26 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- BİDEN PUTİN BULUŞMASINA DOĞRU

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- BİDEN PUTİN BULUŞMASINA DOĞRU

Eklenme : 06.06.2021 - 8:33

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- BİDEN PUTİN BULUŞMASINA DOĞRU

 

 

Geçen mart ayında bir gazetecinin, ‘Putin’in  katil olduğunu düşünüyor musunuz’ sorusuna verdiği yanıtta,  ‘evet, bedelini ödeyecek” diyen Biden’ın bu sözlerine Putin şu karşılığı vermişti: “herkes karşısındakini kendisi gibi bilir; asıl katil tarihinde acımasız kölecilik olan ve Japonya’ya atom bombası atan ABD devletidir.

Bunun üzerine Kremlin ABD’deki büyükelçisini geri çekmiş ve Putin’in sözcüleri, Biden’ın ağır hakaret içeren sözleri ile kırmızı çizgiyi geçtiğini, zaten kötü olan ilişkilerin bu gelişmeler üzerine daha da kötüleşmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade etmişlerdi.

 

Buluşma Daveti Biden’dan

Ancak Biden, Putin’i ağır bir şekilde suçlayan bu açıklamasını geri almamış olsa da, sözlerinin hemen ardından 18 Mart’ta yaptığı davetle Putin’e Cenevre’de ikili görüşme teklif etti. Bu teklif karşısında önce tereddüt eden Putin, sonunda bir araya gelmeyi kabul etti. Yani 11/13 haziranda Londra’daki G7 ve ertesi gün Brüksel’de Nato toplantılarına katılmasının ardından, Biden’ın 16 Haziran’da Cenevre’de Putin ile görüşmesi kesinleşti.

Toplantı öncesinde taraflar birbirlerine güç gösterisinde bulunmayı sürdürdü. Bunlardan birine, Rusya’nın da üyesi olduğu  Kutup Konseyi’nin (Arctic Council) İzlanda’nın başkenti Reykjavik’te gerçekleşen toplantısında tanık olundu.

Bilindiği gibi kuzey kutup bölgesindeki fosil yakıt yatakları üzerindeki spekülasyon ve eriyen buzullar nedeniyle büyüyen su yolları, küresel çerçevede önemli sorunlar oluşturmaya başladı. Toplantıya katılan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, kutup bölgesinde askeri faaliyet yürüten Rusya’yı eleştirerek, uluslararası hukuk çerçevesinde kutuplarda çatışmasızlığın korunması gerektiğini dile getirdi.

 

Putin’in Diş Sökme Tehdidi

Putin, Blinken’in bu sözlerinin ardından hemen aynı gün, Moskova’nın bölgedeki toprak iddialarına meydan okuyacak olanları hedef alarak “Bazıları, Rus toprakları olan Sibirya’nın sadece bir ülkeye ait olmasının adaletsiz olduğunu söylüyor, herkes  bizden bir şey kopartmak istiyor, ancak bunu yapmaya kalkanlar  şunu bilsinler ki, onların dişlerini sökeriz, bir daha teşebbüs edemezler.” dedi.

Putin’in konuşmasının sonunda, tarihin derinliklerinde kalmış Rus emperyalizmine referans vererek, Çar III.Alexander’ın “Herkes bizim büyüklüğümüzden korkuyor” sözlerine yer vermesi, “21.Yüzyılın Çarı” olma kompleksinin dışavurumunun bir göstergesi olarak ilginçti.

Nitekim Rusya, kutup bölgesinde askeri varlığını ve savunma gücü açısından  üstünlüğünü göstermek için üç denizaltısı ile kutup buzlarını kırarak kendisine özel su yolları açtı. Ayrıca ABD başta olmak üzere diğer askeri güçleri uzak tutmak amacıyla bölgedeki üslerini genişletip, güçlendirdi.

 Putin’in ülkesindeki taraftarlarına dönük bu provakatif söylemlerine karşın, Beyaz Saray Basın Sekreteri Jen Psaki 16 Haziran buluşmasında öncelikli sorunlar başta olmak üzere her konunun masada olacağını ifade etti.

Diğer yandan  ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de, Rus mevkidaşı Sergei Lavrov ile geçen hafta İzlanda’da buluşmasının ardından, Beyaz Saray için en önemlisinin Rusya ile ilişkilerde “tahmin edilebilirlik” ve “istikrar” olduğunu söyledi.

 

Yakın geçmişteki Nato-Rusya ilişkileri

Aslında hatırlanacak olursa, Nato ve Rusya arasında 1997 yılında Sürekli Ortak Konsey (PJC-Permanent Joint Council) adı ile bir oluşum kurulmuştu. Beş yıl sonra, 2002 mayıs ayında Roma’da yapılan bir anlaşma ile bu oluşum Nato-Rusya Konseyi’ne (NRC-Nato Russia Council) dönüştürülmüştü.

Fakat 2014 yılı Nisan ayında Rusya’nın, Ukrayna’nın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü ihlal  ederek Kırım’ı ilhakı üzerine, NRC, Nato tarafından askıya alınmış ve bu çerçevedeki işbirlikleri durdurulmuştu. Buna rağmen , özellikle Ukrayna krizi başta olmak üzere diğer konular ile ilgili büyükelçilikler düzeyinde görüş alışverişi için hem NCR, hem de Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi kanallarının açık tutulmasına karar verilmişti.

Nitekim NCR çerçevesinde taraflar, 2016 yılında üç kez, 2017’de iki kez, 2018’de iki kez, 2019’da iki kez olmak üzere, soğuk savaş tonunda da olsa bir araya gelip görüş alışverişinde bulunmuşlardı.

Nato yetkilileri, NRC’nin  bir diyalog forumu ve görüş alışverişi platformu olarak karşılıklı yanlış anlaşılmaları azaltmak, öngörülebilirliği arttırmak için hala son derece yararlı bir oluşum olduğunu ısrarla ifade ediyorlar.

 

Trump’ın Nato politikası ve Putin’in imajını şişirmesi

Ancak Trump “Önce Amerika” sloganıyla ortaya koyduğu gibi, kendinden önceki birçok ABD başkanının aksine, ülkesine maliyeti yüksek dış angajmanlara kaynak aktarmak istemiyordu. Bunun en tipik örneğini de, Nato’dan ayrılma söylemini açıkça ortaya koymaktan vazgeçmemişti. Bu konudaki kararlılığına yakından tanık olan eski ulusal güvenlik danışmanı John R.Bolton, Trump’ın kararlılığından dehşete düştüğünü, görevden ayrıldıktan sonra yazdığı kitabında anlattı.

Birçok siyasetçiye ve siyasi gözlemciye göre, Trump’ın 71 yıl önce kurulmuş Nato’dan ayrılma kararının en önemli sonucu Rusya başkanı Putin’e, beklediğinin çok ötesinde en büyük armağanı vermekti.

Nitekim Putin bu fırsatı kaçırmadı; Avrupa’daki “truva atı” Macaristan’ın otokrat lideri Orban’ın yanı sıra, diğer bazı AB üyesi ülkelerin de desteklediği siyasi gruplarla, yapıyı istikrarsız hale getirmeye çalıştı.

Hatırlanacağı gibi, 2016’da Trump’ın seçilmesi Rusya Meclisi Duma tarafından adeta şampanya patlatılarak kutlanmıştı. Ardından Trump kendisini “müzakereci/anlaşmacı” olarak tanıtırken, “liderlik” yeteneğine vurgu yaptığı Putin’in imajını da bir hayli parlatmıştı.

Sonrasında Putin, soğuk savaşın ardından ABD hegemonisine terk edilen Avrupa güvenlik sisteminin, büyük güçlerin de dahil olduğu çok kutuplu çerçevede yeniden ele alınmasının gerekliliğini seslendirmeye başlamıştı.

 

Biden Putin’in oyununu bozdu

Ne var ki, 2020 seçimleri sonucunda başkan olan Biden’ın, Trump’ın Nato’dan çekilme ile sonuçlanabilecek politikasının tam tersine, Nato’ya sahip çıkmakla kalmayıp, AB’ye el uzatması Putin’in oyununu bozdu.

Şimdi iki lider, BBC News’den Anthony Zurcher’in “tuhaf” olarak nitelendirdiği zirvede bir araya gelecek. İklim değişikliği ve silahların sınırlandırılması başlıkları ile başlayıp, kuzey kutbunun statüsü, Rusya’nın, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ihlali, Rus bilgisayar şirketlerinin siber saldırıları, İran’ın nükleer faaliyetleri, Suriye’nin ve Libya’nın geleceği gibi konular yanında, Putin’e muhalif Rus siyasetçi Alexei Navalny’nin zehirlenme ve hapishanede tutulması dahil birçok konu üzerinde görüşecekler.

Sonunda da muhtemelen, mutabık kalınan birkaç başlık yanında, “mutabık kalmamakta mutabık oldukları” konuları içeren bir bildiri ile kamuoyunu bilgilendirecekler.

Ancak ne olursa olsun, bu buluşmanın yakın geleceğin küresel sorunları üzerinde önemli etkiler oluşturması kaçınılmazdır. Özellikle her iki ülkenin Çin ile ilişkilerinin ne yönde gelişeceği konusu ilk sırada yer alıyor.

Hatırlanacağı gibi, SSCB’nin dağıldığı 1990’ların ardından uzun bir süre  tek hegemonik güç olarak kalan ABD, küresel konumunu ve rolünü belirlemekte bir hayli zorlandı. Bu zorlanmanın en tipik göstergesi de, on  yıl sonra, kimler tarafından planlanlandığı tam olarak hala bilinmeyen 9 eylül 2001 saldırısı sonrasında başvurduğu yeni emperyalist model oldu.

 

ABD’nin Yeni Emperyalist Modeli-Irak’ın İşgali

Böylece dönemin ABD Başkanı oğul Bush’un epeydir planladığı Irak’ın işgali için uygun fırsat ortaya çıktı ve 2003 yılı Mart ayında bölgenin işgaline başlandı. Bush’un “haçlı seferi” olarak da adlandırdığı hareketin en önemli iki  gerekçesi Irak lideri Saddam Hüseyin’in “kitle imha silahları”na sahip olması ve 9 eylül saldırılarını yaptığı iddia edilen “El Kaide” örgütünü desteklemesiydi. Ancak bu iki iddianın da yalan olduğu sonradan ortaya çıktı.

Dönemin İngiltere başbakanı Tony Blair’in de desteği alınarak başlatılan süreç yakın tarihin en kanlı çatışmalarına sahne oldu ve Irak’ta, iktidarı boyunca İran destekli Şii’lere göz açtırmayan Saddam ve taraftarı çok sayıda Sünni öldürüldü. Aradan geçen yirmi yıla yakın sürede, Irak’ta Şii’ler güç kazandı ve ülke bir daha istikrara kavuşamadı.

 

BOP- Büyük Ortadoğu Projesi

Bush’un Irak’a saldırmasının ardından, o günlerde başkanın ulusal güvenlik danışmanı  Condolleezza Rice’ın  7 Ağustos 2003’de, The Washington Post’da yazdığı ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak adlandırılan “Transforming the Middle East” başlıklı makalesi bu modelin bölgede daha da genişletileceğinin habercisiydi.

Rice bu makalesinde, 2.Dünya Savaşı ertesinde Avrupa’nın uzun vadeli dönüşümünü sağlamayı başaran ABD’nin kendisine biçtiği yeni misyonun, Orta Doğu’da da benzer dönüşümü sağlamak olduğunu yazdı. Böylece yaklaşık 300 milyon insanın yaşadığı 22 orta doğu ülkesinde demokrasi, tolerans, refah ve özgürlük olmadığı gibi gerekçeler öne sürülerek harekat planları hazırlandı.

 

Arap Baharı ve İsrail’in Güvenliği

 Nihayet 2010’ların başında baskıcı yönetimlere karşı önce Tunus’ta başlayan ayaklanmalar giderek Libya, Mısır, Yemen,  Bahreyn ve en sonunda Suriye’ye sıçrayarak kanlı çatışmalara dönüştü.

Süreç içinde Fas, Cezayir, Lübnan, Kuveyt, Umman, Sudan, Jibuti, Suudi Arabistan, Filistin, hatta Fas’ın işgali altındaki Batı Sahra’da bile büyük değişimlere yol açmasa da ayaklanmalar ortaya çıktı.

Böylece Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin tamamında istikrar alt üst oldu. Aradan geçen on yıl boyunca Yemen, Libya ve özellikle Suriye’de akan kan hala durmadı.

Sonunda, bölgeye  “demokrasi, refah ve özgürlük” götürme  amacıyla yola çıkan ABD, kendisine bağlı otokratik Arap liderliklerini güçlendirmek suretiyle, hem İsrail’in güvenliğini sağladı, hem de kendi ülkesine dönük tehditleri bertaraf etmiş oldu.

Bu arada en önemlisi de, ABD’nin Suriye politikasındaki tutarsızlıklarını fırsata çeviren Rusya’nın , Çarlık döneminden bu yana hiç değişmeyen sıcak denizlere inme amacına ulaşması oldu.

 

Sonuç

 Soğuk savaşın sona erdiği 1990’ların başından bu yana geçen otuz yılda ABD, dünyanın tek tek süper gücü olmanın en ağır bedellerini Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin yoksul insanlarına ödetti.

Ayrıca 1980’lerde başlatılan neo-liberal politikanın ABD’de ürettiği 2008 krizinin etkileri dünya genelinde büyük ekonomik sarsıntılara yol açtı. 2016’da başkan seçilen Trump’ın  irrasyonel siyaseti de peşinden gelince, hem ABD’de, hem de diğer ülkelerde ciddi sosyo-ekonomik sorunlar ortaya çıktı.

Halen dünyanın tek süper gücü olan ABD’nin başına geçen Biden’ın, bir hayli istikrarsızlaşmış dünyayı yeniden istikrara yönlendirecek politika üretip üretemeyeceğini anlamak için, 11/13 hazirandaki G7, 14 hazirandaki Nato toplantıları ve 16 hazirandaki Putin ile buluşmasının sonuçları önemli göstergeler olacak gibi görünüyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları