28 Mart 2024 - Hoş geldiniz

KORONA GÜNLÜKLERİ….GÜLDAL OKUDUCU YAZDI- BİZ AYAĞA KALKTIĞIMIZDA!

Ana Sayfa » GÜNCEL » KORONA GÜNLÜKLERİ….GÜLDAL OKUDUCU YAZDI- BİZ AYAĞA KALKTIĞIMIZDA!

Eklenme : 23.03.2020 - 22:03

KORONA GÜNLÜKLERİ….GÜLDAL OKUDUCU YAZDI- BİZ AYAĞA KALKTIĞIMIZDA!

 

BİZ AYAĞA KALKTIĞIMIZDA!

 

Alkış sesleri geliyor. Çok az da korna sesi var. Balkonlarda da insanlar. Kimi evlerin bütün ışıkları açık, kimileri yanıp sönüyor. Sağlık emekçileri için dense de aslında alkışlar umuda. Hayata. İktidarın ve koranavirüsün karanlığıyla boğulanlar nefes almaya çalışıyor.

Piyasacıların, rantçıların, yağmanın, talanın, geçmiş depremlerin ve gelecek depremlerin şehrinde evimin balkonundayım. Hoyrat yöneticilerin elinde dokusunu ve büyüsünü kaybetmeye yüz tutmuş, mafyanın, fırsatçıların, pervasızlığın, gösterişin, tuzakların, avların ve avcıların eline düşmüş bu şehirde balkonumdan alkış tutuyorum umuda. Palaya, tomaya, egsoz dumanlarına ve sonra biber gazına boğulan, Gezi’sinde gençlerin tencerelerin, tavaların, kırmızılı kadınların direndiği, hayatı hedef alan iktidara başkaldıranların şehri şimdi suskun.

Marmara’nın suları karanlık. Göz kırpan tek bir yıldız yok. Ülkem gibi. BEDAŞ iki gün boyunca dokuz saate varan elektrik kesintileri yaşanacağını duyurdu bu koranavirüs salgınında. Yüreklerin karanlığına sokakların ve evlerin karanlığı eklenecek.

Zaman nasıl da çabuk geçiyor… Alkışlar bitti.

Sessizlik…

Bazen sessizlik ürkütüyor insanı.

Bu saatlerde karanlığın içinde bembeyaz parlayan martılar da uçuşmuyor havada. Marmaray neredeyse tümüyle boş. Tek tük araç geçiyor, istasyonun aydınlığında tek tük insan var. Uzakta olsalar da, imgelemim çalışıyor, asık yüzleri gözlerimin önünde. Geç saatlere kadar çiçek satan çingeneler de, köprünün altında kesintisiz gece yarısına kadar klarnet çalan gençler de ortalıktan kaybolmuş. Bostancı meydanı yalnız. Yapayalnız. Kokoreççiler kapılarını çoktan kapamış. Bir kedi raylar boyunca yürüyor, yanlış görmediysem sağına soluna bakıyor.

Balkondaki çiçekler dünyanın başına gelenlerden bihaber açmaya durmuş. Pembe, beyaz, kırmızı… Doğa üzerinde yaşayanları da kendi renklerine bir bezeyebilse…

Alkıştan sonra balkon kapısını kapatıp içeri girdim. Tarifsiz bir hüzün çöktü üstüme. Biliyorum bu daha başlangıç. Dün İdlib’de El Nusra 2 askerimizi öldürdü, bir asker de ağır yaralı, Elazığ’da da 5 şiddetinde deprem oldu. Konuşmadık bunları…

Çay bardağı elimde bir o yana bir bu yana dolanıyorum odada. Işıklı bir evde ışıksızım. Yalanla kurgulanmış, merhametsizce yağmalanmış bir ülkenin yurttaşı olarak bu karantina günlerinde ne kadar yanlış yaptık, niye yaptık, nasıl bu kadar aymaz olabildik diye düşünmekten başka yapacak iş yok gibi. Ama unutmamalı, yarın biraz yiyecek doldurmalı eve.

Ölüyorum diyen İtalya’nın sesini AB duymadı. Koronavirüsten sonra hükümetlerin hepsi gidici de yerine ne gelici meçhul. Meçhul her zaman ürperticidir. Mülteciler ne yapıyor acaba? Neyse… Güzel haber şu, dünya Sağlık Örgütü Suriye’ye yardım ediyormuş. Kapitalizmi kötüleyenler utansın. Ama zalim Amerika İran’a ambargoyu kaldırmadığı gibi, sertleştiriyormuş. Ah İran, gene cezalandırıyor Amerika seni.

Yeni başladığım bir öyküye yoğunlaşıp, uzaklaştırmak istiyorum zihnime üşüşen düşünceleri…

Yeni kitabımın adı Kara Kapkara Öyküler.

İlk kez daha yazmadan adını verdim bir kitabın. Daha doğrusu kitap kendi adını buldu. Bu kitabı kimse okur mu bilmiyorum. Hem yazıyorum hem de insanlar bu kitabı niye okusun diyorum. Onları nefessiz bırakacak hatta boğacak bu öykülere neden ilgi göstersin. Kokan bir düzenin zaten yitik çocuklarının, kadınlarının çaresizliğini yazmak neye yarar? Umutlarını mı kırar insanların, yoksa adaletsizliğin biraz da kendi suskunluğunun vurdumduymazlığının, güçsüzlüğünün sonucu olduğunu düşünüp, kızıp yeniden düşünüp bir şeyler yapmasına mı yol açar? Bilmiyorum. Mengenedeki kalbim sadece yazmak istiyor.

Bu akşam Kübra’yı yazacaktım. Öyküsü kısacık. Hayatı gibi.

Anası Kübra koymuş adını, 15 yaşındaymış Emrah onu kaçırdığında, “Töre” deyip gelin etmişler, çoookkk dayak yemiş, onun gibi olan arkadaşları varmış, onlar dayanmış, Kübra dayanamamış, ipi mahallenin bakkalından almış, kendini pencere demirlerine asmış. Son nefesi pencerenin önündeki yeni açmış sardunyaların kokusuna karışmış…

Yazdım sayılır. Zaten Kübra’nın hayatı bu kadarcık.

Sistemin virüsü çok. Kulaklarımızı öldürülen tecavüze uğrayan kadınların, bebeklerin, çocukların seslerine tıkamışız. Yedi yaşında, sekiz dokuz on on bir on iki yaşındaki, çocukların sömürülen emeğine gözlerimizi kapamışız.

Ama şimdi korona virüs zamanı. Karantinadayız. Yalnızız. Birbirimize dokunamıyoruz. Bu virüs bizi cumhurbaşkanından daha fazla ayrıştırdı. Ee… El elden üstündür.

Telefonum çalıyor bakmalıyım…

Arayan gazeteci arkadaşım. Ferhan. Yeni geçtiği haberi veriyor. “Bugünden itibaren tüm özel ve vakıf hastaneleri pandemi hastanesi ilan edildi” diyor. Deme ki neymiş, kamucu sağlık sistemi lazımmış. Belirtmeden geçmek istemiyorum, bana göre eğitimdeki virüs de korana kadar tehlikeli.  Ceberrut devletçilik diyenlere duyurulur; hastaneler, okullar, fabrikalar, topraklar ve bilumum yurt zenginlikleri toplumundur. Yerliye yabancıya, oğula kıza, damada enişteye bu yurdu peşkeş çekenler, koronavirüsten daha ağır cezalara hazır olmalıdır. Bir gün. Biz ayağa kalktığımızda.

“Korona nedeniyle ellerini ovuşturan bu virüsün ülkemizi esir almasını bekleyen muhterislere bu fırsatı vermedik vermeyeceğiz” diyene duyurulur. Yeni faşizmin başlangıcı bu sözler, demedi demeyin.

Korana virüsün karanlığında, bir yerlerden bir ses, bir ezgi sabahın bir sahibi var diyor.

“Sabahın bir sahibi var, Sorarlar bir gün sorarlar, Biter bu dertler, acılar, Sararlar bir gün, sararlar”

 

Güldal Okuducu

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları