29 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SELÇUK İNCESU YAZDI- 1958’LERDEN BİR ANI: FRANSA’DA BAĞ BOZUMU

Ana Sayfa » GÜNCEL » SELÇUK İNCESU YAZDI- 1958’LERDEN BİR ANI: FRANSA’DA BAĞ BOZUMU

Eklenme : 19.11.2023 - 12:04

SELÇUK İNCESU YAZDI- 1958’LERDEN BİR ANI: FRANSA’DA BAĞ BOZUMU

 

 

Yurt dışına ilk kez bir öğrenci örgütünün düzenlediği  Akdeniz turunda gemide rehberlik yaparak yurt dışına  çıkmıştım.

İlk geziden kalan hoş anılarla yeniden Avrupa’ya gitmenin yolunu aramaya başladım.

Fransız Kültür Merkezi’nde gördüğüm duyuru bu fırsatı sağladı. Fransa’da devlet destekli bir sivil toplum kuruluşu, ülkenin kırsal bölgelerinde, yabancı öğrencilerin katılabileceği çalışma kampları düzenliyordu. Jeunesse et Reconstruction (Gençlik ve İmar) adlı bu kuruluşun listesinden seçerek, 1958 yılı Ağustos sonu-Eylül başı döneminde yirmi gün, bir aile işletmesinde üzüm toplamak için başvuruda bulundum. Kısa sürede olumlu cevap geldi.

Çalıştığım sürece yemek ve konaklamam aile tarafından karşılanıyor, üstelik bir de gündelik veriliyordu. Yolculuk giderlerini benim karşılamam gerekiyordu. Bağcılık işletmesi Avignon’nun doğusunda Goult beldesinde yer alıyordu. Çalışacağım yer Marsilya’ya yaklaşık 150 kilometre uzaklıktaydı.

Yolculuk planımı Marsilya’da gemiden indikten sonra gideceğim yere otostopla ulaşmak üzerine yapmıştım. Gemi biletlerimi, gidişte çevredeki şehirleri gezebilmek için, çalışmaya başlayacağım tarihten yaklaşık on gün önce Marsilya’ya varacak şekilde almıştım. Dönüş biletimi ise Cenova üzerinden gemiye binecek şekilde düzenlemiş, böylece Güney Fransa’yı da görmeyi tasarlamıştım. Otostopla yapacağım yolculuk sırasında geceleri bütçeme uygun gençlik otellerinde kalmayı öngörmüştüm.

Avrupa’ya yayılmış bir örgüte bağlı oteller, uyku tulumlu öğrencileri kabul ediyordu. Ben bu sorunu, küçük bir ödeme karşılığında, çarşaf ve yastık kiralayarak çözdüm. Gezilerimi otostopla yapmak, öğrenci bütçeme katkısı yanında, birçok değişik kişiyi tanımama da olanak sağladı. Cezayir Savaşı’ndan anayurda dönen bir genç subay ile Kamboçyalı bir akupunktur uzmanı beni arabasına alanlardan hatırladıklarım.

Marsilya’da yerleştiğim gençlik otelinde, ağırlıklı olarak Almanlar kalıyordu. Bu arkadaşlara danıştıktan sonra, bir ara aklımdan geçen, Paris’e otostopla çıkmanın güç olacağını anladım. Kendime Marsilya’nın batısından başlayarak son durağım Avignon’na ulaşmayı hedefleyen bir yol planı çizdim.

İlk durağım ünlü havuzlu meydanı, Champs Élysée’ye benzeyen ana caddesi ve güzel kaldırım kahveleriyle küçük bir Paris’i andıran Aix-en-Provence oldu. Aix, Renoir’ın şehri olarak da ün yapmıştı. Sanatçının resimlerinin bir bölümü adını taşıyan müzede sergileniyordu. Marsilya’ya otuz kilometre kadar uzaklıktaki bu şirin şehri daha sonra da, özellikle Cezayir’de görev yapığım dönemde, sıkça ziyaret ettik. Eşimin sağlık sorunları nedeniyle, bir daire tutarak kısa süre burada yaşadık.

Sonraki durağım Arles oldu. Bu küçük kent ile daha sonra uğrayacağım komşusu Nimes çok sayıda Roma dönemi kalıntılarına sahipti. Arles’a vardığım gün pirinç hasadı bayramı şenlikleri yapılıyordu. Çocuklardan oluşan bir orkestranın flütle Bizet’nin Arlesienne’ini (Arles’lı kız) çalarak geçtiğini hatırlıyorum.

Arles’ın bir özelliği de Van Gogh’un birçok resmini, “Fransa’nın güneş ışığı en bol şehri” diye anılan bu kentte çizmiş olması. Şehirde sanatçının izlerine rastlanıyor, sıkça vaktini geçirdiği kahve geziliyor. Bir sinir krizi sırasında kulağını burada kestiği belirtiliyor. Arkadaşı Paul Gaugin’in de bir süre kendisine eşlik ettiği biliniyor.

Bundan beş yıl önce arkadaşlarımızla buraları yeniden gezdik. Arles’dan sonra, daha büyük bir yerleşim birimi olan, Nimes’de konakladım. Kentteki çok sayıda tarihi yapıt nedeniyle Nimes “Fransa’nın Roma’sı” olarak anılıyordu. Roma döneminin başyapıtı Arena, sanatsal gösteriler ve çeşitli etkinlikler düzenlemek için kullanılıyordu.

Hayatımda ilk kez Arena’da boğa güreşi izledim. Matadorun boğayı öldürdükten sonra kulağını keserek ön sırada
oturan Picasso’ya sunduğunu hatırlıyorum. Boğalara yapılan işkence nedeniyle bu gösteri hoşuma gitmemişti.
Yolculuğumun son durağı “Papalar şehri” olarak anılan, yarısı çökmüş ünlü köprüsüyle tanınan, Avignon oldu. Papalar bir dönem Fransa kralları tarafından bu şehirdeki sarayda gözaltında tutulmuşlardı. Gideceğim köyün vilayet merkezi Avignon yaz aylarında düzenlenen tiyatro festivali ile de ünlü.

Bağ bozumunda çalışacağım Goult köyü Avingnon’na elli kilometre kadar uzaklıktaydı. Bu yolculuğun, Fransa’nın kavunlarıyla ünlü kasabası Cavaillon’na kadarını otostopla, son bölümünü otobüsle yaptım. Kalacağım ev, çevresi bağlarla kaplı iki katlı taş bir yapıydı. Ev sahipleri sıcakkanlı, şakalaşmayı seven, çevrede üç dört bağa sahip olacak kadar varlıklı köylülerdi. Kapıda benim gibi Türkiye’den gelen bir başka öğrenci ile karşılaştım. Ailenin 7-8 yaşlarında bir oğlu ile liseye giden bir kızı vardı. Avluda işten yorgun gelince başımızı ıslattığımız yalaklı çeşmeyi hatırlıyorum. Pazar günleri dışında her sabah, erken saatlerde, hep birlikte ailenin kamyonetine binerek çevreye dağılmış bağlardan birinde çalışmaya başlıyorduk. Almanya’ya gönderilen sofralık üzüm salkımlarının kesilip çürüklerinin ayıklanması, özenle, yavaş tempoyla yapılan, az yorucu bir işti. Şaraplık üzümlerin kesilerek küfeye doldurulması ise hızlı çalışmayı gerektiriyordu. İki büklüm saatlerce üzüm kestikten sonra akşam eve geldiğimizde belimin iyice ağrıdığını hatırlıyorum.

İşverenlerimiz, işimizi iyi yapmamız koşuluyla, bize iyi davranıyorlardı. Yemekleri birlikte yiyor, hafta sonları civar köylerde düzenlen bağ bozumu şenliklerine patronun kamyoneti ile götürülüyorduk. Daha önce İspanyol işçi çalıştıran işverenler, bizim az şarap içmemizden memnun olduklarını söylüyorlardı. İlk başlarda bizim gibi eğitimli gençlerin bağ bozumunda çalışmak için buraya gelmesini biraz yadırgamışlardı. “Niçin geldiniz?” sorusuna “Fransızcamızı geliştirmek için geldik.” yanıtını alınca, “Bizim Fransızcamız bozuk, esasında biz ‘Provansal’ diliyle konuşuruz.” cevabını vermişlerdi. Daha sonra konuşma dilleri Fransızcaya dönüşmüş köylülerin birbirleriyle söyleşirken arada, eski çağlarda Güney Fransa ve İspanya’da konuşulan Latinceden türeme bu dilden sözler kattıklarını duydum.

İşverenlerim Farget ailesiyle ilişkim bir süre daha devam etti. Bir kez Paris’ten Güney Fransa’ya giderken, eşimle birlikte Goult’a uğradık. Paris’te eğitim gören ailenin kızı da bizi ziyarete geldi. Bir iki kez de bayramlarımızı kutladık.

Dönüş yolunda ilk uğrağım liman şehri Toulon oldu. Otostopla iki üç araba değiştirerek kolayca ulaştığım Toulon’da beni kötü bir sürpriz bekliyordu. Gençlik otelinin adresi yerine, yanlışlıkla oteli işleten kişinin adresini almıştım. Gece geç bir saatte elimde bavulum, tepelerdeki lüks bir villanın kapısından şehre geri döndüğümü hatırlıyorum. Sorduğum bir iki kişi gençlik otelinin yerini bilmedi. Ben de bavuluma yaslanarak geceyi deniz manzaralı
bir parkta geçirdim.

Sonraki durağım, Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki en büyük turistik kenti Nice oldu. Nice’in tepelerinde şık bir mahallede yer alan gençlik otelini kolayca buldum. İki gece geçirdiğim bu görkemli şehri iyice gezdim. Hatta bir mayo satın alarak halka açık plajlardan denize bile girdim.

Nice’ten sonra otostopla, bir iki araba değiştirerek, İtalyan sınırını geçtim, gemimin kalkacağı Cenova’ya doğru ilerlemeye başladım. San Remo’ya vardıktan sonra, neredeyse yolu yarılamışken, lüks bir Fransız arabası kullanan orta yaşlı bir İtalyan çift beni arabalarına aldı. İnşaat şirketlerinin Fransa’daki çalışmalarını denetledikten sonra, yaşadıkları şehir Torino’ya döndüklerini söylediler. Yol boyunca şuradan buradan sohbet ettik. Sahil yolunda kuzeye giden yol ayrımına geldiğimizde ailenin beyi, kendileriyle Torino’ya kadar gelmemi, geceyi bu şehirde geçirdikten sonra Cenova’ya kolaylıkla vasıta bulabileceğimi söyledi. Bu nazik teklifi reddedemedim. Rahat bir arabada sohbet
ederek Torino’ya kadar gitmek anlaşılan benim de işime gelmişti. İtalyan dostlarım beni bir otele yerleştirdiler, geceleme parasını da ödediler.

Sabah otoyolun girişinde, Cenova’ya gidecek bir araba bulmak için, yerimi aldım. Beklemem neredeyse 7-8 saat sürdü ve başarısızlıkla sonuçlandı. Yenilgiyi kabul ederek akşamüzeri trene bindim, geç saatte Cenova’ya vardım. Ankara gemisinin kalkmasına iki gün vardı. Cenova’daki otel, gördüğüm gençlik otellerinin en güzellerinden
biriydi. Moralim düzelmişti. Bir de Türk arkadaşla karşılaştım. Cenova’yı bu kez daha iyi gezebildim. Gördüğüm yerler arasında ünlü kişilerin mezarlarıyla heykel müzesini andıran Anıtsal Mezarlığı anımsıyorum. Ankara gemisinde geçen dört güzel günün sonunda İstanbul’a döndüm.

Şimdi bunun sıradan bir dönüş olmadığını daha iyi anlıyorum. Bende kalanlar yalnızca anılar değilmiş; insana iyi ki yaşamışım dedirten: Sesler, yüzler, mekanlar ve ucu bucağı olmayan bir sonsuzluk hissi.

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları