26 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ‘AHLAKİ SEZGİNİN KÖKENİ-VİCDAN’

Ana Sayfa » GÜNCEL » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ‘AHLAKİ SEZGİNİN KÖKENİ-VİCDAN’

Eklenme : 23.03.2023 - 17:55

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ‘AHLAKİ SEZGİNİN KÖKENİ-VİCDAN’

 

 Başlığı tırnak içine almamın nedeni yazıyı Nörofelsefenin öncüsü Patricia S.Churchland adlı bir bilimcinin, ‘Conscience:The Origins of Moral Intiution’ adıyla yazdığı ve dilimize ‘Vicdan:Ahlaki Sezginin Kökeni’ adı ile çevrilmiş olan bir kitaptan esinlenerek kaleme almış olmamdır. (i)

P.Churchland, ABD Kaliforniya Üniversitesi’nde uzun yıllar öğretim üyeliği yaptıktan sonra, halen emekli (emeritus) profesör olarak ders vermeyi sürdüren Kanadalı bir filozoftur. Churchland bu kitabında, vicdan ve ahlak gibi, kavramları, beyindeki nörobiyolojik süreçler üzerinden ortaya koymaya çalışırken ahlakın, nesiller boyunca nasıl aktarıldığına dair felsefi tartışmalara da değinmektedir.

 Günümüzde, küreselleşme ve iletişimin hızlanması nedeniyle, önceki toplumların, ‘ahlaki çöküş içindeyiz; toplumumuz/ülkemiz nereye gidiyor’ sorularıyla ortaya koydukları kaygıların çok ötesinde bir aşamaya gelinmiş olduğunu söylemek abartılı olmasa gerek.

Tam da bu nedenle, bu yazımızda, ahlak-etik felsefesinin, din ve hukuk bağlamlarına kısaca bir göz atıp, Antik Helen düşünürlerinin görüşlerine de yer verdikten sonra, Churchland’ın bilimsel yaklaşımını, yeri geldiğinde modernizm dönemi düşünürlerinin görüşlerine de yer vererek ele almaya çalıştık.

 

Dinler ve ahlak…

 Yahudiler ve hristiyanlar, ahlaki düşünce ve davranış kodlarının temelinin, “semavi tanrıların en sert ve kıskancı” Yehova’nın, İbranilere tebliğ etmek üzere Musa’ya verdiği taş tabletlerde yazılmış ‘on emir’ olduğuna inanırlar. Sadece altısı ahlakla ilgili bu emirlere itaat edenler, “karşılıklılık” kuralı gereğince ödüllendirilecek, etmeyenler ise yaşamları süresince Yehova’nın uygun göreceği, çoğu ölümcül cezalar ile karşı karşıya kalacaktır.

Tanrı ile insan ilişkilerindeki bu “kural”ın, mitolojik dinler dahil birçok inanç biçiminde ortaya çıktığı görülmektedir. Müslümanlıkta da, “ödül/ceza” anlayışı, “öteki dünyacı” anlayışla bütünleştirilmiştir.  Ancak, Yeni Ahit’in yanında, Eski Ahit’in de, inancın temelini oluşturduğu hristiyanlıkta, İsa Mesih’in, ‘size kötülük edenlere, siz iyilik ile karşılık verin’ söyleminin, bu “karşılıklılık” kuralı açısından istisnai bir durum olup olmadığı tartışmalıdır.(ii)

 

Hukuk ve Ahlak..

Hukuk açısından bakıldığında, İ.Ö.18.yüzyılda Babil hükümdarı Hammurabi’nin Adalet Tanrısı Şamaş tarafından kendisine tebliğ edildiğini ifade ederek ortaya koyduğu hükümlerin, yazılı tarihin en eski yasası olduğu hatırlanacaktır. Bu yasanın, bireysel haklardan çok, dönemin sınıflı toplumunun düzenini korumaya  ağırlık verdiği anlaşılmaktadır.

Ardından, tarihin sonraki dönemlerinden günümüze değin, neyin yanlış, neyin doğru olduğuna dair, ister din referanslı, ister otokratik, isterse demokratik olsun, muktedirlerce belirlenen hukukun, ahlaki pratikler üzerindeki etkisinin son derece sınırlı kalması, bazı görüşlerin aksine, hukuk ile ahlakın farklı olduğu tezini güçlendirmektedir.

 

Antik Helen dünyasının filozofları..

 Antik Helen döneminde, ahlak felsefesinin öncüsü olarak kabul edilen Sokratesin özellikle Atina sofistleriyle yaptığı diyalogları yazan öğrencisi Platon, bunların birinde öğretmeninin,  Euthyphron adındaki Atinalı ile yaptığı diyalogu aktarır. (iii)

Bu diyaloğunda Sokrates, şiddet düşkünü, birbirleriyle çatışan, “azgın tanrılar” nedeniyle ‘ahlak’ın, tanrılara itaat etmeyi aşan bir şey olduğunu söyler. Ahlakın öğrenebilecek türden bir bilgi olmayıp, ‘doğru davranış’ ve ‘adalet’ gibi bilgilerin kendi başına keşfedilecek erdemler olduğunu belirtir. Sokrates’e göre, bir tür ‘kendini keşfedip, bilme’ yoluyla, erdeme sahip olan insan bilerek yanlışlığa düşmez.

Platon, ahlaki bilginin şifresinin evrende saklı olduğunu düşünen ahlaki mutlakiyetçiydi. “Arzu, ihtiyaç ve isteklere” sahip bir varlık olan insanın, “mutlu bir yaşam için, nasıl yaşaması, ne tür bir insan olması gerekir” sorularına; ‘etik ve estetik’ çerçevesinde ‘kendisini gerçekleştiren’  insanın mutluluğu da, başarıyı da yakalayacağı, yanıtını vermiştir. (iv)

 Platon’un öğrencisi Aristoteles, adalet, ölçülülük, cesaret vb içerikli bir “ahlaki yazılımla” programlandığını düşündüğü insanların, bu yazılımın potansiyelini kullanmalarının kendilerine bağlı olduğunu söylediği için bir pragmatist olarak nitelendirilmiştir. İnsanların, uçlar arasında orta yolu seçmeyi öğrenerek kendilerini gerçekleştirebileceklerini ifade etmesi nedeniyle, kimilerince sağduyu filozofu olarak adlandırılmıştır.

 

İki bin beş yüz yıl önce antik Helen dünyasında, Kıbrıs’lı Zenon’un kurduğu Stoacılar adıyla bilinen okul da, düşünce dünyasında derin izler bırakmıştır. Öğrencileri arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius ve büyük hatip Cicero’nun da olduğu bu okulun felsefesi, Doğa Yasası üzerinde temellenmiştir.

Stoacılar, aşırı tutkuların, insanları felaket ölçüsünde akıl dışı davranışlara sürüklediğine inanıyorlardı. Bu grup içinde sayılabilecek bir diğer filozof da,“bireysel mutluluğun, ancak kamusal siyasi yaşamdan uzaklaşmayla mümkün olduğunu” ileri sürüp dar çerçevede kendi okulunu kuran  Epiküros adlı  düşünürdür.

Antik Helen dünyasından günümüze değin iz bırakmış bir diğer grup da, Sokrates’in öğrencisi Antisthenes tarafından kurulan ve en ilginç sözcüsünün de Diogenes olduğu Kinikler’dir. Bunlar, para, pul, güç, hırs vb değer ve davranışları reddedip, mutluluğa ancak erdemli yaşam ile erişilebileceğini savunmuşlardır.

Hristiyanlığın başlangıçından itibaren, skolastik, rönesans, ve aydınlanma (modernizm) dönemlerini de içerip, günümüz postmodernizmine kadar gelen, başta ahlak olmak üzere, batı felsefi akımlarının kökeninin büyük ölçüde Antik Helen dönemi olduğunu söylemek yerinde olur.

 

“Vicdan” sözcüğü üzerine..

Churchland de, insan ahlaklılığı üzerine en derin düşüncelerin bazılarının İ.Ö.5.yüzyılda Antik Helen’de doğduğunu, ancak o dönem filozoflarının, günümüzde kullanılan ‘vicdan’ sözcüğüne denk gelen bir sözcüğe ihtiyaç duymadıklarına işaret ediyor. Nitekim, daha sonraki Roma döneminde, ihtiyaç duyulmuş olmalı ki, ‘toplum standardlarına dair bilgi’ anlamında latince ‘con scientia’ sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır.

Yeri gelmişken, öz Türkçe’de aynı anlama gelen ‘töre’ sözcüğünün yazılı ilk örneğinin de İ.S.735’de kullanıldığını not edelim. Öyle anlaşılıyor ki, Türklerin müslümanlığı seçmesinden uzunca bir süre sonra, Osmanlı saray dilinde Arapça kökenli “ahlak” sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır. ‘Vicdan’ sözcüğü de Arapça kökenli olup, öz Türkçesi ‘duyunç’ sözcüğüdür.

Sözcükler üzerinde bu ara notu aktardıktan sonra, yazının asıl konusu vicdan kavramı üzerinden Churchland’a kulak verelim.

 

Nörofelsefi yaklaşım..

 Churchland kitabında, etik konulu bir felsefe semineri sonrası, DNA yapısını keşfeden iki bilimciden biri olan Francis Crick ile seminerde yapılan bir konuşma ilgili yaptıkları bir sohbetten söz ediyor.

Sohbet sırasında bir ara Crick’in, ‘konuşmanın tamamen saf akılla alakalı olmasına, biyolojinin katkısına hiç değinilmediğine şaşırdığını’ söyledikten sonra, ‘felsefecilerin biyolojik evrimi mutlaka öğrenmesi gerektiğini’ hiddetle söylediğini aktarıyor.

Churchland, anlamı kültürden kültüre değişebilen vicdan sözcüğünün, kitabında ele aldığı bağlamda; ‘bireyin ahlaken doğru, ya da yanlış olan şey hakkında yargısı” anlamına geldiğini belirterek şöyle diyor: ‘vicdanın hükmü, yalnızca bilişsel olmayıp, insanı genel bir doğrultuya sevkeden hisleri yanında, eylemde bulunma itkisini şekillendiren akıl yürütme ile ortaya çıkar’.

Ancak vicdan, ne olursa olsun, hep tek doğrultuya çeken yerçekimine benzemediği için belli bir durumu yanlış değerlendirmek de vicdanın bir parçasıdır’ diyen Churchland, ‘pek çok insan, çoğu zaman adil, nazik ve dürüst olmaya çalışır; özellikle aile ya da ulus gibi ait oldukları grup içinde’ önermesini ekliyor.  Ardından da, ‘paylaşma, işbirliği ve dertlerde karşılıklı yardımlaşmanın veya tersine, gammazlamak, yolsuzluklara aldırmamak gibi durumların açıklaması nedir’ sorusunu soruyor.

Bu soruya, ‘acaba nörobilim bu sorulara yanıt bulabilmemize yardımcı olabilir mi’ sorusunu ekleyen Churchland şu yanıtı veriyor. ‘Bilim bunu yapamaz. Fakat olgusal kanıtlar yardımcı olabilir. Çünkü bilim, her türlü bilginin yanısıra ilintili olguları ortaya koyabilir. Bilim ayrıca pek çok siyasetin toplumsal etkilerini de tartabilir; ancak neyin yanlış, neyin doğru olduğunu kendi başına söyleyemez’.

Devamında, “bilim, insanın sahip olduğu vicdan ile vicdanın farklı insanlara, farklı doğruları işaret etmesinin nedenini açıklayabilir’ diyen Churchland, ‘nörobilim alanındaki araştırmaların, insan beyni dahil, memeli beyinlerindeki düzeneğin hangi yanının bizi toplumsal kıldığına ilişkin anlayışımızı geliştirdiğine” vurgu yapıyor.

Bu belirlemeye göre, insanın genetik yapısı, bebek beyni düzeneğini öyle hazırlar ki, büyümekte olan bebekte, anneye, babaya, kardeşlere, dedelere, ninelere bağlılık hissi oluşur. Büyümenin ileri evresinde bu hisler, arkadaşlara ve sevgililere bağlanmaya neden olur. Bu bağlılıklar, yaşamın önemli anlam kaynakları olmakla kalmaz, çeşit çeşit toplumsal davranışları da harekete geçirir.

Yani bilim, ahlaki değerler konusunda kendi başına hakemlik yapmaz. Ayrıca ‘bilimci’ olmak kimseyi ahlaken üstün bir konuma taşımaz. O yüzden, kim olursa olsun, ahlaki hakikate sadece kendisinin eriştiğini söyleyen “üçkağıtçılara”  kuşku ile bakılmalıdır. Ne yazık ki, bu tür söylemleri kolayca kabul edenler, aldatıldıklarının ya farkına varmazlar, ya da farkına vardıklarında iş işten geçmiş olur.

Nitekim, ahlak konusundaki kibrin çoğu kez kandırma niyetinin kamuflajı olduğunu düşünen Sokrates’in en keyif aldığı uğraşı, Atina’nın bu tür ahlaken kibirli ileri gelenlerine sorular sorarak, onları utandırmaktı. Sonunda, iktidarın tepkisini çeken bu sorgulamaları yüzünden, gençleri tahrik ettiği suçlamasıyla ölüme mahkum edilen Sokrates, kaçmayı reddedip, kendi fikrine göre doğru olana karar verdiğini düşündüğünde baldıran zehirini içerek yaşamına son vermiştir.

Sokrates’in bu kararı, nörobilim ve psikoloji çalışanlara, beynin, ahlaki değerler dahil diğer değerleri nasıl edindiği ve insanların karar almalarında bunların ne şekilde kılavuzluk ettiğini incelemeye yöneltti. Son on yılda yapılan araştırmalar, beyindeki nöronlar ve nöron ağlarının, karar verme sırasında çeşitli kaynaklardan gelen bilgileri nasıl bütünleştirdiğiyle ilgili çarpıcı nörobilimsel bulgulara ulaşılmasını sağladı.

Böylece, ahlaki karar verme süreci ile ilgili olduğu görülen bu buluşların,  gelecekte giderek, insan toplumlarında ahlaklılığın doğasına ilişkin daha derin bir anlayış kazandırma beklentisini yükseltmesinin, ‘hakikat’ yolunda atılan çok değerli bir adım olacağı açıktır.

 

Değerlendirme..

 Bazı gözlemcilere göre, 20.yüzyıl, birçok ülkede iktidarı ellerine geçiren en acımasız siyasetçiler ve işbirlikçileri yüzünden tarihe, insanlığın yaşadığı en kanlı yüzyıl olarak geçti. Diğer yandan, doğa bilimlerinde eşsiz buluşlara paralel, mühendislik ve tıpta yakalanan büyük gelişmeler sayesinde, yaşam koşullarında önemli iyileşmelere tanık olunan yüzyıl da oldu.

Ancak, maddi düzeydeki bu iyileşmelerin ağır bedelini, küresel ve yerel,  derin eşitsizliklere maruz bırakılan yüz milyonlarca insan ödemeye devam ediyor. Ayrıca, doğa üzerinde şimdiye değin görülmemiş boyutlara yükselen iklim krizinin ise, gelecek nesilleri tehdit etme potansiyeli artarak sürüyor.

Bu durum, yaşamlarını bilimde inanılmaz boyutlarda geliştirmeye adayan insanlar yanında, bu gelişmenin ürünü refahın adil bir şekilde paylaşılmasının bilerek önüne geçen; iklim krizini yıllardır haber veren bilimcilere aldırmayıp, bildiklerini okuyan siyasetçi türü insanlar arasındaki farkın nedenleri üzerinde düşünmek için, nöro-felsefe ve Harvard’lı E.O.Wilson’ın temelini attığı sosyo-biyoloji disiplinlerine, galiba ağırlık vermek gerekiyor.

Böylece belki, iki bin beş yüz yıl önce Sokrates’in ortaya koyduğu, sonrasında çok sayıda felsefecinin ele aldığı “ahlak felsefesi” açısından bakıldığında, günümüzde ortaya çıkan karamsar tablonun önüne geçmek için ‘ahlakın kökeni vicdanı’ iyileştirme yöntemleri bulunabilir.

 

  • Churchland, P.S., “Vicdan-Ahlaki Sezginin Kökeni”,Çev:Mehmet

Doğan, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2021.

(ii)   Robinson,D.,C.Garratt, “Etik”, Çev:Bülent Doğan, NTV Yayınları,

3.Baskı,İstanbul, Ekim 2014.

(iii)  Platon, “Euthyphron”, Yunancadan Çeviren:Güvenç Şar, Kabalcı

Yayıncılık, İstanbul, 2008.

(iv)  Eflatun, “Devlet”, Çev:Sevil İnan Sönmez, Akvaryum Dünya Klasikleri,

İstanbul, 2011.

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları