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin duvarlarındaki kurşun izlerine hayret ve dehşetle bakıyordum. O gün üniversiteler sıkıyönetim tarafından tatile sokuldular. Yurtlarda kalanlar memleketlerine döneceklerdi.

Bu tatil iktidarın işine yaramamıştı. Kızılay Ankara’nın en hareketli alanıydı. Orduevi’nden başlayan bulvar, güzel bir bahçe içinde bulunan Kızılay merkezine kadar uzuyordu. Gelişli gidişli yolun başlarında üniformalı bir Atatürk heykeli, karşısında da Zafer Parkı vardı. Sağlı sollu büyük binalar ve altlarındaki mağazalardan oluşan bulvar Ankara’nın piyasa yeriydi. Saat 17’den sonra dairelerden çıkan memurlar ve evi Ankara’da olan öğrenciler burayı dolduruyorduk. Yeterli kalabalık oluşunca önce ıslıkla Plevne Marşı çalınmaya başlıyor biraz sonra da meydan “Hürriyet! Hürriyet!” sesleriyle çınlıyordu. Peşinden slogan atıyorduk. “Menderes istifa! Menderes istifa!” Hazır bulunan polisler üstümüze saldırıyor biz de yan sokaklara kaçıyorduk. Biraz sonra tekrar alana girip polislerle kovalamaca ve saklambaç oynuyorduk! Yakalananlar da bir süre sonra serbest bırakılıyordu.

Menderes çıldırmıştı. Tahkikat komisyonunun önüne çıkarılan çift dikiş yapan kıdemli öğrenciler için, “Döne döne başı dönmüş”, profesörler için de “Kara cübbeliler” diyordu.  Mayıs ayı başlarında Hindistan Başbakanı Nehru Ankara’ya gelmişti. Çankaya Köşkü’ne çıkmak için zorunlu olarak Kızılay’dan geçecekti. Aynı araçta Menderes’le beraberdi. Alana, Fransızca liberté, İngilizce freedom sloganları yayılıyordu.

Okullar kapatıldıktan altı gün sonra en görkemli protesto gerçekleşecekti: “555 K!” Yani beşinci ayın beşinci günü saat beşte Kızılay’da toplanacaktık. O gün müthiş bir kalabalık vardı. İçinde bulunduğum grup yukarı kaldırımlardaydı. Birden dikkatlerin aşağıya, Büyük Sinema tarafına yöneldiğini gördüm. İnsanlar o tarafa akıyordu. Meğer oradan geçen Menderes aracından inerek “Hürriyet! Hürriyet!” sloganları arasında gençlerin içine girmiş ve bağırmış. “Kellemi mi istiyorsunuz?” Gençler de “Hürriyet istiyoruz” karşılığını vermişler. O günlerin deneyimli ve saygın gazetecisi Emin Karakuş Menderes’in koluna girerek aracına bindirmiş ve olay yerinden uzaklaştırmış. Başbakan’ın yakasına sarılma hikâyesi ise tam bir şehir efsanesiydi!

21 Mayıs 1960 günü Harp Okulu öğrencileri nizamiyeden çıkarak Zafer anıtına yürümüşler, önce İstiklâl sonra da Harp okulu Marşını söyleyerek dağılmışlardı. Öğrencilerin adımları yaklaşan devrimin ayak sesleriydi. Bir hafta sonra 27 Mayıs 1960 sabahı radyolar ordunun yönetime el koyduğunu tüm ülkeye ve dünyaya duyuruyordu…

Bugün, 29 Nisan olaylarının 60. Yıldönümü. Yıllar sonra aynı heyecanı duyduğumu söylersem bu abartı sayılmamalıdır. Eylemlerimiz daha sonra 1961 Anayasasının başlangıcında yer alan zulme karşı direnme hakkıydı. Toplumlardaki kargaşa dönemleri birer sosyolojik olgudur. Özgürlük ve mutluluk vaatleriyle iktidara gelenler, işler kötüye gidince ve halk kendilerine yüz çevirince oturdukları koltuğu korumak için zorbalığa başlarlar. Artık hak, hukuk söz konusu değildir. Bunun adı da güç zehirlenmesidir. Demokratik bir iktidardan oligarşiye dönüşen bir yönetim kendi sonunu kendi hazırlar.

1960 baharında olup bitenlerden habersiz, klişe yargılarla ahkâm kesmek ve 27 Mayıs’ı, 12 Mart ve 12 Eylül’le aynı kefeye koymak günün koşulları içinde çekici olabilir. Ancak dünkü olaylara bugünün gözlüğüyle bakmak hem kötü bir yöntemdir hem de tarih önünde geçerli değildir.

60 yıl sonra, 29 Nisan 1960 günlerini özlemle selâmlıyorum.

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları