30 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

MİLAN KUNDERA’NIN ROMAN KAHRAMANLARI

Ana Sayfa » GÜNCEL » MİLAN KUNDERA’NIN ROMAN KAHRAMANLARI

Eklenme : 14.07.2023 - 13:29

MİLAN KUNDERA’NIN ROMAN KAHRAMANLARI

 

Kundera metinleri, iyi veya kötü duygular sözlüğü gibi de okunabilir. Kör, nesnesiz bir arzu ile kusursuz, belli oranlara sahip nesneleri olan zevk dünyası arasındaki olası karşılaşmalar içerisinde sayısız duygu tahrik edilir.

Artı Gerçek’ten Özgür Taburoğlu Milan Kundera’nın roman kahramanlarını ve duygu dünyasını yazdı:

 

Milan Kundera anlatılarında, birbiriyle çok alâkalı görünmese de, yavaşlık ve hovardalık arasında çeşitli alakalar kurulur. Yavaşlık, dinginlik, yumuşaklık veya sükunet hallerini anlatan çok sayıda durum dile gelir. Çoğu zaman hesapçı ve çıkarcı nitelikteki yavaşlık, arzu nesnelerini, özellikle de sevgiliyi kaybetmemek, onu kendisine daha da bağlamak için icra edilir.

Birbirini arzulayan kişiler arasında çoğu zaman sado-mazoşist nitelikte ilişkiler devam ederken, dinginlik arayışı da bir kenarda devam eder. Yavaşlık hazzı artırmak için ulaşılması gereken bir düzeydir. Arzulanan şeyler veya sevgili yerinde kalsın diye uygulanan yavaşlık biçimleri, nesneyi gizli bir ikna çabası gibidir; bir bakıma geçici hipnoz yaratmak içindir; çapkınca bir telkin gibidir.

Arzu nesnesi hipnoz içerisindeyken daha rahat ele geçirilir. Dinginlik, derinlemesine zevk almanın, hazzı uzatmanın yoludur. Oysa hızlanan kişinin başına gelecek muhtemel “çatışmalar”, arzunun sürekliliğini zorlaştırır:

Sabina karşı çıktı. ‘Çatışma’nın, ‘gösteriş’in, ‘tragedya’nın, bunların hiçbirinin beş para etmediğini öne sürdü; bunlarda içsel değer taşıyan, saygı ya da hayranlığa değecek hiçbir şey yoktu. Asıl gıpta edilecek olan Franz’ın eseri ve onun kendini eserine adayacak iç huzurunu ve dinginliği bulabilmesiydi. (2007: 109)

Dinginlik ifadesi olarak okşama, mütevazı dokunuşlar olmanın ötesine geçer. Arzu nesnesindeki türlü kıvrımları keşfetmekten çok, onu uyuşturmak, kimi zaman da teslim almak için uygulanan bir telkin gibi gerçekleşebilir. Nesne ve arzu birleşince yarattığı haz daha fazla kalıcı olsun diye yapılan “yumuşak bir hareket” sayılabilir. ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde Tomas ve Franz, genelde “yumuşak bir ses tonuyla” konuşurlar.

Özellikle kadınları “ikna etmek” için kendi olağan “erkeklik” hallerine aykırı bu yumuşaklık hali sergilerler. Erkekler, ifadeleri ve sevme biçimleriyle kadınlara öykünürler âdeta. “Dişil dinginlik” arayışları sırasında onların eylemlerine özenirler.

Bazen de kadınlar erkeklere öykünürler. Sabina, Tereza’yla sevişirken ona erkekçe buyruklar verir. Erkek gibi “hızlanmak”, işini çabuk bitirmek ister böyle zamanlarda. Ama Tereza’ya bu komutlar “baş döndürücü” gelebilir. Erkekle kadının karşılıklı öykünmelerinden, onlar arasındaki muayyen ilişkilerin iki tarafın da tabiatına pek uymadığı anlaşılır. Erkek ve kadınların ilişkilerine şekil veren hareket ve sükûn oranlarındaki âni değişimler nedeniyle arzu ve nesnesi artık bir arada duramaz.

Biri diğeri olduğu yerde dursun diye kendi hız ve yavaşlık oranından ödün vermek zorunda kalır. Ama ilişkiye kadın ikna olunca, erkeğin olağan hal ve hareketlerine döndüğü, aslına rücu ettiği fark edilebilir. Kadınlar da sanki ilişkinin bu biçimini tabiata daha uygun bularak rıza gösterirler. Tereza, Sabine’nin erkek gibi olmasını tahrik edici bulur örneğin.

Kundera Yavaşlık’ta, “mutlu olma yeteneği” ve yavaşlığı bağdaşık sayar. Ona göre yavaşlık, hazcı öğretilere ek bir terbiye olarak gündelik neşeyi artırmak için gerekli yaşam bilgeliğinin parçasıdır. Romanda örneklediği gibi, motosiklet süren ve yürüyen adam arasında böyle bir mutluluk farkı vardır. Hızlı aracın üzerindeki “kendisini unutur”. Yavaş adımlarla ilerleyen ise hayatın “tadını çıkarır”.

Yavaşlık ve çıplaklık çoğu zaman eşanlamlı olabilir. Adımlarla beraber açılan manzara duyusunun yanında hatırlamak da mutluluk verir. Oysa hatıralar rahatsız ettiğinde hızlanmak gerekir. Yavaşlayarak ve bazen de hızlanarak her türlü mutsuzluktan uzak durmak mümkündür. Hatıralar ve manzara neşe verici ise yavaşlamalı, keder verici ise hızlanmalıdır. Fakat zamanımızda hızlanarak unutmak bir “saplantı” haline gelir:

Geceyi çabucak unutmak, silmek, yok etmek istiyor ve o anda karşı konulmaz bir hız tutkusu hissediyor. (…) Hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. (…) Çağımız hız iblisine teslim ediyor kendini ve bu nedenle kendisini kolayca unutuyor. (…) Anımsamak istemediğini bize anlatmak için hızını artırır; çünkü kendinden bıkmıştır; kendinden tiksinmektedir; belleğin küçük titrek alevini söndürmek istemektedir. (2016: 102, 115, 116)

Kundera, bu kadar derinleştirmese de, hatırlamanın “zamanın sürekliliğinden” kopmamak ile mümkün olduğunu yazar. Yavaşlık, Bergson gibi ifade edersek, zamanın süre hali içerisinde yer tutmaktır. Süre içerisindeki varlık kendi hareket ve sükûn oranları ile uyumlu hareket eder; kendi bünyevi sınırlarını zorlamadan, ne daha hızlı ne de daha yavaş. Bu sırada beden, ruh, zihin beraberce, biri diğeriyle bağdaşık çalışır.

Oysa süreklilik içerisindeki dingin ruh halinden çıkmış olanın artık ne yapacağı, hangi süratlere çıkacağı belli olmaz. Çünkü onun eylemleri artık zamanın uyumlu salınımları olarak rakkas düzeneği dışına çıkmıştır. Geçmiş ve geleceği birbirine koşut kılan bağlantısız bir şimdinin hükmü altında ya çok çekingen ya da motosikletli adam gibi fazla cesaretli davranır. Her seferinde biraz daha hızlı olanı araması derin bir unutkanlığın sonucudur. Hızlanan kişi ayrık bir zaman duyusu, görüsü içerisinde devinir:

Bu durumda yaşı, karısı, çocukları, kaygıları umurunda bile değildir; unutmuştur onları, bu nedenle korkmaz, çünkü korkusunun kaynağı gelecektedir ve gelecekten kurtulmuş bir insan için korkacak bir şey yoktur. (9)

Kundera’nın “kösnül” anlatı erkeklerinin temel çabasının mutluluk fırsatlarını ve özellikle de arzuladıkları varlıkları, kendilerine haz verdikleri sürece “ellerinden kaçırmamak” olduğu fark edilebilir. Üstelik bu kadınlar yanlarında “çırılçıplak” uzansalar bile onlara ulaşamamak, en azından bir beden parçasına erişemeden kalmak da mümkündür. Oysa sevgiliye, doğru bir hareket ve sükûn oranıyla yaklaşmak, muhtemel pişmanlıklara engel olmak için lüzumludur. Erkeğin geçici bir ödün vermesi ve şehvetine konu varlığa uygun bir hız ve yavaşlık oranıyla yaklaşması gereklidir. Kadının erkeğe henüz “teslim olmadığı” kösnül anlarda, erkekler ilişkilendikleri kadına fazladan ihtimam gösterirler. Arzu kaybolduğunda onlara kötü davranmazlar ama kayıtsız kalabilirler. Tatmin olan erkek, geçici bir tavizin ardından tekrar kendi özüne döner.

Yavaşlık’ta Vincent ve Julie, aralarındaki arzu dolu ilişkiye yeni boyutlar kazandırmak için, sado-mazoşist denilebilecek bazı hız ve yavaşlık deneyleri yaparlar. Varlıkların birbirlerinden hareket ve sükûn oranlarıyla ayrıldığı bilgisine sahiplermiş gibi, kendilerini yenilemek için hız ve yavaşlıklarını değiştirerek ilişkideki arzuyu tahrik ederler. Bazen Vincent hızlanır bazen de Julie: “Vincent’den daha yavaş yüzüyor. (…) Julie’nin koşmasını hafifçe yavaşlatıyor.” (90, 91) İkisi de aralarındaki arzu akışı son bulmasın diye geçici bir süre kendileri gibi olmaktan vazgeçer, hızlanıp yavaşlayarak farklı varlıklara dönüşürler sanki. Böylece aralarındaki çekim uzun erimli olur; her sevişmelerini âdeta farklı bir kadın ya da erkekle yaşamanın heyecanına ulaşırlar.

Kösnül adamın türlü deneylerle yarattığı, “tavladığı”, kıvamına getirdiği kadın, ikna edildiğinde ayırt edici çizgilerini yitirir; kaba ete dönüşür. Yavaşlıkla biçim verilen şehvet nesnesi mizacını yitirir: “Sen benim için, gözsüzsün, kulaksızsın, kafasızsın.” Erkek, kendilikten yoksun şey karşısında “mağrur bir kayıtsızlık” sergileyebilir artık. Ar duygusu da kaybolur: “Senin karşında canım ne isterse yaparım, en uygunsuz şeyleri yapabilirim, senin önünde kusabilirim, kulaklarımı ya da cinsel organımı yıkayabilirim, otuz bir çekebilirim, işeyebilirim.” (2016: 83) İhtimamı ve yumuşaklığıyla onu soyunmaya, çıplak kalmaya ikna girişimleri sonucunda arzu nesnesi vasıfsız, sıfatsız bir şeye dönüşür. Bu durumda onun kendisini yeniden yapılandırması için farklı bir hız ve yavaşlık oranı içerisine girmesi gerekir.

Kundera’nın anlatı kişileri çoğu zaman sado-mazoşist arzu deneyleri yaparlar. Bazen sadistçe bir arzu içinden hızlanırken, bazen de mazoşist arzuya yakalanmış gibi başlarına gelecekleri beklerler. Sadist ve mazoşist tutku birbirini bütünler. Bilmemek’te bu olgu açıkça dile gelir: “Ona acımak arzusuyla acı çektirmek arzusu tek ve aynı arzu.” (2017: 60) “Sadizmle karışık bir duygusallık” içinde sevgiliye “merhamet” etmek için ona her tür “eziyet” yapılabilir.

Sadistin eylemlerine karşılık mazoşistin dünyasında maruz kalmaktan fazlası yapılamayan olaylar bulunur; çoğu zaman ıstırapla temaşa edilen. İlişkiye dâhil olanlar, kısa aralıklarla bile bu iki konum içerisine yerleşebilir, peş peşe edilgen ve etkin fiiller icra edebilirler; karşılıklı ve değişken bir sado-mazoşist deney içinde yer alırlar. Muhtemel yüklemlerin etkin ve edilgen iki ayrı sınırı arasında gidip gelen çiftler, çok farklı duyguları da “keşfederler”.

Üstelik bu duygular arasında bir “maneviyat hiyerarşisi” kurmazlar. Zevk veren eylemin arzunun hareketine mani olmaması yeterlidir onlar için. Duyguları iyi ve kötü, güzel ve çirkin gibi sıraya dizmek “ucuz bir psikoloji” yaratmak anlamına gelir (20). Ruhların, bedenlerin, zihinlerin salınmasına ölçü veren anlamlar, ahlâki veya estetik ilkeler belirlenemez. Kösnül kişinin arzu deneylerinin böyle kalıplardan daha eski belirlenimleri vardır.

Kundera anlatıları biçim ve muhteva olarak çoğu zaman “arzunun hikâyeleri” gibi ortaya çıkar. Arzu ve haz deneylerinin özne ve nesneleri de aynı hikâyeye boyun eğer, ruhen ve bedenen fazla direnç göstermezler. İçine düştükleri arzu dramına kendilerini bırakırlar. Teslimiyetlerine rağmen sayısız arzu hikâyeleriyle kurulmuş başka dünyalar olduğunu da bilirler. Hovarda, hep böyle bir özlem içinde, arzu deneyleri ciddi ve sıkıcı bir dünyada son bulmasın diye gayret eder. Ama her yeni hikâye içerisinde biraz daha isteksiz, sabırsız davranır; muhtemel başka dünyalara bir an önce kendisini atmak, sonlu hayatının içine en fazla sayıda dünyayı kaydetmek ister.

Bazen de Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki Tomas gibi, birlikte olduğu kadınların toplam sayısını gönül rahatlığıyla hesaplayabileceği bir sathiliği arzular. Fazla derinlerde kaybolmadan, yüzeyde kalmak, “aslolanın sadece ten olduğunu” hep hatırlamak ister. “Sıla hasreti” veya melankoliden uzak, Kundera’ya sıkça atfedilen sürgün ruh halinden uzak durmalıdır; “şimdiki zamanın coşkuyla yüceltilmesinden” vazgeçmemelidir.

Bedene ve onun parçalarına yönelik hovardaca ilgi Witold Gombrowicz’de ve hattâ farklı bir bağlantı içinden bakıldığında Slavoj Žižek’de de bulunabilir. Sayısız kapitalist oyun nesnelerinden, tüketim kültürünün kıvır zıvırından, gadgetlarından uzak kalmış komünist ülke sakinlerinin cinselliği ve onun en olağan aracı olarak bedenleri fazlasıyla oyuncul kıldıkları açılan manzara duyusunun yanında hatırlamak da mutluluk verir. Oysa hatıralar rahatsız ettiğinde hızlanmak gerekir. Yavaşlayarak ve bazen de hızlanarak her türlü mutsuzluktan uzak durmak mümkündür. Hatıralar ve manzara neşe verici ise yavaşlamalı, keder verici ise hızlanmalıdır. Fakat zamanımızda hızlanarak unutmak bir “saplantı” haline gelir:

Geceyi çabucak unutmak, silmek, yok etmek istiyor ve o anda karşı konulmaz bir hız tutkusu hissediyor. (…) Hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. (…) Çağımız hız iblisine teslim ediyor kendini ve bu nedenle kendisini kolayca unutuyor. (…) Anımsamak istemediğini bize anlatmak için hızını artırır; çünkü kendinden bıkmıştır; kendinden tiksinmektedir; belleğin küçük titrek alevini söndürmek istemektedir. (2016: 102, 115, 116)

Kundera, bu kadar derinleştirmese de, hatırlamanın “zamanın sürekliliğinden” kopmamak ile mümkün olduğunu yazar. Yavaşlık, Bergson gibi ifade edersek, zamanın süre hali içerisinde yer tutmaktır. Süre içerisindeki varlık kendi hareket ve sükûn oranları ile uyumlu hareket eder; kendi bünyevi sınırlarını zorlamadan, ne daha hızlı ne de daha yavaş. Bu sırada beden, ruh, zihin beraberce, biri diğeriyle bağdaşık çalışır.

Oysa süreklilik içerisindeki dingin ruh halinden çıkmış olanın artık ne yapacağı, hangi süratlere çıkacağı belli olmaz. Çünkü onun eylemleri artık zamanın uyumlu salınımları olarak rakkas düzeneği dışına çıkmıştır. Geçmiş ve geleceği birbirine koşut kılan bağlantısız bir şimdinin hükmü altında ya çok çekingen ya da motosikletli adam gibi fazla cesaretli davranır. Her seferinde biraz daha hızlı olanı araması derin bir unutkanlığın sonucudur. Hızlanan kişi ayrık bir zaman duyusu, görüsü içerisinde devinir:
Bu durumda yaşı, karısı, çocukları, kaygıları umurunda bile değildir; unutmuştur onları, bu nedenle korkmaz, çünkü korkusunun kaynağı gelecektedir ve gelecekten kurtulmuş bir insan için korkacak bir şey yoktur. (9)

Kundera’nın “kösnül” anlatı erkeklerinin temel çabasının mutluluk fırsatlarını ve özellikle de arzuladıkları varlıkları, kendilerine haz verdikleri sürece “ellerinden kaçırmamak” olduğu fark edilebilir. Üstelik bu kadınlar yanlarında “çırılçıplak” uzansalar bile onlara ulaşamamak, en azından bir beden parçasına erişemeden kalmak da mümkündür.

Oysa sevgiliye, doğru bir hareket ve sükûn oranıyla yaklaşmak, muhtemel pişmanlıklara engel olmak için lüzumludur. Erkeğin geçici bir ödün vermesi ve şehvetine konu varlığa uygun bir hız ve yavaşlık oranıyla yaklaşması gereklidir. Kadının erkeğe henüz “teslim olmadığı” kösnül anlarda, erkekler ilişkilendikleri kadına fazladan ihtimam gösterirler. Arzu kaybolduğunda onlara kötü davranmazlar ama kayıtsız kalabilirler. Tatmin olan erkek, geçici bir tavizin ardından tekrar kendi özüne döner.

Yavaşlık’ta Vincent ve Julie, aralarındaki arzu dolu ilişkiye yeni boyutlar kazandırmak için, sado-mazoşist denilebilecek bazı hız ve yavaşlık deneyleri yaparlar. Varlıkların birbirlerinden hareket ve sükûn oranlarıyla ayrıldığı bilgisine sahiplermiş gibi, kendilerini yenilemek için hız ve yavaşlıklarını değiştirerek ilişkideki arzuyu tahrik ederler. Bazen Vincent hızlanır bazen de Julie: “Vincent’den daha yavaş yüzüyor. (…) Julie’nin koşmasını hafifçe yavaşlatıyor.” (90, 91) İkisi de aralarındaki arzu akışı son bulmasın diye geçici bir süre kendileri gibi olmaktan vazgeçer, hızlanıp yavaşlayarak farklı varlıklara dönüşürler sanki. Böylece aralarındaki çekim uzun erimli olur; her sevişmelerini âdeta farklı bir kadın ya da erkekle yaşamanın heyecanına ulaşırlar.

Kösnül adamın türlü deneylerle yarattığı, “tavladığı”, kıvamına getirdiği kadın, ikna edildiğinde ayırt edici çizgilerini yitirir; kaba ete dönüşür. Yavaşlıkla biçim verilen şehvet nesnesi mizacını yitirir: “Sen benim için, gözsüzsün, kulaksızsın, kafasızsın.” Erkek, kendilikten yoksun şey karşısında “mağrur bir kayıtsızlık” sergileyebilir artık. Ar duygusu da kaybolur: “Senin karşında canım ne isterse yaparım, en uygunsuz şeyleri yapabilirim, senin önünde kusabilirim, kulaklarımı ya da cinsel organımı yıkayabilirim, otuz bir çekebilirim, işeyebilirim.” (2016: 83) İhtimamı ve yumuşaklığıyla onu soyunmaya, çıplak kalmaya ikna girişimleri sonucunda arzu nesnesi vasıfsız, sıfatsız bir şeye dönüşür. Bu durumda onun kendisini yeniden yapılandırması için farklı bir hız ve yavaşlık oranı içerisine girmesi gerekir.

Kundera’nın anlatı kişileri çoğu zaman sado-mazoşist arzu deneyleri yaparlar. Bazen sadistçe bir arzu içinden hızlanırken, bazen de mazoşist arzuya yakalanmış gibi başlarına gelecekleri beklerler. Sadist ve mazoşist tutku birbirini bütünler. Bilmemek’te bu olgu açıkça dile gelir: “Ona acımak arzusuyla acı çektirmek arzusu tek ve aynı arzu.” (2017: 60) “Sadizmle karışık bir duygusallık” içinde sevgiliye “merhamet” etmek için ona her tür “eziyet” yapılabilir.

Sadistin eylemlerine karşılık mazoşistin dünyasında maruz kalmaktan fazlası yapılamayan olaylar bulunur; çoğu zaman ıstırapla temaşa edilen. İlişkiye dâhil olanlar, kısa aralıklarla bile bu iki konum içerisine yerleşebilir, peş peşe edilgen ve etkin fiiller icra edebilirler; karşılıklı ve değişken bir sado-mazoşist deney içinde yer alırlar. Muhtemel yüklemlerin etkin ve edilgen iki ayrı sınırı arasında gidip gelen çiftler, çok farklı duyguları da “keşfederler”. Üstelik bu duygular arasında bir “maneviyat hiyerarşisi” kurmazlar. Zevk veren eylemin arzunun hareketine mani olmaması yeterlidir onlar için. Duyguları iyi ve kötü, güzel ve çirkin gibi sıraya dizmek “ucuz bir psikoloji” yaratmak anlamına gelir (20). Ruhların, bedenlerin, zihinlerin salınmasına ölçü veren anlamlar, ahlâki veya estetik ilkeler belirlenemez. Kösnül kişinin arzu deneylerinin böyle kalıplardan daha eski belirlenimleri vardır.

Kundera anlatıları biçim ve muhteva olarak çoğu zaman “arzunun hikâyeleri” gibi ortaya çıkar. Arzu ve haz deneylerinin özne ve nesneleri de aynı hikâyeye boyun eğer, ruhen ve bedenen fazla direnç göstermezler. İçine düştükleri arzu dramına kendilerini bırakırlar. Teslimiyetlerine rağmen sayısız arzu hikâyeleriyle kurulmuş başka dünyalar olduğunu da bilirler. Hovarda, hep böyle bir özlem içinde, arzu deneyleri ciddi ve sıkıcı bir dünyada son bulmasın diye gayret eder. Ama her yeni hikâye içerisinde biraz daha isteksiz, sabırsız davranır; muhtemel başka dünyalara bir an önce kendisini atmak, sonlu hayatının içine en fazla sayıda dünyayı kaydetmek ister.

Bazen de Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki Tomas gibi, birlikte olduğu kadınların toplam sayısını gönül rahatlığıyla hesaplayabileceği bir sathiliği arzular. Fazla derinlerde kaybolmadan, yüzeyde kalmak, “aslolanın sadece ten olduğunu” hep hatırlamak ister. “Sıla hasreti” veya melankoliden uzak, Kundera’ya sıkça atfedilen sürgün ruh halinden uzak durmalıdır; “şimdiki zamanın coşkuyla yüceltilmesinden” vazgeçmemelidir.

Bedene ve onun parçalarına yönelik hovardaca ilgi Witold Gombrowicz’de ve hattâ farklı bir bağlantı içinden bakıldığında Slavoj Žižek’de de bulunabilir. Sayısız kapitalist oyun nesnelerinden, tüketim kültürünün ıvır zıvırından, ‘gadget’larından* uzak kalmış komünist ülke sakinlerinin cinselliği ve onun en olağan aracı olarak bedenleri fazlasıyla oyuncul kıldıkları varsayılabilir. Arzunun nesnesi maddi olarak kıt olsa da, bedensel nesne tahayyülleriyle ve “fiziksel aşk” yardımıyla bu boşluk telafi edilir sanki. Hovarda, bedenin türlü imkânlarını, yetilerini, uzuvlarını keşfeden ve yeniden yaratan kişinin sıfatıdır.

Kapitalist memleketlerde maddi düzlemde ortaya çıkan “aşırılık”, burada bedensel yollardan icra edilir. Bedenin meta ve fantezi yüzeyi iç içe geçer. Maddi istibdat ve kıtlık, bedensel yollardan telafi edilir âdeta. Gombrowicz’in işaret ettiği gibi, bu yatkınlıkla ortaya çıkan arzu deneyleri, onları tecrübe edeni süreğen bir “yeniyetmelik” içerisinde tutar. İçki içmek ve sevişmek, arzu deneylerinin iki muteber yüklemi olur.

Sadece ergenler için değil, “erotik ilişkiler bütün bir yetişkinlik hayatını doldurabilir” (2017: 85). Başka noksanlıklar içinde hazzı çoğaltmanın yolu ve Spinoza’nın “bir bedenin neye gücü yeter” temel sorusunun cevabı, bedeni sınırlarına kadar tecrübe etme çabası olabilir. Bu eğilimde Baudrillard’ın “aşırı gerçek” diye tarif edebileceği şeylere karşı bir duyarlık ve simgelere sığmayacak hevesler de fark edilebilir.

Kundera metinleri, iyi veya kötü duygular sözlüğü gibi de okunabilir. Kör, nesnesiz bir arzu ile kusursuz, belli oranlara sahip nesneleri olan zevk dünyası arasındaki olası karşılaşmalar içerisinde sayısız duygu tahrik edilir. Burada ahlâk ya da sağduyu herhangi bir kısıtlama kaynağı değildir. “Coşum durumunda olabildiğince uzun kalma sanatı” için bedenin neşe halini korumak temel belirleyici durumdur. Birbirini arzulayan iki veya daha fazla varlık ortasında açılan bir aralıkta bu estetik biçimlenir.

Arzu duymak ve haz almak için bir araya gelenler, kendi bedensel ve ruhsal yetilerini buluşturan iki Spinozacı varlık gibi, neşeli karşılaşmalar peşinde davranırlar. “İçtenlik, yapaylık, çirkinlik” gibi farklı sıfatları olan nesneler estetik ilişkilerin parçası olabilir. Ama arzunun nesnesine yönelirken her koşulda dingin ve yavaş hareket etmelidir. “Yavaşlık bilgisi” ile davranmak, arzu ve zevk (veya romantizm ile klasisizm) arasındaki o aralığı hovardaca tecrübe etmek için gerekli “ustalık” ile mümkündür.

Yavaşlık, “duyuların çok güçlü patlamasına engel olmak ve kızışma süresini olabildiğince uzatmak için” (2016: 35) lüzumlu bir bilgelik alanıdır. Bu sayede yeni deneyimler ve hatıralar birbirine eklenir ve arzu nesnesi, bir rüyada, masalda, hayalde gibi sırlı şekiller alır. Yeni ve provası yapılmış olan muhteva ve biçimler aynı dramada buluşur. Bu şekilde ortaya çıkan yeni zevk öğretisi, kendi estetik ve etik ilkelerini yaratır.

*Gadget: İngilizce kökenli kelime. Metindeki karşılığı hile, üçkağıt anlamlarına geliyor.

Kaynakça:
Kundera, Milan (2017). Bilmemek, çev. Aysel Bora, İstanbul: Can.
Kundera, Milan (2015). Kayıtsızlık Şenliği, çev. Ayça Sezen, İstanbul: Can.
Kundera, Milan (2007). Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, çev. Fatih Özgüven, İstanbul: İletişim.
Kundera, Milan (2016). Yavaşlık, çev. Özdemir İnce, İstanbul: Can.

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları