25 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

MEDYADA FON TARTIŞMASI..KİM, NE SÖYLEDİ?

Ana Sayfa » GÜNCEL » MEDYADA FON TARTIŞMASI..KİM, NE SÖYLEDİ?

Eklenme : 28.07.2021 - 21:28

MEDYADA FON TARTIŞMASI..KİM, NE SÖYLEDİ?

Türkiye medyada fonları tartışıyor.

Odatv’nin gündeme taşıdığı gelişmede özellikle yandaş medyada köşe yazarları konuya acaba nasıl yaklaşıyor?

Türkiye’deki kritik kuruluşların ABD merkezli vakıf olan Chrest Foundation’dan yüz binlerce dolarlık hibe aldığı ve bu kuruluşların başında gazeteci Ruşen Çakır’ın kurduğu Medyascope adlı haber sitesinin olması dikkat çekmişti.

Köşe yazarlarının gündeminde de fon alan medya kuruluşları var. Birçok köşe yazarı konuyu farklı açılardan ele aldı. Fonların milli güvenlik sorunu olduğunu söyleyen de var yasal olduğunu ileri süren de…

Gazetecilik açısından fonları değerlendiren bazı yazarlar, parayı verenin çizgisiyle uyum göstermek zorunda olunacağını kaydederken, AKP Milletvekili Hüseyin Yayman da fonlarla ilgili bir düzenleme yapılmayacağını belirtti.

İşte medyada fon tartışmasını ele alanlar:

TAŞGETİREN: FONLAMA HANGİ HEDEFE YÖNELİK YAPILMIŞSA ONUNLA UYUM ARZ EDECEKSİNİZ

Karar Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, “Fonlamalar” başlıklı yazısında, tartışmalara değindi. Taşgetiren, “İstemezseniz fonlanmazsınız. Fonlanmayı kabul ettiğinizde, bir anlamda fonlama hangi hedefe yönelik yapılmışsa, onunla uyum arz edeceksiniz, demektir” dedi.

Taşgetiren, şu ifadeleri kullandı:

“Küresel fonlamalar bir dünya gerçeği. Dünyanın zengin ülkelerindeki kişiler ya da vakıflar, farklı ülkelerde birtakım alanları fonluyorlar. Kuşkusuz fonlayanların tercihlerinin bir sebebi var. Yani kendi önceliklerine göre fonlama yapıyorlar.

-Fonlananların, neden fonlandıklarını anlamaları ve karşı tercihte bulunmaları son derece tabii. Yani istemezseniz fonlanmazsınız. Fonlanmayı kabul ettiğinizde, bir anlamda fonlama hangi hedefe yönelik yapılmışsa, onunla uyum arz edeceksiniz, demektir.

-Diyelim Amerika’da bazı kişi ve vakıflar, Afrika’da aşılama veya gıda takviyesi için fon tahsis ediyorlar. Bu aşı veya gıda fonlamasına karşı “Batının emperyalist hesapları”ndan yola çıkarak kuşkular üretip tepki de gösterebilirsiniz, eliniz mahkum bu fonlardan istifade de edebilirsiniz.

-Türkiye olarak Suriyeli göçmenler için AB’den fon alıyoruz, hatta mevcut fonları yetersiz görüp takviye bile talep ediyoruz. Nasıl bakmalı bu konuda AB’nin hesaplarına ve bizim kabul veya reddimize?

-Şimdilerde Amerika’da bir vakfın, Türkiye’de bir kısmı medya alanında bazı kurumları fonladığı tartışılıyor. Medyascope gibi bazı siteler bunu en başta ilan etmişler. Demek ki Medyascope, böyle bir fonlanmayı kamuoyu ile paylaşmaktan gocunmuyor. Gocunmuyor, yani bunun yayın yaptığı ülke insanlarınca bilinmesini bir problem olarak görmüyor.

-Medyascope böyle bakıyor olsa bile, şu an, bu sebeple özellikle iktidara yakın medya gruplarınca çarmıha gerildiği de bir vakıa. Çerçeve şu: Amerika’da birileri fonluyorsa, Türkiye’de bir hesapları olmalı, bu hesap Erdoğan iktidarını yıkmaktır, Erdoğan iktidarını yıkmak ise Türkiye’de kendi çıkarlarını egemen kılmakla eşdeğerdir, fonlanan her kim ise bu networkün içindedir vs…

-Böyle midir gerçekten? Yani fonlananların tümü – mesela Medyascope- her yayınında böyle bir direkt yönlendirme ile mi hareket eder, yoksa genel bir duruş buluşması mı söz konusudur? Medyascope yöneticileri -diyelim Ruşen Çakır- böyle bir güdümlemeye razı olur mu, ondan rahatsız olmaz mı, Medyascope yayınına bir şekilde iştirak edenleri kontrol mümkün mü?

-Ben, özellikle medya alanında bunun mümkün olmadığını düşünürüm. İnsan, özellikle düşüncenin sirküle edildiği bir alanda kontrol edilemez bir varlıktır.

-Diyeceğim, ama bana Türkiye özelinde bir yığın farklı örnekler sunulacak. Dünyada da geçmişten bugüne özellikle totaliter yapılarda insan düşüncesinin medya alanında nasıl tek biçimli hale geldiğinin örnekleri yığınladır.

-Bu Amerikan fonlamaları gündeme gelmeden önce Türkiye “havuz medyası” ya da “yandaş medya”yı tartışıyordu. Olay iktidar eliyle “medya fonlaması” anlamına gelmekteydi. Medya yapılanması için havuzlar oluşturulmuş, iş dünyasının bu havuzlara fon aktarması sağlanmış, devlet bankalarından sağlanan kredilerle medya gruplarının el değiştirmesi gerçekleşmiş, kadrolar oradan oraya transfer edilmiş, tv’lerdeki tartışma programlarının kadroları tayin edilmiş vs…

-Bakıyorum şu anda Amerikan fonlaması konusunda en bıçkın yazıları döşenenler, o medya içinde isimleri oradan oraya tedavül edenler. Ben şöyle düşündüm onlara bakınca: Bu bir tür yara sarma operasyonu. Ukde vardı içlerinde havuz medyası – yandaş medya diye tanımlanmaktan ötürü, şimdi bir başka “kötü” buldular onun üzerine çullanarak kendilerini aklamaya çalışıyorlar.

-Ben gene de insanların otomat olmadığını düşünürüm. Yani havuz medyası içindekiler de bütün bütün “otomat” değildir, en azından fonlandıkları odaktan faklı düşünmediklerini zannederek farklı düşünür hale gelebilirler ve bir süre sonra mimlenebilirler. (Kaç kişinin işine son verildi küçük eleştirilere yöneldiler diye o medya gruplarında?) Ya da, insani zaaf sebebiyle unutarak, yanlış düğmeye basarak farklı noktaya savrulurlar. En son Cumhurbaşkanının görüntüsü nasıl yayınlandı İletişim Başkanlığı’nın olağanüstü hassasiyetine rağmen?

-Doğrusu Türkiye’de bir yandan “bir tripod bir kamera ile” medya alanına girmek ve gündemi sarsmak mümkün, bir yandan da, medya finansmanı kolay taşınır bir şey değil. Şu soru çok rahat sorulabilir: Havuz medyası diye nitelenen alan, sadece okur – seyirci finansmanı ile destekleniyor olsaydı, ömrü kaç gün sürerdi? Ziraat Bankası, bütün medya organlarını Demirören grubu gibi fonluyor mu mesela? Gazetelerin devlet kuruluşlarından aldıkları reklam hangi amaca yönelik bir fonlama anlamı taşıyor, bunu da tartışsak ya…

-Son bir soru soralım: Açlıktan nefesi kokan vatandaşın sokak medyasına söylediği sözün yakıcılığını kim fonluyordur acaba? Ya da bu vatandaş, “kaçıncı kol”a mensup olarak ülkeyi yıkmaya çalışıyordur?”

TUNA: KAMUOYU VİCDANINDA HAK ETTİĞİN YERİ BULURSUN

Sabah yazarı Salih Tuna ise “Sanki gizli bir el var!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Tuna yazısında, “Seni fonlayan kuruluş, Türkiye’ye ambargo koyan, güvenliğini tehdit eden ve 15 Temmuz darbesi elebaşına yataklık yapmaya devam eden bir ülkenin istihbaratıyla iltisaklıysa, daha önce de PKK’nın dağ kadrosunu ‘fonladığı’ ortaya çıkmışsa kamuoyu vicdanında hak ettiğin yeri bulursun…” diye yazdı.

Salih Tuna’nın yazısı şöyle:

“Elbette her şeyden evvel belirleyici olan ne yaptığındır.

Şayet “yaratıcı yıkıcılığa” soyunmuş “beşinci kol faaliyeti” yapıyorsan veya Akşam gazetesinden Kurtuluş Tayiz arkadaşımızın ifadesiyle, “Türkiye’nin Libya’ya cihatçı taşıdığı, Karabağ’a paralı asker gönderdiği, DEAŞ’a silah taşıdığı, Irak ve Suriye’de sivilleri katlettiği vs. gibi haberleri…” matine- suare servis ediyorsan kimler tarafından fonladığın doğal olarak sorgulanır.

Bir de…

Seni fonlayan kuruluş, Türkiye’ye ambargo koyan, güvenliğini tehdit eden ve 15 Temmuz darbesi elebaşına yataklık yapmaya devam eden bir ülkenin istihbaratıyla iltisaklıysa, daha önce de PKK’nın dağ kadrosunu “fonladığı” ortaya çıkmışsa kamuoyu vicdanında hak ettiğin yeri bulursun…

Demem o ki, ortada muamma yok. Konu belli, bağlam belli. Kimse karnından konuşmasın! Çakır Ruşen’lere destek vermek için konuyu dağıtarak, sağa sola atmaya çalışarak kendi kendilerini iptizale uğratmasın.

Dostlarımız da lütfen tutarlı olmaya çalışsın.

“Türkiye de Yunus Emre gibi vakıfları fonluyor…” ne demek Allah aşkınıza?! Bundan daha doğal ne var? Yunus Emre Vakfı zaten Türkiye kuruluşu değil mi?

Yoksa…

ABD de (mesela, Chrest Foundation Vakfı vasıtasıyla) kendi kuruluşlarını mı fonluyor demeye getiriyorsunuz?..

Odatv’nin bir film setindeki kurusıkı silahları gerçek silahmış gibi yansıtarak “muhafazakâr” kesimin silahlandığı algısını yerleştirmeye çalışan o utanç verici haberini nasıl eleştirdiysek, “fondaş medyayı” gündeme getirmesinin de hakkını teslim edelim.

Mezkûr fonlamanın daha evvel bilinmiş olması veya inkâr edilmediğinin iddia edilmesi Soner Yalçın arkadaşımızın sitesinin başarısını gölgelemez.

Gelgelelim…

NTV’nin eski haber sunucusu Banu Güven, Deutsche Welle’deki yazısında bu başarıyı, “AKP’ye bayram hediyesi” tesmiye etmiş!..

Dikkatli olmasını öneririm. Zira her şeyi AK Parti’ye yaradı / yaramadı endeksine bağlayanlar kol geziyor. Söz konusu yazısında, AK Parti’nin en azından “mülteciler politikasını” zımnen de olsa arkalamakla, kendisinin de bir “hediye” verdiğini söylemekte hiç de güçlük çekmezler.

Çünkü Suriyeli ve Afganistanlı sığınmacılara veya mültecilere düşmanlık yapanlara muhalefeti de kapsayacak şekilde karşı çıkıyor. Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki popülist tavrını da eleştiriyor!..

Hemencecik “Alman medyasında yazıyor ya ondandır” demeyin. Bu konuda tutarlı. AB ülkelerinin sığınmacıları Türkiye’ye hapsetme politikasına lafını sakınmıyor. Lakin ne oluyor, nasıl oluyorsa…

Sığınmacılara en şedit şekilde karşı çıkan Meral Hanım’ın İYİ Parti’sinden, sığınmacıları ötekileştirmeyen Banu Güven’e kadar bir oluyor, birlik oluyor, Erdoğan nefretinde adeta yarışıyorlar.

Tıpkı “mandacı medyaya” karşı çıktığını iddia eden Soner Yalçın ile “mandacı” Ruşen Çakır’ın Erdoğan düşmanlığında örtüştüğü gibi.

Sanki gizli bir el bu nefret paydasını dizayn ediyormuş gibi. Hem de… ‘Mesele Erdoğan düşmanlığıysa (vatan dahil) gerisi teferruattır’ dercesine!”

YILDIZ: ABD BİRİNİ FONLUYORSA BUNU ASLA İNSANLIĞIN İYİLİĞİ İÇİN YAPMAZ

SüperHaber yazarı Nuran Yıldız, “Pentagon, Washington ve dünya ve biz” başlıklı yazısında ise, yaşadıklarını aktardıktan sonra, “ABD birini fonluyorsa bunu asla insanlığın iyiliği için yapmaz” dedi.

Yıldız yazısında şu ifadeleri kullandı:

“Geçen haftanın konusu, ABD’li bir vakfın Türkiye’de fonladığı kuruluşlardı. Haberde daha önemli bir ayrıntı vardı ama Ruşen Çakır’ın Medyascope’u tartışmasıyla arada kayboldu, aynı vakıf Sabancı Üniversitesi’ni de fonlamıştı.

Sorun değildi ama, Üniversitenin hiç bir yerinde bu ilişki yazmıyordu.

Sizi ABD vakfı fonluyorsa yabancı hocalar ve uluslararası yayınlarda önemli engellerle karşılaşmaz, sorun yaşamazsınız. Bu iki kalem de üniversite sıralamalarında önemli yer tutar.

Asıl konumuza dönelim. Yıl 2007. Ülkemde şafak vakti evlerin basılıp subayların, gazetecilerin gözaltına alınmasının hemen öncesi.

Bir akademisyenin yeni bilgi üretme hevesiyle “Tanklar ve Sözcükler” kitabım yayınlanmış. Bekliyorum ki ilgi görecek, zira ülkemde biri ilk kez askerlerin iletişimi üzerine akademik bir yayın yapmış.

Birkaç idealist subay dışında kimseden ses çıkmadı. Ama bir kurum çok ilgilendi: ABD Büyükelçiliği. Bir elçilik görevlisi, bir arkadaşım aracılığıyla beni kahve içmeye davet etti. Tanışmanın arkasından ilk sorusu “Türkiye Irak’a çıkarma yapar mı?” oldu. Soru saçmaydı, askeri konularda değil iletişimde uzmandım. Yanıtım ters oldu: “Sorunuzun cevabını elçiliğiniz bizden daha iyi bilir, muhatabınız ben değilim.”

Böylece sohbet, fazla uzamadan bitmişti. Aradan zaman geçti, aynı arkadaşım bu kez ABD askeri ataşesinin evindeki bir davete çağrıldığıma dair bir zarf uzattı. Gittim. Davette konu dönüp dolaşıp kitabıma geldi. Ataşe, beni “Pentagon’da ağırlamaktan memnun olacaklarını” söyledi.

Pentagon’u gezdireceklerini, ulaşım, konaklama, çeviri gibi tüm giderleri karşılayacaklarını ekledi. Bir akademisyen/yazar için bulunmaz fırsat olan teklif geldi: “Tanklar ve Sözcükler”i İngilizce basmak istiyorlarmış!

Muhteşem fırsat, bulunmaz ayrıcalık. Kendi ordumuzun tenezzül edip sayfasını karıştırmadığı kitabı, Pentagon İngilizce yayınlayacaktı. Kibarca reddettim. Kimilerine göre yaptığım aptallıktı. Benim içinse, Kemalist bir öğretmenin çocuğu olarak böyle netameli bir kariyer kabul edilemezdi.

Kitaplarım onlarca dile çevrilsin gibi ihtirasları olan biri de değilim. İhtiraslı insanları da sevmem. O teklifi kabul etseydim, şu anda başta Sabancı Üniversitesi tarafından olmak üzere en aranan akademisyen olmuştum.

Kazandığım paraları saymak için para makinem olurdu. Medyanın her daim modası geçmeyen kanaat önderleri arasında başı çekerdim. İyi ki kendi yolumdan gittim.

O teklifi reddetmemin bedeli ise Zaman, Taraf, Radikal gazetelerinde itibarsızlaştırma ve tehdit içerikli haberler oldu. Çeşitli kurumlardaki danışmanlıklarım sona erdirildi.

Beni ABD adına davet eden arkadaşım ABD’ye geri döndü. Nerede olduğu bilinmiyor.

Ruşen Çakır’gillerin fonlanmasının benim için hiç sakıncası yok. Zaten tüm medya birileri tarafından bir şekilde fonlanıyor.

Sadece iki cümlem var;

Bir, her kim nereden fonlanırsa fonlansın, açıkça fon kaynağını göstermelidir.

İki, ABD birini fonluyorsa bunu asla insanlığın iyiliği için yapmaz, mutlaka kendi çıkarını gözetir, bu da akıldan çıkmasın.”

KAPLAN: İŞLERİNE GELİNCE KULLANILMIŞ MENDİL GİBİ ÇÖPE ATACAKLARDIR

Sabah yazarı Hilal Kaplan ise, “Fondaşın darbe heyecanı” başlıklı yazısında, “Demokrasi diye kafa ütülediklerine bakmayın; demokrasiyi de işlerine gelince kullanılmış mendil gibi çöpe atacaklardır” iddiasında bulundu.

Kaplan’ın yazısı şöyle:

“Tunus Cumhurbaşkanı, meclisin tüm yetkilerini dondurdu. Başbakan’ı görevden aldı. Yenisini kendisinin atayacağını açıkladı. Karara karşı çıkan Meclis Başkanı’nı bile meclis kapısından sokturmadı. Milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı.

Peki, sabah akşam Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “tek adam” diyen fondaş medya böylesi apaçık bir darbeyi nasıl yorumladı dersiniz: “Tunus’ta İslamcı hükümet yıkıldı.” Tabii bu başlıklara “sokaktaki kutlama” fotoğrafları eşlik etti.

Üstelik koalisyon hükümetinin büyük ortağının “laik”, küçük ortağının “İslamcı” olduğunu, muhalefetin büyük çoğunluğunun, solun ve sendikaların darbeye karşı olduğunu bile bilmeyen cehaletlerini de dışa vurdular. En alakasız hadiseyi bile sadece “Laik-İslamcı” at gözlüğü ile görmeye, darbenin ardındaki Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa etkisini perdelemeye kalktılar.

Ama şu nokta artık netleşmiş olmalı: Fondaşlara göre herhangi bir oluşumun veya partinin isminin başına “İslamcı” koydunuz mu, yapılan tüm hukuksuzluklar temize çekilmiş olur. O “İslamcı” partiye oy verenler “halk” değildir ama seçilmişe darbe yapılmasını kutlayan “halk”tır.

Demokrasi diye kafa ütülediklerine bakmayın; demokrasiyi de işlerine gelince kullanılmış mendil gibi çöpe atacaklardır. Seçilmişlerin atadıklarını “kayyum” diye aşağılayan, Kandil’in atadıklarına demokrasi diyerek sahip çıkan bu zihniyeti iyi tanıyın.

15 Temmuz başarılı olsaydı da atacakları manşetler aşağı yukarı bu olacaktı. Tankları alkışlayanları “coşkulu halk”, darbeye direnen bizleri ise “İslamcı insancıklar” olarak kayda geçirip yola devam edeceklerdi. Elebaşının kokmuş atletini koklayanların ülkeyi yönetmesi, onlar için kendi milletinin seçtiğinin yönetmesinden evladır.”

PAZARCI: FONLADIKLARI MEDYA KURULUŞLARINI DÜDÜK GİBİ ÖTTÜRDÜLER

Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi Emin Pazarcı ise “Fondaş medya” başlıklı yazısında “Biz, yıllarca Alman vakıflarını tartıştık bu ülkede. Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini ortaya koyduk. Ardından İskandinav ülkeleri ortaya çıktı. Hepsi aynı hedefe yöneldi. ‘Parayı veren düdüğü çalar’ düsturuyla hareket edip, fonladıkları medya ve meslek kuruluşlarını düdük gibi öttürdüler” dedi.

“Yeni değil ki mesele. Osmanlı’ya kadar dayanan geçmişi var. Ruşen Çakır olayı, ortaya çıkan son halkalardan biri. Bugün tartıştıklarımız sadece devede kulak!

Abdülhamit’i indirmek için de yaptılar bunu. Dönemin gazetelerini alabildiğine yönlendirdiler.

Cumhuriyet döneminde de Sovyetler Birliği, “Beşinci Kol Faaliyeti” olarak benimsedi bu metodu. Sonra batılı devletler devraldı. Türk toplumunu yönlendirmek, değerlerinden uzaklaştırmak için büyük paralar harcandı.

Biz, yıllarca Alman vakıflarını tartıştık bu ülkede. Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini ortaya koyduk. Ardından İskandinav ülkeleri ortaya çıktı. Hepsi aynı hedefe yöneldi. “Parayı veren düdüğü çalar” düsturuyla hareket edip, fonladıkları medya ve meslek kuruluşlarını düdük gibi öttürdüler.

Hiç unutmuyorum, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı yıllarda Türkmenistan’a gitmiştik. Düzensizlik ve vurdumduymazlık yüzünden saatlerce uçakta beklemek zorunda kaldık. Bu keşmekeş sırasında, zar zor izin alıp aprona hava almak için çıktık. Dönemin “deve dişi” tabiriyle anılan gazetecileri vardı içimizde. Bir ara kendi aralarında konuşurken, “eskiden de böyleydi” türünden ifadeler kullandılar. Çok samimi itiraflarda bulundular:

-Sovyet döneminde Rusya’ya gittiğimizde de benzer durumlarla karşı karşıya kaldık. Ama komünist idare olduğu için sesimizi çıkarmadık. Hatta, Türkiye’ye döndüğümüzde tam tersi bir görüntü veren yazılar yazdık.

Onlar fonlanmışlar mıydı, bilmiyorum. Ama en azından, ideoloji ile ruhları, benlikleri zapt edilmişti. O yüzden Türk Milletini yanıltıp, yanlış yönlendirme görevine soyunmuşlardı.

Yıllar boyunca yaptılar bunu…

FETÖ Medyası farklı mıydı peki?..

Değildi elbette. O, çok daha büyük ve sistemli bir operasyondu. Cemaat ya da Hizmet Hareketi adı verilen bir grup, topyekûn satın alınmıştı. Bizden görünüp bizi vurdular! Bu ülkedeki en büyük tahribatı ortaya çıkardılar.

Hepsinin maskesi aynı oldu:

“İfade hürriyeti, basın özgürlüğü” nutukları atıp, bu milletin özgürlüklerini elinden almak için çırpındılar. İllüzyonlar üretip, göz bağcılığı yaparak, efendilerinin değirmenlerine su taşıdılar.

Dün, millet sesini çıkaramıyordu. Hep birlikte saldırıyor, boğup yok ediyorlardı. Çok şükür ki, artık tartışıyoruz bunları. Tartışıp konuştukça, biraz eşeledikçe, sorunun çok ciddi ve kapsamlı olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Tabii, halen bu utancı savunanlar var. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, fonlanan gazetecileri değil, bunlara yönelik düzenlemeler planlanmasını eleştirdi.

Bence iyi oluyor, çok iyi…

Milletin gözünün önünde gerçekleşiyor her şey. Halk olan biteni çok daha iyi anlama ve algılama imkânı buluyor.

Türkçemizde çok güzel deyimler var. Mesela, “Kimse sırtına binmeyeceği merkebe semer vurmaz” gibi!..

Fonlama dediğimiz de böyle bir şey işte! “Tarafsız medyaya Avrupa desteği” türünden lafların tamamı hikâye! Bu süslü lafların hepsi göz boyama. Fonluyorlar ve karşılığını alıyorlar: Al gülüm, ver gülüm. Tartışılacak bir tarafı yok bunun.

Bence bu, basın özgürlüğüne vurulan bir darbe ve büyük bir utanç. Milletin de böyle düşündüğüne eminim.”

GÜLER: BU BİR MİLLİ GÜVENLİK MESELESİDİR

Akşam Gazetesi yazarı Turgay Güler ise “Gazeteci değil eleman bunlar” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Güler yazısında, “Şimdi bu fonlanan sözde gazetecilerin yazdıklarına, çizdiklerine, konuştuklarına geriye doğru bir bakın. Gazetecilik kisvesi altında nasıl bozgunculuk yaptıklarını çok net göreceksiniz. Bir kez daha ifade edeyim bu bir milli güvenlik meselesidir.” ifadelerini kullandı.

Güler’in yazısı şöyle:

“Arsızca ve dahi rezilce kendilerini savunuyorlar. Pişkince ‘ne var bunda’ diyebiliyorlar. Yuh olsun alayınıza! Amerikan vakıfları bu arkadaşlara oluk oluk para akıtıyor. Niye? ‘Bağımsız, objektif gazetecilik yapsınlar’ diye! Biz de yedik!

Sadece Amerikan vakıfları mı? AB fonları da var, BAE cukkaları da! Dünyanın hiçbir ülkesinde izahı yok bu rezaletin. Sevgili Haşmet Babaoğlu dünkü yazısında çok güzel özetlemişti meseleyi; şöyle diyordu:

‘Mesela Fransa’da bazı gazetecilere yüz binlerce Euro’luk internet siteleri kurdurup Fransa’nın Libya ve Suriye politikalarına karşı yazılar yazdırsak’.

Babaoğlu Fransa üzerinden örneklendirmiş. Almanya’da olsa ne olur sizce? Yahut İngiltere’de?

Neyse dönelim biz meselemize.

Yıllarca ana akım medyada boy gösterdiler. Bu sayede ‘yalancı’ bir meşruiyet kazandılar. Sözde meşruiyet. Batılı meslek kuruluşları periyodik aralıklarla bunları taltif etti. Ödül verdi. Böylece Türkiye kamuoyunu bunların ‘başarılı’ birer gazeteci olduğuna inandırdı. Oysa bu arkadaşlar bırakın başarıyı, gazeteci bile değillerdi. Gazetecilik kisvesi altında Türkiye’de bozgunculuk yapan hadi daha açık ifade edelim beşinci kol faaliyeti yürüten birer kullanışlı elemandı! Elemanlıkları devam ediyor.

Geçenlerde bunlardan biri ‘beşinci kol faaliyeti’ yakıştırmasına bozulmuş, asıp kesiyordu. Be ey gafil! Sezgin Baran Korkmaz’ın beslediği gazetecilere gösterdiğin tepkinin binde birini bu rezil fondaşlara niçin göstermiyorsun? Gösteremez! Gösterdiği anda ipini çekerler biliyor.

Alayı kenetlenmiş ‘ne var bunda’ türküsü çığırıyor. Bu sayede biz de korodakileri tanımış oluyoruz.

Gelelim şimdi can alıcı o soruya! Bu fondaşlar aldıkları çuval çuval para karşılığında ne yapıyorlar?

PKK’yı meşrulaştırmaya çalışıyorlar. KHK’lıları aklamaya çalışıyorlar. Ülkede siyasi çatışma zemini pişiriyorlar. Seni beni sabah akşam ‘yandaş’ diye etiketleyip itibarsızlaştırmaya kalkışıyorlar.

A Haber muhabirleri darp edildiğinde objektifliği, bağımsızlığı unutuveriyorlar. Katar’la yatıp Katar’la kalkıyorlar. Uzun lafın kısası alayı Türkiye düşmanlığı yaparak geçimini sağlıyor.

Hatırlamakta fayda var, ne diyordu Biden?

‘Şu an Erdoğan’a çok farklı bir şekilde yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Muhalefeti desteklediğimizi açıkça belirtmeliyiz. Erdoğan’ı yenebilecek Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim alıp desteklemeliyiz. Bu kez darbe ile değil.’

Fonlanan gazeteciler listesinin neden açıklandığına şimdi bir de bu gözle bakın. Ne diyor Biden? ‘Açıkça belirtmeliyiz’. Açıkça belirtiyorlar.

Ve son bir not.

Şimdi bu fonlanan sözde gazetecilerin yazdıklarına, çizdiklerine, konuştuklarına geriye doğru bir bakın. Gazetecilik kisvesi altında nasıl bozgunculuk yaptıklarını çok net göreceksiniz. Bir kez daha ifade edeyim bu bir milli güvenlik meselesidir.”

KORKMAZ: EMİR VE TALİMAT DA VERİYORLAR

Yeni Şafak yazarı Tamer Korkmaz da tartışmaya katılan isimlerden birisi… Korkmaz, “Besleme Medya, nereden koşuyor?” başlıklı yazısında “Ezcümle… Fonlayanlar, öyle “Hayırseverlik” kurumu falan değil; fonladıklarına emir ve talimat da veriyorlar” yorumunda bulundu.

Korkmaz’ın yazısı şöyle:

“BİR YIL ÖNCE: Düşünce kuruluşu Center for American Progress, “Türkiye’nin Değişen Medya Ortamı” adlı bir rapor yayınladı. Raporda, Medyascope, Gazete Duvar, T24 ve Bianet gibi haber sitelerinin yurtdışından fonlandığı bilgisi yer aldı.

Andrew O’Donohue, Max Hoffman ve Alan Makovsky üçlüsünün yazdığı raporda 2016-2019 yıllarında NED’nin (National Endowment for Democracy) Türkiye’deki muhalif gazeteciliğin desteklenmesi için sağladığı finansmanı tam altı kat artırdığı vurgulandı.

Mevzubahis raporu hazırlayan Center for American Progress’in yöneticileri Michael Werz ile Max Hoffman 2019’da İstanbul BB Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu’na tebrik ziyareti yapmıştı.

BİR YIL SONRA: ABD merkezli Chrest Foundation, Türkiye’de fonladığı medyanın listesini yayınladı.

On binlerce dolar hibe alan kuruluşlar arasında Medyascope, P24, Serbestiyet ve 140Journos da bulunuyor.

Mister Ruşen Çakır’ın kurucusu olduğu Medyascope, fonlananların zirvesinde yer alıyor.

Chrest Vakfı, Türkiye’de medya dışındaki kuruluşları da fonluyor. Bunlardan biri de TESEV: Yani, yıllarca CIA’in “Sivil Örümcek Ağı” kuruluşu NED tarafından fonlanan ve Nafiz Jan Paker’in tam on yedi sene boyunca başkanlığını yaptığı şu malum TESEV!

DERİN ŞEBEKE

“Demokrasi” maskesi/kılıfı altında CIA için Psikolojik Harekât avına çıkan NED’in 2006’daki direktörü Morton Abramowitz idi.

Abramowitz, 1989-1991 yıllar arasında ABD’nin Ankara Büyükelçisiydi. Bir başka deyişle; Türkiye’deki Baronsal Gladyo, 1990 senesinden itibaren Laik Aydın cinayetlerine giriştiğinde, Abramowitz Ankara’daydı!

Locaefendi Fetullah, 1992 yılında ilk kez ABD’ye gittiğinde; Kasım Gülek ve baldızı Aylin Devrimel Radomisli’nin (Pentagon’da Albay’dı) aracılığıyla Morton Abramowitz ile buluşmuştu.

Vaktiyle CIA tarafından kurulan NED’nin Türkiye’deki medya kuruluşlarını fonlaması, yıllar öncesine dayanıyor.

Merhum Uğur Mumcu, 1989’da Profesör Aydın Yalçın’ın sahipliğindeki Yeni Forum adlı Amerikancı dergiyi NED’nin fonladığını belgelemişti. Yeni Forum’un NED’den aldığı paranın ilk taksiti 50 bin dolardı.

NED’nin katkılarıyla 16 Eylül 1991’de Bodrum Yalıkavak’taki Club Monakus’ta derin bir toplantı düzenlenmişti.

Amerikan istihbaratçılarının, CIA’den destekli “Radio Liberty” mensubu Amerikalı yöneticilerin ve Türkiye’deki medyadan bazı isimlerin katıldığı işte bu toplantıda Graham Fuller ve Paul Henze de yer almıştır.

Meşhur CIA mensubu Paul Henze, Yeni Forum’un yazarlarındandı.

Vaktiyle 27 Mayıs (1960) darbecilerinin danışmanlığını yapmış olan Mister Yalçın’ın “Can Dostları” arasında, (Enver Altaylı’nın Hocası) Ruzi Nazar da (CIA) vardı!

FİKRİ TAKİP: SİYASİ AYAK

15 Temmuz’dan (2016) birkaç gün evvel; Enver Altaylı, CIA Ajanı Brunson ve Meral Akşener’in gizlice buluştuğunu bir de burada hatırlatalım.

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe teşebbüsü başarılı olsaydı…

“Yurtta Sulh” Cuntası, Meral Akşener’i “Başbakan” TESEV’ci Nafiz Jan Paker’i de “Cumhurbaşkanı” olarak atayacaktı!

FON-TROLLÜ MEDYA

NED, 2012’de Paralel Yapı’nın kanatları altındaki Taraf paçavrasına da finans desteği sağlamıştı.

Taraf’ın eski “Yazı Müdürü” yani Paralel Bavulcu Mehmet Baransu’nun mesai arkadaşı mı; epeydir, Ali Babacan’ı & Abdullah Gül’ü destekleyen gazetede yazıyor!

2018’in Nisan’ında Rahmetli Necmettin Erbakan için düzenlenen ödül töreninde Gül ile Karamollaoğlu salona birlikte girmişlerdi. Böylece çok yakın siyasi birlikteliklerinin ilk görüntüsünü vermişlerdi. Erbakan Ödüllerinin, Medya alanındakine Ruşen Çakır layık görülmüştü! Diriliş Postası’nın “cuk oturan” tabiriyle Fon-Trollü Medyadan -Mister Çakır!

Ruşen Çakır’ın, Yurttaş Aydın Doğan’ın sahipliğindeki Milliyet’te çalıştığı dönemde yaptığı haberlerden “özellikle birisini” tam da burada hatırlatalım.

27 Şubat 1995’te Milliyet’te yayınlanan haber “Erbakan, çok tehlikeli biri” başlığını taşıyordu!

Haberin spotunda; Çakır’ın Amerikalı diplomata Refah Partisi Genel Başkanı Erbakan hakkındaki izlenimlerini sorduğu ve “Tehlikeli biri! Çünkü çok zeki” cevabını aldığı yazılmıştı.

İşte bu haberden 23 yıl sonra, Kontrollü pardon Fon-Trollü Ruşen Çakır’a verilen ödül; “Hiçbir Psikolojik Harekât saldırısının neticede ödülsüz kalmayacağını” göstermişti!

UZAKTAN KUMANDALI

Kendilerini “Bağımsız Medya!” diye tarif eden Haber sitelerini, Youtube kanallarını vs. en başta ABD olmak üzere Batılılar finanse ediyor.

ABD’nin/Batı Cephesinin namı hesabına ve Türkiye’nin aleyhine “Psikolojik Harekât” icra ediyorlar. “Kirli Propaganda” yapıyorlar. Ezcümle… Fonlayanlar, öyle “Hayırseverlik” kurumu falan değil; fonladıklarına emir ve talimat da veriyorlar!”

LEKESİZ: BUNU CANHIRAŞ BİR GAYRETLE SAVUNANLAR…

Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz, fon tartışmasına “Fondaş medyanın göz yaşartan haklılığı” başlıklı yazısıyla katıldı. Lekesiz, şunları kaydetti:

“ABD, İsveç, Norveç ile başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB ülkelerindeki kimi vakıfların, yardım kuruluşlarının, kendilerini AK Parti iktidarını desteklememekle muhalif sayan medya birimlerini, hatırı sayılır meblağlarla desteklemelerini haklı görmekle kalmayıp, bunu canhıraş bir gayretle savunanlar, şu hususa yaslanıyorlar:

‘İrili ufaklı medya kuruluşları maddi bir destsek olmadan hayatta kalamazlar. Bu desteği kendi devletinden alamayanların başka kanallar, sebepler aramaları son derece normaldir.’

Konuyu -çok da elverişli olduğu halde sulandırmadan-, biraz basite indirgeyerek anlamaya çalıştığımızda, fonlanmak isteyenle fonlayanın kaçınılmaz hatta çok insanî zorunlulukları tahtında şöyle bir kurgu ortaya çıkmaktadır:

Gücünü özgürlüğünden(!) alan bir medya organına sahip olabilmek için büyük bir aşkla yanıp tutuşan birkaç hevesli, bir gün büyük otellerden birinin lobisinde bir araya gelip, birlikte yola çıkma kararı veriyorlar. “Sermaye ne olacak?” diye sormuyorlar. Çünkü dünyanın bir yerinde onları destekleyecek bir medya delisinin varlığına daha baştan inanıyorlar.

Faaliyete geçtiklerinde ise sahiden inandıkları gibi oluyor. ABD, İsveç, Norveç, Almanya… gibi ülkelerde “Birileri bir medya organı kursalar da, onları desteklesem; böylece biriken paramı uğruna baş koyduğum medya işine harcasam” diye, bizimkilerden çok çok daha fazla tutuşan bir zengin, vakıf ya da yardım kuruluşu sahibi, yöneticisi, gücünü özgürlüğünden alan medya faaliyetini bir şekilde öğrenip, bu gayretlilere bir şekilde ulaşarak “paramızı medya işinde kullanmamıza sebep olduğunuz için size minnettarız, ne kadar lazımsa hatta ne kadar lazım değilse sizi fonlamak istiyoruz” yalvarışları içinde, onları kendi bordrolarına kaydediyorlar. Sonra medya gayretlileri habercilik, fonlayanlar da fonlama gayretiyle mutlu ve müreffeh olarak birlikte yaşıyorlar.

Bu kurguyu, hem sulandırmama sözü verdiğimiz, hem de Keloğlan masalındaki zalim, acımasız, koca dilli bir devin varlığını asla unutmadığımız için, masal formuyla “gökten üç elma düşmüş” diyerek bitirmesek de, konu bir gün bir şekilde kendiliğinden şöyle bitiyor:

Hiçbir gerçek ilânihâye gizlenemez” hükmünce, fonlananın ve fonlayanın salt medya aşkına dayalı ilişkileri, fonlananın haberlerini “ne kadar ekmek o kadar köfte” düzeyine çekerek naz yapması ve fonlayanın da kapalı kapılar arkasındaki başka ilişkileri yüzünden faş oluveriyor.

Sonra geriye sadece ve sadece “Bütün bunlar için Teksaslı bir aileyi suçlayabilir miyiz?” sorusu kalıyor ki, ortalıkta ne kadar şirin, cihan, yıldız, yıldıray, saldıray… varsa onları da artık bu soruyu –aynı zamanda bir mizahın sularında yüzdüklerini hiç fark etmeksizin- cevaplama telaşı sarıp sarmalıyor.

Örneği ikincinin vefasızlığından verelim…

Dünkü gazetelerde şu haber yer aldı:

Wikileaks’in yayımladığı gizli ABD belgelerine göre, “birkaç hafta içinde bölgeye seyahat edecek” olan, Amerikan Chrest Foundation Vakfı Başkanı Lou Anne King Jensen, 31 Mayıs 2001 saat: 19:32:21’de Stratfor Türkiye Masası’ndan, özellikle Hakkari, Mardin, Kandil Dağı alanlarından bahisle, Türkiye’nin güneydoğusunda sahada bulunan personeli, arkadaşları ve bağlı kuruluşları ile o bölgedeki mevcut durum hakkında ek bilgi ve söz konusu bilgilerin fiyatını talep etmiş; Türk askerinin hareketleriyle, olası güvenlik endişeleri ve gelişmeleri hakkında bilgi almak istemiş.

Bunu ille de kötüye yormamak lazım. Çünkü bir turist zevkiyle Nemrut Dağı’ndan gün doğum ve batımını izlemek istediği açıkça belli olan Teksaslı bir aileyi suçlamak, çok ayıp olur.

Teksaslı ailenin mutlu beslemelerinden birinin, 2005 yılında Amerika’dan para aldığı anlaşılan gazetecilere mesleği bırakma uyarısının siciline kırmızı kalemle yazılmış olmasının doğurduğu muhtemel sıkıntıyı da birincisine örnek sayalım.

Bir de, geçmişte fonlandığı bilindiği halde, iktidar tarafından hiç suçlanmayan TESEV meselesi var.

İyi de bu hatırlatmayı yapan kişi için de hiç kimse geçmişte, “Gün gelir bu kişi gavurun kılıcını kuşanır” dememişti ama tam da böyle oldu.

Sonuç şu ki, Fondaş medyanın göz yaşartan haklılığı asla karartılamaz. Ayrıca, fonlananların özgür medya aşığı çok iyi çocuklar olması da buna engeldir. Geriye konunun masalsı mizahından başka bir şey kalmamaktadır:

Medya aşığı aç ve çulsuz üç Keloğlanın üçü bir gün aşırı yardımsever, vefalı, müşfik bir Anne olan Jensen’in köşküne kahvaltı için çağrılmışlar. Her şey çok güzelmiş ama bir masaldan fırlayıp gelen kurt…”

YENİÇERİ: SATIN ALINAN ÜRÜN GERÇEKTE SİZSİNİZ

Yeniçağ yazarı Özcan Yeniçeri ise, konuyla ilgili “Düşman ekmeği yiyen düşman kılıcı sallar!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yeniçeri, “Hiçbir kimse hiçbir kimseye, hiçbir ülke hiçbir diğer ülkeye demokrasi, özgürlük, insan hakları, adalet daha iyi olsun diye para vermez! Emperyalist güçler bağımlılık satın almak için dolar verirler. Bir güç size para veriyor karşılığında da hiç bir şey almıyorsa, orada satın alınan ürün gerçekte sizsiniz!” ifadelerini kullandı.

Yeniçeri’nin yazısı şöyle:

“2020’de Freedom House örgütü, Türkiye’yi resmen “özgür değil”, özgür olmayan ülke ilan etti.

Geçtiğimiz günlerde de Washington’da ‘Türk Demokrasi Projesi’ adlı bir dernek kurulmuştu.

Kurucular arasında Amerika’daki Türkiye karşıtları ve 15 Temmuz sonrası Türkiye’den kaçan kaçkın ve şaşkınlar (FETÖ unsurları) vardı.

Türk Demokrasi Projesi’ni kuranlar amaçlarını Türkiye’deki demokratik kurumları ve insan haklarını korumak (!) olarak açıkladılar.

Almanya’da ise kilise, sinagog ve caminin tek çatı altında inşa edilmesinin planlandığı ‘Bir Ev’ projesinin temeli atıldı. Projenin FETÖ destekli olduğu açıklandı.

Geçtiğimiz aylarda Fransa’da Macron tarafından “Fransız İslam’ı” adlı bir programın hazırlığı yapıldı. Tepkiler üzerine programın açıklanması yıl sonuna ertelendi.

Yetmedi yine Fransa’da Fransız düşünce kuruluşu Montaigne Enstitüsü, uzman hâkim El Karoui başkanlığında “İslamcılık Fabrikası” adlı bir rapor yayınladı. Raporda, Müslümanlara yönelik olarak “dış yardımların kesilmesi, hac ve helal ürün organizasyonundan vergi alınması, okullarda Arapça dersi okutulması ve internet denetimi” gibi pek çok öneri bulunduğu açıklandı.

Bütün bu emperyalist karakterli ve Türkiye hedefli sivil ya da resmî projelerin Türkiye’yle yakından ilişkili olduğunu söylemeye gerek yoktur. Dışarıdaki projelerin içeride uzantılarının olmadığını düşünmek de saçmalık olur.

Önce bir hatırlatma yapalım: Turuncu Devrim’in para babası George Soros’un demokrasi aşkıyla saçtığı dolarlar ile Gürcistan’da “Kadife Devrim”, Ukrayna’da “Turuncu Devrim”, Kırgızistan’da “Lale Devrimi” gerçekleştirmişti.

Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın adı, bu ülkelerdeki “değişimler” sırasında çok tartışıldı. ABD’li bu karanlık milyarderin dolarlarını “demokrasi aşkı” için feda ettiği söylense de Soros, kuvvetle muhtemel ki, bu amaç için CIA’den alınan fonları kullandı. CIA, bu tip milyarderleri maske olarak kullanmaktadır.

George Soros’un kurucusu olduğu Açık Toplum Vakfı, Türkiye’deki faaliyetlerini Gezi olayları sonrasında sonlandırmıştı.

Soros’un bıraktığı boşluğun gerçekte CIA, görünürde sivil toplum kuruluşu ya da hayırsever Amerikalı unsurlar üzerinden doldurulduğu açıktır.

Birkaç gün önce Türkiye’de bir malum ilan edildi: Türkiye’deki bazı medya kuruluşlarının, haber sitelerinin ABD merkezli Chrest Foundation’dan fon aldıkları açıklandı.

ABD’den fon alan bir sitenin sahibi aldıkları paralar için “Künyemizde yazıyor zaten, gizli ve yeni bir şey değil” diye açıklama yaptı.

ABD’den para alarak yayın yapan kuruluşların çoğunun solcu oldukları ve muhalif yayınlar yaptıkları biliniyor.

Bir zamanların antifaşist, anti Amerikancı, antiemperyalist olduklarını söyleyen isimlerin Amerikan parasıyla solculuk yapmaları ilginçtir.

ABD’nin fonladığı bu siteleri savunanlar ‘işinizi doğru yapıyorsanız kimden para aldığınızın önemi yok. Önemli olan şeffaflık ve editoryal bağımsızlıktır. İktidar yanlıları hükümetten destek alıyorlar, karşıtlar da ABD’deki sivil kuruluşlardan. Ne var bunda’ anlamına gelen sözler ediyorlar.

“Özrü kabahatinden büyük” denilen şey tam da bu olsa gerek.

Hiçbir kimse hiçbir kimseye, hiçbir ülke hiçbir diğer ülkeye demokrasi, özgürlük, insan hakları, adalet daha iyi olsun diye para vermez! Emperyalist güçler bağımlılık satın almak için dolar verirler.

Bir güç size para veriyor karşılığında da hiç bir şey almıyorsa, orada satın alınan ürün gerçekte sizsiniz!

Fonlar, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü vb. ABD çıkarlarına aykırı gelişmeler olduğunda kullanılan yumuşak güç araçlarıdır.

Yabandan beslenenler yabanı beslerler.

“Düşmanın ekmeğini yiyen kılıcını kuşanır” da Türk atasözüdür.

Soros, Türkiye için “en iyi ihraç malı ordusudur” derken her şeyi mal ve dolar olarak gördüğünü açıklamış oluyor.

23 Nisan 2021 tarihinde köşe yazımızın başlığı; “Parayı takip edin faili bulursunuz” idi.

Para fon adı altında Amerikan çocuklarını işaret ediyor.”

ÖZTÜRK: GAZETECİLERİ YABANCI YA DA YERLİ FONLARLA YAŞAMAYA MAHKUM ETTİLER

Habertürk yazarı Kemal Öztürk ise, “Objektif değil, adil gazetecilik esastır” başlıklı yazısıyla tartışmaya girdi. Öztürk, “AK Parti iktidarında, kendisini eleştiren gazetelere devlete bağlı kurumlardan tek kuruş reklam verilmedi. Hatta özel sektörden muhalif medyaya reklam verenleri bile engellemeye çalışanlar oldu. Böylece iktidarın yanlışlarını yazmak isteyen gazetecileri yabancı ya da yerli fonlarla yaşamaya mahkum ettiler. Sonra bu fonları alan gazetecileri, medya kuruluşlarını “5. kol faaliyeti” yapmakla suçladılar. Bu yanlış” dedi.

Kemal Öztürk’ün yazısı şöyle:

“Bir süredir bitmeyen bir tartışmanın içinde medya.

Şimdi yabancı fonların desteğiyle yapılan gazetecilik, iktidar medya ilişkisi ve eleştirel gazetecilik konuları yeniden tartışma konusu oldu.

Bazı sorunlara bakış açımı paylaşmak istiyorum sizinle.

OBJEKTİF DEĞİL, ADİL GAZETECİ OLMAK ESASTIR

Herkes tarafsız ve objektif haber yaptığını, köşe yazdığını söyler.

Oysa insanın doğasına aykırıdır renksiz, tarafsız, fikirsiz olmak. Hepimiz bir tarafız aslında. Ancak kimse bunu söylemez, tarafız olduğunu iddia eder.

Ben “tarafsız gazeteci” olmaz diyorum her zaman. Bunda bir sorun da görmüyorum aslında.

Israrla kullandığım kavram “adil gazeteci” olmaktır.

Taraf olabilirsiniz ama adaletsiz olamazsınız.

Haberin tüm unsurlarını adilce vermek, söz hakkı tanımak, tekzip, düzeltme hakkını adilce kullandırmaktır esas olan.

İstediğiniz kadar taraf olun, adil olduğunuz sürece sorun yoktur bunda.

YABANCI FONLARLA GAZETECİLİK YAPMAK

Yeni Şafak gazetesinden ayrıldığımda yazı yazmamı teklif eden gazetelerden biri, yabancı bir devletin fonladığı gazeteydi.

Şunu sordum, “Gazetenizin sahibi olan devletle politik olarak aynı fikirde değilim. Onları eleştiren yazılar yazdığımda yayınlayacak mısınız?”

Önce prensipte ‘evet’ dediler, sonra bunu yukarıya sorduklarında yazarlık teklifinden vazgeçtiler.

Şu durumu görelim:

Yabancı fonlardan destek alan medya kuruluşlarının neredeyse tamamı hükümet karşıtı bir duruş sergiliyor.

Hükümeti destekleyen bir gazete çıkarmak istesek, bu fonlar bize maddi destek sağlar mı? Bence hayır.

Bir gazete muhalif olabilir. Ancak eğer “Gazeteciyiz” diyorsak, hükümetin hem iyi hem de kötü yönlerini aynı adil davranışla, başlık seçimindeki aynı titizlikle gazetenize yansıtmanız gerekir. Bu oluyor mu? Takdir okuyucunun.

Kişisel olarak bazen hükümeti eleştiren yazılar yazıyorum. Ancak bir yabancı fon bana gazete çıkarmamı teklif etse bunu kabul etmem.

Bu bir tercih meselesidir. Böyle tercihte bulunan gazetecileri de kategorik olarak “hain” ilan etmem. Yayınına bakar öyle eleştiririm.

DEVLETİN GAZETELERİ OLMAZ

Bir hükümet elindeki devlet imkanlarıyla kendisine yakın medyayı destekler mi? Evet. Bu etik midir? Hayır.

Şunu unutmayalım Türkiye’de hiçbir iktidar yoktur ki, bankaları, devlet kurumları aracılığı ile medyaya örtülü fonlama yapmasın.

Gelişmiş ülkelerde de bu fonlama yapılır ama daha sofistike yapılır, bizdeki gibi kör göze parmak sokar gibi değil.

AK Parti iktidarında, kendisini eleştiren gazetelere devlete bağlı kurumlardan tek kuruş reklam verilmedi. Hatta özel sektörden muhalif medyaya reklam verenleri bile engellemeye çalışanlar oldu.

Böylece iktidarın yanlışlarını yazmak isteyen gazetecileri yabancı ya da yerli fonlarla yaşamaya mahkum ettiler.

Sonra bu fonları alan gazetecileri, medya kuruluşlarını “5. kol faaliyeti” yapmakla suçladılar.

Bu yanlış.

Basın İlan Kurumu ve devlete ait kurumların reklam ve ilan bütçesini tüm medyaya adil bir şekilde dağıtmayan bir siyasi iktidar, yanlış yapmış olur. Bunun sonuçlarına da katlanmak zorundadır.”

ÇALIŞLAR AKP’Lİ YAYMAN’LA KONUŞTU: FONLAR YASAL

Posta Gazetesi yazarı Oral Çalışlar ise, “Dijital Medya meselesi…” başlıklı yazısında TBMM Dijital Mecralar Komisyon Başkanı AKP Milletvekili Prof. Hüseyin Yayman’la yaptığı görüşmeyi aktardı. Yayman, AKP’nin yapacağı yeni düzenlemeyle ilgili bilgiler verdi ve fonların yasal olduğunu engellenmeyeceğini söyledi.

Oral Çalışlar’ın yazısı şöyle:

“AK Parti Hatay milletvekili, TBMM Dijital Mecralar Komisyon Başkanı Prof. Hüseyin Yayman’a dijital medyaya getirilecek yeni düzenlemeleri ve yurtdışından gelen fonlara yönelik tartışmaları sorduk.

İktidar çevrelerinden gelen basın ve ifade özgürlüğünü hedef alan açıklamaları, fon konusundaki muhtemel gelişmeleri Yayman’la konuştuk.. Yayman, kendi görev ve yetki alanındaki dijital medya düzenlemelerinin evrensel ölçülerde olacağını, yasakçı bir yaklaşımın asla düşünülmediğini ifade etti. Fonların ise yasal olduğunu ve bu konuda bir hukuki mesele bulunmadığını vurguladı. Yayman’ın açıklamaları şöyle:

ALMANYA’DA NE VARSA BİZDE DE OLACAK

“Bir sansür gelmeyecek. Benim ağzımdan yazabilirsin. Dijital Mecralar Komisyon Başkanıyım. İkincisi biz aslında demokrasinin kalitesini ve çıtasını yükseltmek istiyoruz. Sadece Türkiye’de değil dünyada demokrasiyi tehdit eden bir eğilim var. Sosyal medyada ‘no name’ hesaplardan, yani isimsiz hesaplar üzerinden insanları, kurumları tehdit eden, itibar suikastı yapan faili meçhul bir dalga var. Derler ya “Akıllı düşünene kadar, deli dünyayı beş kere dolaşır.” Sizin yazılarınızda da yer verdiğiniz, öğrendiğimiz bildiğimiz evrensel ölçekte demokrasi kuralları neyse, Almanya’da ne varsa Türkiye’ye de bunu getirmek istiyoruz.

– Bu yolla muhalif medyanın susturulacağı söyleniyor.

“Muhalif medyayı susturmak mümkün değil doğru da değil. Ne zaman susmuş ki şimdi sussun. Türkiye bir açık toplumdur. Geçmişte başka partilere nasıl muhalefet olmuşsa AK Parti’ye de muhalefet var. Burada sorun iktidarmuhalefet meselesi değil. Bu Kemal Kılıçdaroğlu için de olabilir, Selahattin Demirtaş için de olabilir. Ya da Devlet Bahçeli bey için de olabilir, Meral Akşener hanım için de olabilir. Burada birkaç tane problem alanı var sen de çok iyi biliyorsun: Kişisel haklar ve özgürlüklerin korunması…

Kişi mahremiyetinin korunması. Kişisel verilerin korunması.”

– Fonlarla ilgili bir düzenleme yapılacak mı?

“Hiç alakası yok. Şimdiye kadar olmuş mu… Böyle bir şey olamaz, bu tamamen toplumsal bir meseledir. Bunlar hukuka uygundur.”

Fonlar devlet denetiminde geliyor, vergileri devlet tarafından alınıyor…

“Buralarla ilgili sorun yok zaten. Fon tartışması, dijital medya tartışmasından ayrı. Sosyal mecralar medya dünyasını çeşitlendirme görevi görmesi gerekirken, demokrasiyi tehdit eden bir çamura ve bataklığa dönüşmüş durumda. Mesele kişiler değil burada topyekun Türkiye ve dünya demokrasisini tehdit eden bir durum var. Kendi gerçek kimliğiyle söyleyemediğini bir ‘no name’ hesapla bir fake (sahte) hesapla söylüyor. Bunun üzerinden bir itibar ve prestij suikastı yapıyor. Almanya’da ne varsa Ankara’da da o olacak.”

Yayman’ın yaklaşımları böyle. Tabii iş düzenleme aşamasına geldiği zaman neler olur, onu kestirmek kolay değil.”

İLGİLİ HABER: MEDYADA BÜYÜK ”FONLANMA” KAVGASI..MEDYASCOPE HABER SİTESİNİN KURUCUSU RUŞEN ÇAKIR’IN ABD’NİN EN TARTIŞMALI VAKFI CHREST FOUNDATİON’DAN YÜZBİNLERCE DOLAR FONLANDIĞININ DUYULMASININ ARDINDAN YANDAŞ MEDYANIN ”PİRÜPAK” YAZARLARI AYAĞA KALKTI. PEKİ FONLANMA GAZETECİLİĞİ LEKELER Mİ? RUŞEN ÇAKIR’IN ”ASIL TEHLİKE PENTAGON’UN BESLEDİĞİ GAZETECİLER” DEDİĞİ MEDYADAKİ İSİMLER KİM? YANDAŞ MEDYA FONLANMA TARTIŞMASINDA NASIL BİR TUZAĞA DÜŞTÜ? YURTSEVERLİK.COM’UN GENEL YAYIN YÖNETMENİ OLARAK BEN DE FONLANDIĞIMI İTİRAF ETMELİ MİYİM? BİR YAYIN KURULUŞU FONLANMADAN AYAKTA DURABİLİR Mİ? İŞTE ABD’DEN VE İKTİDARDAN FONLANANLARIN BÜYÜK KAVGASI…

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları