26 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- BİRLEŞİK KRALLIK VE DÜNYA NEREYE GİDİYOR?

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- BİRLEŞİK KRALLIK VE DÜNYA NEREYE GİDİYOR?

Eklenme : 21.04.2021 - 15:45

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- BİRLEŞİK KRALLIK VE DÜNYA NEREYE GİDİYOR?

 

 

Geçen hafta,  The Economist dergisinin internet sitesinde ilginç bir editöryal makale yer aldı. Makaleye bir sözcük oyunuyla, “From United Kingdom to Untied Kingdom”, yani Birleşik Krallıktan Bağlantısız Krallık’a başlığı atılmıştı.

İlgi çekici bu başlık, “acaba İngiltere diye bildiğimiz, Birleşik Krallık veya Büyük Britanya adındaki ülke”, bazı yorumcuların beklediği  gibi, “Brexit sonrası dağılma sürecine mi giriyor” sorusunu akıllara getirdi.

Bölgesel ve küresel çok önemli sonuçları olabilecek bu sorunun yanıtını  anlamak için, gelin hem adı geçen dergide, hem de diğer kaynaklarda yer alan yorumlardan yararlanarak devam edelim.

 

 Brexit Süreci

Brexit (Birleşik Krallığın AB’den ayrılması) sürecinin yaklaşık iki buçuk yıl önceki (2018 sonlarında) kesitinde, zamanın kadın başbakanı Theresa May, Eurocratlar (AB bürokratları) tarafından zaman zaman aşağılansa da, ülkesi için en iyi sonucu almak üzere canla başla mücadele etmişti.  May’in asıl amacı, Büyük Britanya olarak da adlandırılan ülkesi Birleşik Krallığın dağılmasının önüne geçmekti. Biz de o günlerde bu mücadeleyi “Bir Kadın Siyasetçinin Direnci” başlığı ile bu sütunda dile getirmiştik.

 

Birleşik Krallık (UK) Ne Zaman Oluştu ?

 Adanın kuzey batısındaki  İrlanda, 17.yüzyılda İngiliz kumandan Oliver Cromwell’in ordusu tarafından kanlı bir şekilde ele geçirildi. İskoçya ise 18.yüzyılda, savaşmadan İngilizlerin egemenliğini kabul etti. Böylece oluşan “Birlik” sayesinde, Edinburg ve Londra kentleri yüzyılın bilimsel/entelektüel devrimlerinin merkezi haline geldi.

Ardından gelen Sanayi Devrimi ile, Glasgow, Manchester ve Liverpool kentleri zenginleşti. O dönemlerden itibaren güçlenen İmparatorluk 19.yüzyılda, İngiliz ve İskoçların yönetiminde, “üstünde güneş batmayan” sözleriyle tanımlanan dönemin en büyük küresel gücü oldu.

 

Günümüzde Krallığın Durumu

 Adadaki son gelişmelere bakılırsa, “Birlik” anlayışının tarihinde hiç olmadığı kadar yıpranmış olduğunu söylemek pek yanıltıcı olmaz. Bu durumun en önemli nedenlerinden birinin Brexit (AB’den kopma) olduğunu söylemek de yanıltıcı olmaz. 2016 yılı haziran ayında yapılan referandumda, halkın % 51.9’nun oyları ile AB’den ayrılmaya karar veren Birleşik Krallık ile AB arasında, ayrılma sürecini düzenleyen müzakereler, 2020 yılının ocak ayına kadar sürdü.

Hayli tartışmalı geçen bu süreç boyunca, gerek Londra, gerek Edinburg gerekse Belfast’taki siyasi liderliklerin tutumları, Birleşik Krallığın artık  sürdürülebilir olup olmadığının sorgulanmasına neden oldu.

Çünkü, Birleşik Krallık AB üyesi iken, Kuzey İrlanda ile AB üyesi İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınır konusunda ihtilaf yoktu. İnsan ve mal geçişleri serbestçe yapılıyordu. Brexit sonrasında ise AB ile AB üyesi olmayan Birleşik Krallık arasında sınırın belirlenmesi gerekiyordu. Ancak bu sınırın eskisi gibi gevşek mi, yoksa sert mi olacağı konusunda bir türlü  mutabakata varılamıyordu. Birleşik Krallık başbakanı Boris Johnson, kendi partisinin çıkarları için sert  Brexit yöntemini benimserken, Kuzey İrlanda’nın “İrlanda milliyetçileri” buna karşı çıktılar.

 

İskoçların tutumu

Diğer yandan AB’den ayrılmak istemeyen İskoçlar da geleceklerini Birleşik Krallık dışında aradıklarını her fırsatta açıkça ortaya koymaktaydılar. Nitekim 2014’de yapılan bağımsızlık oylamasında küçük bir çoğunluk Birlik’te kalmayı desteklemişken, geçen yıl yapılan kamuoyu yoklamalarında ayrılıkçılar, küçük bir çoğunlukla da olsa öne çıktı.

Bu sonucun ortaya çıkmasında, İskoç Ulusal Partisi lideri ve İskoçya yerel hükümetinin başbakanı Nicola Sturgeon’un, Brexit’ten hoşlanmayan İskoçları Londra’daki hükümet aleyhine kararlı bir şekilde etkilemesi büyük rol oynadı. Kamuoyu yoklamalarına göre, merkezi hükümetin engelleyici önlemlerine karşın, mayıs ayında yerel hükümet için yapılacak seçimleri Sturgeon’un İskoç Ulusal Partisi’nin yeniden  kazanması bekleniyor.

 

Kuzey İrlanda’da neler oluyor?

Kuzey İrlanda’ya gelince, Demokratik Birlikçi Parti lideri ve yerel hükümetin başbakanı Arlen Foster, merkezi hükümetin önceki başbakanı May’in “yumuşak Brexit” önerisini reddederek, Brexit sonrası Birleşik Krallıkla, AB üyesi İrlanda Cumhuriyeti arasında oluşturulacak sınır sorununun çıkmaza girmesine neden oldu.

Sonuçta, ne Brüksel’deki AB, ne Londra’daki merkezi hükümet, ne de  Dublin’deki İrlanda Cumhuriyeti,  AB ile oluşturulacak “sert sınır-hard border” konusunda yeterli hazırlıkları olmadığı için, sorunu çözmek merkezi hükümet başbakanı Boris Johnson’a kaldı.

Johnson da, daha önce İrlandalı’lara verdiği sözün aksine, AB ile Büyük Britanya arasındaki sınırın, iki adayı ayıran İrlanda Denizi’nde çizilecek bir hatla belirlenmesine karar verdi. Aslında bu çözüm, “Birlik” yanlısı Kuzey İrlanda hükümetinin elini bir hayli zayıflatan bir gelişme olmakla kalmadı, 1998’deki uzlaşmacı “İyi Cuma anlaşması” ile son verilen iki grup arasındaki çatışmaları hatırlatan protesto gösterilerine neden oldu.

The Guardian’ın kıdemli  yazarlarından Simon Jenkins’e göre, Boris Johnson’ın Brexit sürecinde yaptığı birçok hatanın en vahimi, Avrupa pazarını (European single market) terketmesidir . Sınırların açık kalmasını sağlayarak ticari uyumu sürdürmek için AB ile görüşmelere tekrar başlaması gerekir.

 

Ancak Boris Johnson’a güvenilmiyor!

Yani, Birleşik Krallığın sürdürülebilirliği, Kuzey İrlandalı’lar ve İskoçlar başta olmak üzere, AB’de kalmayı tercih eden İngilizler’in de hiç güvenmediği Boris Johnson’a kalmış görünüyor.

 Bu güvensizliğe aldırmayan  Boris Johnson, her yere Birleşik Krallığın “Union Jack” bayrağını astırmaktan vazgeçmiyor. Johnson’ın bu tavrı, ayrılıkçı Kuzey İrlanda’lı ve İskoç’ları, kendi ülkelerinin de   Westminister’in, yani  Krallık ailesinin mülkü gibi algılanmasından ötürü öfkelendiriyor.

Aslında Johnson’ın başbakanlığa gelmesinin ana motifi Brexit müzakerelerini yürütüp tamamlamaktı. Ancak birçok yorumcuya göre, bunu yaparken Birleşik Krallığın bütünlüğünü büyük tehlikeye atmış oldu.

Bu yorumculara göre, Boris Jonhson’ın bu aşamada artık tek ve en önemli sorunun Birleşik Krallığın korunması olduğunu kavrayıp görev süresi sona ermeden akılcı politikalara dönmesi gerekir. Eğer bu konuda başarısız olursa, Birleşik Krallığı dağıtan adam olarak tarihe geçecektir.

 

Birleşik Krallığın çöküş sürecinin anlamı?

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri Gorbaçov’un, Perestroika ve Glasnost kavramlarını ortaya atışından sonra Varşova Paktı dağılmıştı. O günlerde (1992), Japon asıllı Amerikalı Prof.Francis Fukuyama, “Tarihin Sonu ve Son İnsan/The End of History and the Last Man” adını verdiği kitabını yazmıştı. Bu kitabında, “insanoğlunun ideolojik evrimini tamamladığı ve Batı liberal demokrasisinin insanlık tarihinin nihai aşaması olduğunu” ileri sürmüştü. Fukuyama’nın bu yaklaşımı üzerinde çok yazıldı, çok konuşuldu.

Fukuyama, süreci yanlış anladığını elbette itiraf etmedi ama  11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a, kimin yaptığı bir türlü ortaya çıkmayan saldırılardan sonra 2004’de yazdığı “Devlet İnşası/State Building” kitabında, “ulus-devlet egemenliğine geri dönmekten ve bir kez daha devleti nasıl güçlü ve verimli kılabileceğimizi anlamaktan başka bir seçeneğimiz yok” demek zorunda kaldı. Çünkü ona göre: “çok uluslu şirketler, STK’lar, suç kartelleri, terörist gruplar ve benzerleri gibi,  gücü ya da meşruiyeti ellerine geçirmiş olanlar, ulus devletlerin boşluğunu doldurmaktadırlar”. Yani Batı’lı ülkelerin yönetim katlarında,  etik açısından çok ciddi bir dejenerasyon sorunu yaşanmaktaydı.

 Buradan hareket ederek şu tespiti yapmak mümkündür: 2.Dünya Savaşı ardından batıda yaşanmaya başlanan göreli barış ve refah döneminin artık  hızla sonuna gelinmektedir . Bunun ara duraklarından biri yakın geçmişte, ABD merkezli finans kapitalizminin ürettiği soyguncu CEO’ların, doyumsuz ihtiraslarının çabuklaştırdığı 2008 Küresel Finans Krizi olmuştur.

Ancak, Çin’in 1990’lardan bu yana büyüyerek, günümüzde süper güç olma yolunda hızla yükselişi yanında; uzun yıllar boyunca yavaş da olsa gelişen Hindistan’ın da bir diğer süper güç olma yoluna girmesi, Batı Kapitalizmi’nin uluslararası kurumlarını büyük ölçüde sarsmış bulunuyor.

Bu durumun sosyo-politik-ekonomik olarak Kapitalist Batı’nın gelişmiş  ülkelerini etkilemesi elbette kaçınılmazdı. Nitekim, bu ülkelerin üretim altyapılarının artık rekabet edemez aşamaya geldiği 20.yüzyılın sonlarından bu yana uç veren milliyetçilik ve korumacılık akımlarının  günümüzde iyice su yüzüne çıkmaya başladığı anlaşılıyor.

Bunun ilk örneği de, yazının konusu olarak ele aldığımız, geçen yüzyılın başlarına kadar gücünü küresel sömürgeciliğinden aldığı için dünya düzeninde ağırlıklı söz sahibi olmuş  İngiltere’de ortaya çıkmaya başladı. İster Birleşik Krallık, ister Büyük Britanya olarak adlandırılsın, öyle anlaşılıyor ki, artık bu ülkenin adındaki ve imajındaki “büyük”lük tarihin derinliğine doğru kaçınılmaz bir şekilde yol alıyor.

Eğer başta ABD olmak üzere diğer kapitalist ülkeler, insanlığa çok ağır bedeller ödeterek uyguladıkları “vahşi kapitalizm” ile hem kendi ülkelerinde, hem de küresel çerçevede yarattıkları eşitsizliği sürdürmekten hızla vazgeçmezlerse, çok uzak olmayan gelecekte karşılaşacakları tablonun İngiltere’den farklı olmayacağını söylemek hiç de abartılı olmayacaktır.

Diğer yandan, 21.yüzyılın başlarında, başta ABD olmak üzere batılı birçok ülkede iktidarı ellerine geçiren popülist siyasi liderliklerden kurtulamadıkça, büyük değişimlerin habercisi olan bu sürecin çatışmasız geçmesi bir hayli zor görünüyor.

Meraklı okuyucunun hatırlayacağı üzere,  geçen şubat ayında bu sütunda yer alan  “Yaratıcılık ve Teknolojide ABD Çin’in Gerisine mi Düşüyor?”  adlı yazı dizimizin dördüncüsünde işaret edildiği gibi, batılı ülkelerin çoğu yanında,  onların nüfuz alanındaki perifer ülkelerde, popülist liderlerin eline bırakılmış “demokratik” sistemler, halklarının korku ve önyargılarını kontrol edip kullanan çarpık yapılara dönüşmüş durumdalar.

ABD’li Evrimsel Etik Topluluğu adlı STK’nın kurucusu John David Garcia’ya göre, başta ABD olmak üzere birçok ülkede  çoğunlukçu siyasi yapılar entellektüelizm karşıtlığı üzerinde oluşmuştur. Ancak tarih göstermiştir ki, günümüzde ulaşılan küresel kırılma dönemlerinde ortaya çıkan girift sorunların aşılmasında çoğunlukçu iktidarlar genellikle yanlış kararlar almıştır.

Umudu korumak için belki de tek yol, Garcia’nın Evrimsel Etik Kuramı çerçevesinde insanın gelişmesine öncelik verip bunu sürdürmek isteyen siyasetçilerin her ülkede işbaşına gelmesini ummaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları