29 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ÇİN’İN LİDERLİĞİNDEKİ BRİCS ABD DOLARININ TAHTINI  SARSABİLİR Mİ?

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ÇİN’İN LİDERLİĞİNDEKİ BRİCS ABD DOLARININ TAHTINI  SARSABİLİR Mİ?

Eklenme : 19.11.2023 - 8:13

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ÇİN’İN LİDERLİĞİNDEKİ BRİCS ABD DOLARININ TAHTINI  SARSABİLİR Mİ?

 

 

Geçen yüzyılın sonlarında başlayan jeo-politik sarsıntıların oluşturduğu küresel dengesizlik, ABD’yi, kısa bir süreliğine, “tek süper güç” konumuna taşımışsa da, Çin’in yükselişi ile birlikte ABD’nin artık bu konumundan uzaklaşmaya başladığını söylemek abartılı olmayacaktır. Çünkü, Çin’in liderliğinde, korunmasız ülkeleri de içine alan, çoğu çevrede  “Küresel Güney” olarak adlandırılan yeni bir kümelenme söz konusudur.

Biz de bu yazımızda, yüzyılın geleceğinde çok önemli rol oynama potansiyeli taşıyan bu ayrışıma nasıl gelindiğini, bunun ne anlama geldiğini tarihi izleri üzerinden anlamaya çalışacağız.

 

Tek kutuplu dünya ve BRIC..

1980’lerin sonuna doğru SSCB`nin dağılması ardından, yarım yüzyıla yakın süren soğuk savaş sona erince, ABD’nin süper güç olarak kaldığı tek kutuplu bir dünyadan söz edilmeye başlandı.

Ancak, batının “yatırım bankacılığı” sektörünün lider kuruluşlarından Goldman Sachs’ın küresel baş ekonomisti Jim O’Neill, 2001’deki bir raporunda, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in ekonomik ağırlıklarının on yıl içinde önemli bir büyüklüğe ulaşacağını yazdı. Bu analizinde, sözünü ettiği dört ülkenin herbirinin adlarının ilk harflerini bir araya getirerek  “BRIC” kısaltmasını kullandı.

O’Neill’e göre bu ülkeler, çok değerli doğal kaynakların bulunduğu geniş  alanlarıyla, 2050’ye doğru dünyanın önde gelen ekonomileri arasında olacaklardı. Ayrıca,  küresel nüfusun beşte ikisi dolayında insan gücü, yeryüzünün dörtte biri dolayındaki bu topraklarda yaşamaktaydı.

Bu teze göre, yakın gelecekte Hindistan ve Çin küresel tedarik zincirinin; Brezilya ve Rusya ise, küresel ham madde sağlayıcılarının önde gidenleri olacaktı.

Nitekim, O’Neill’in sözlerinden beş yıl sonra, 2006 yılı eylül ayında, söz konusu dört ülkenin dışişleri bakanları New York’ta bir araya geldi. İzleyen dönemde uzmanlar düzeyinde yapılan üç çalışma toplantısından sonra, ülke liderleri ilk zirvesi, 2010’da Rusya’nın Yekaterinburg kentinde yapıldı. Bu toplantının ana teması, 2008’de, başta ABD olmak üzere batılı ülkelerde yaşanan ağır finans krizinin etkilerine karşı kendilerini korumaktı.

Bu bağlamda, söz konusu ülkelerin başta gelen talebi, DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) tarafından gelişmekte olan ülkeler için 2001’de kararlaştırılıp, ‘Doha Kalkınma Ajandası’ adı verilen önlemlerin hayata geçirilmesiydi.

 

BRIC’den BRICS’e ve Yeni Kalkınma Bankası (NDB)

2011’de Güney Afrika Cumhuriyetinin de katılmasıyla, kısa adıyla BRICS adı verilen beş ülkenin liderleri küresel konularda işbirliği müzakereleri için düzenli olarak bir araya gelmeye başladı.

O günlerde, BRICS ülkelerinin tamamı kendi iç sorunlarıyla baş etmeye çalışmaktaydı. Brezilya ve Rusya’da ekonomilerin kötüye gidişi nispeten durdurulmuş, ancak Hint Rupi’sindeki değer kaybı Hindistan’da huzursuzluğu arttırmış; ABD ile ticaret savaşı içindeki Çin yönetimi bunalmış; Güney Afrika ekonomisi ise resesyona girmişti.

2012’de Yeni Delhi’de toplanan 4.Zirve’de Hindistan, yeni bir banka kurulmasını önerdi. Ardından 2013’de, Güney Afrika’nın Durban kentindeki 5.Zirve’de bir Kalkınma Bankası kurulmasına karar verildi.

Brezilya’nın Fortaleza kentindeki 6.Zirve’de, Brics Bank adıyla kurulması düşünülen bankanın, sonrasında üye olacak diğer ülkeler de dikkate alınarak ‘New Development Bank/Yeni Kalkınma Bankası’ adıyla kurulması üzerinde anlaşmaya varıldı.

Yapılan bir diğer anlaşma ile, bankada 100 milyar $’lık bir rezerv oluşturuldu. 2016’da Çin ile yapılan bir anlaşma ile de, bankanın genel merkezinin Şanghay’da olması ve başkanlığına da Hintli profesyonel K.V.Kamath’ın getirilmesine karar verildi.

Banka yönetimi ilk iş olarak, Çin parası Renminbi cinsinden ‘Yeşil Tahvil’ ihracı yanında, üye ülkelerin her birinde uygulanacak projeleri belirledi ve 2016 sonunda ilk kredi anlaşmasını imzaladı.

2018 yılı ortalarında, ABD derecelendirme kuruluşları S&P ve Fitch’in, AA+ notu verdiği NDB, kamu ve özel sektör kuruluşlarına finansal ürünler sunma  olanağı elde etti.

Nitekim 2019 yılında başta enerji olmak üzere, su arıtma ve ulaştırma yatırımlarından 30 yakın projeyi finanse eden banka, 2022’de Hindistan’ın Gujarat eyaletinde açtığı bölge ofisi kanalıyla  Bengladeş ve Hindistan’daki altyapı projelerine finansman sağlamaya başladı.

Bankanın kurucu başkanı Kamath görevini 2020 yılı ortalarında Brezilya eski Ekonomi Bakanı akademisyen Marcos Troyjo’ya devretti. 2023 başında da başkanlığa eski Brezilya Cumhurbaşkanı Dilma Roussef getirildi. Aynı yıl Suudi Arabistan da, bankaya ortaklık niyetini açıkladı.

 

15.BRICS Zirvesi ve Genişleme Kararı

Her yıl düzenli olarak zirve toplantılarını gerçekleştiren BRICS’in son zirvesi geçen ağustos ayının sonunda Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde yapıldı. Bu zirveye,  Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında tutuklama kararı verdiği Putin dışındaki liderlerin tamamı katıldı. Rusya’yı ise dışişleri bakanı Lavrov temsil etti.

Ana konusu, ‘Çok Taraflılık ve Sürdürülebilir Kalkınma için Ortaklık’ olarak belirlenen bu zirvede; Mısır, İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Etiyopya ve Arjantin’in, 2024 yılı başından itibaren tam üye statüsü ile davet edilmeleri kabul edildi. Bu ülkelerden beşi daveti kabul ederken,  Suudi Arabistan’ın davetin koşullarını değerlendireceğini açıklaması dikkat çekti.

Bu genişlemede Çin ve Hindistan liderliklerinin önemli rol oynadığını belirtmek gerekir.  Ancak, çok sayıda yorumcu, yeni katılan ülkelerin sosyo-ekonomik güçlerindeki asimetri ve farklı düzeylerde de olsa ABD’ye bağımlılıkları nedeniyle, sürecin sürdürülebilirliği konusunda çekincelerini belirtiyorlar. Bu arada Çin ve diğer BRICS ülkelerinin, kendi aralarındaki ticareti ABD dolarıyla yapmak yerine yeni parasal araç arayışı içine girdiklerini de not edelim.

 

Yeni “rezerv para” arayışları..

Diğer yandan pandemi sonrası enflasyon artışı ve yükselen kamu borçları nedeniyle batılı ülkelerden başlayarak, küresel çerçevede ekonomik krizlerin frekansının artması, yeni parasal araç arayışlarının sadece BRICS ülkeleriyle sınırlı olmadığını gösterdi. Nitekim içinde Türkiye’nin de olduğu bazı gelişmekte olan ülkeler yanında, batılı bazı çevrelerde de yeni finansal düzen arayışları başladı.

Bir hayli karmaşık görüntü sergileyen bu tabloyu daha iyi anlamak için gelin, uluslararası para ve finans sistemini günümüze taşıyan yapının tarihi geçmişini kısaca hatırlayalım.

Geçen yüzyılın başlarında küresel merkez güç olan Avrupa ülkeleri, yaşanan iki büyük savaşın ardından çökünce batılı blokun liderliği ABD’nin eline geçti. Bir başka sözle, Avrupa’yı çökerten ikinci savaş, ABD’ye, 1929’da yaşamaya başladığı büyük ekonomik krizden tamamen çıkış yanında, dünya  liderliğini ele geçirme fırsatı sağladı.

 

Bretton Woods Sistemi

Nitekim,  uluslararası ödemelerde kullanılacak yeni  sistemi belirlemek için savaşın sonuna doğru, 1944 yılında,  ABD’nin New Hampshire eyaletinin Bretton Woods kasabasında toplanan BM para ve finans konferansına, SSCB ve Çin dahil, 44 ülkeden 730 delegenin katılımıyla, ‘Bretton Woods”olarak adlandırılan Uluslararası Para Sistemi üzerinde anlaşma sağlandı. Ancak, dönemin SSCB başkanı Stalin, Bretton Woods’un 1945 sonundaki imza törenine delege göndermeyi reddetti.

Bu anlaşma ile gelişmekte olan ülkelere finans sağlamak üzere ‘Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası/Dünya Bankası’ ve üye ülkeler ekonomilerinin istikrarlı büyümesi için IMF kısa adıyla ‘Uluslararası Para Fonu’ kuruldu.

Anlaşmanın bir diğer önemli maddesi ise, üye ülkelerin ABD dolarının  altına endekslenmesini kabul etmeleriydi. Nitekim altının 1 onz’unun (31.1 gm) değeri 35 ABD doları olarak belirlenerek sabitlendi. O günlerde dünya altın rezervinin % 80’inin sahibi olan ABD, dış talep olduğunda dolarını bu parite üzerinden altına çevirmeyi kabul ederken, diğer ülke paraları dolara karşı dalgalanmaya bırakıldı.

1950’lere kadar sistem ABD’nin hedefleri doğrultusunda çalıştı. Marshall Planı ile başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri ve Japonya yeniden inşa edildi. Bu dönemde ABD hazinesi 16 bin tonun üzerinde altın rezervine sahipti. Ancak 1960’ların sonlarına doğru, Almanya ve Japonya’nın endüstriyel üretimleri artınca, ABD’nin üretim çıktısının dünyadaki payı %35’den %27’ye düştü.

Diğer yandan aynı yıllarda, Vietnam Savaşı giderleri ABD Hazinesinin altın rezervlerini büyük ölçüde eritirken, özellikle Avrupa ülkelerinde sürekli artan dolar rezervleri (euro-dollars) ABD’nin Bretton Woods paritesi üzerinden doları altına çevirmesini neredeyse imkansız hale getirdi.

Nitekim dönemin Fransa cumhurbaşkanı De Gaulle, 1965’de, Fransa’nın elindeki ABD dolarlarını resmi kurdan altına çevirmek isteyince  ABD yönetimi sıkıştı. Çünkü o günlerde, Fransa dahil bazı ülkelerin merkez bankalarının elinde 14 milyar $ birikmişken, ABD altın rezervlerinin toplam değeri ise 13.2 milyar $ dolayına inmişti.

Bu durum karşısında IMF, ABD dolarını desteklemek üzere, Özel Çekme Hakları (SDR) adıyla, uluslararası varlık anlamında bir “rezerv” türü oluşturdu. Böylece ABD dışında ellerinde dolar biriken  ülkelerin likit ihtiyaçları için ABD’den altın talepleri ortadan kalkmış oldu.

Bu arada ABD’de işsizlik %5 sınırını geçip %6’ya, enflasyon da %5.9’a yükselmişti. Sonuçta, dönemin ABD başkanı Nixon daha fazla gecikmeden, Kongre’nin de desteğiyle altın/dolar geçişkenliğini askıya aldı. Böylece,  sonrasında “Bretton Woods 1.0” olarak adlandırılan sistem çökmüş oldu.

 

“Bretton Woods 2.0” ve Petro-dolar sistemi..

 Küresel yorumcuların çoğu, son zamanlarda “endüstri toplumu”  aşamalarını betimlerken kullandıkları sınıflandırma benzeri bir yaklaşımla Bretton Woods’un çöküşünden sonraki yeni süreci “Bretton Woods 2.0” olarak adlandırdılar.

Bu sürecin ayırıcı niteliği, uluslararası piyasalarda dolardan kaçışı engelleme yanında, ABD’nin, kontrolu altında bulunan Dünya Bankası ve IMF’yi korumak için almak zorunda kaldığı önlemlerdir.

Bu önlemlerin en önemlisi, dünya petrol ticaretinin sadece  ABD Doları üzerinden yürütülmesini sağlamak üzere, Suudi Arabistan ve OPEC ülkeleri ile 1975’de yapılan anlaşma oldu.

Böylece altın yerine, dolara ‘rezerv para’ statüsü kazandırılmakla kalınmadı, ABD hazinesince ihraç edilen senetler karşılığı “petrodolar”ın ABD’ye dönmesinin yolu açıldı. Bunun karşılığında da ABD, Suudi Arabistan ordusunun silah tedarikçisi olmayı ve bu ülkeyi İsrail’in saldırılarından korumayı taahhüt etti.

Doların, altının yerini almasıyla ABD, altın tedarikçisi olmaktan kurtulup, dünyanın “dolar tedarikçisi” haline geldi. Kütlesel büyüklüklerde tedavüle sokulan ABD doları, dünyanın diğer ülkelerinin merkez bankalarınca “rezerv para” olarak kullanılmaya başladığı için ABD içinde enflasyona neden olmadı.

Diğer ülkeler de, parasal ve mali açıdan  ortodoks politikalarını terkedip,   benzer şekilde genişlemelere gidince, bozulan merkez bankaları bilançoları, ulusal paraların dolar karşısında zayıflamasına neden oldu.

Borçlar öylesine arttı ki, küresel GSYİH’lar toplamının 3.5 katını aştı. Böylece bütün ülkelerin ekonomileri, dolar üzerinden alınan borçlarla çalışır hale geldi.

Ancak bu durum, son yarım yüzyılda “finans krizi” denilen 14 krize neden oldu. Ne var ki, her bir krizin ateşi, dolar cinsinden büyük borç riskleriyle söndürülmeye çalışıldı. Böylece sorunların bir bölümü mevcut vergi verene yüklenirken, büyük bölümünün ise gelecek nesillere aktarılmasının adaletsizliğine aldırılmadı.

Sıfır toplamlı bir oyun olan bu süreçte, ABD güdümündeki kuzey yarımküredeki ülkelerin çoğunda, “varlık piramidi”nin en tepesindeki çok küçük azınlıklıklar varlıklarına varlık katarken, orta sınıf ve tabandaki çoğunluğun ücret artışları enflasyonun şişirdiği fiyatlar karşısında erime sürecine girdi.

1940’ların ortasından bu yana bütün dünyaya dayatılan bu sisteme karşı başlarda direnen SSCB de çökünce, Rusya dahil demir perde bloğunun Avrupa kanadı ülkeleri de, 1990’ların sonunda sisteme girmek zorunda kaldı.

 

ABD ile ÇİN arasındaki gerilim ve BRICS…

Çin’e gelince; 1976’da Mao sonrası kısa bir kargaşa dönemini takiben liderliği ele geçiren Deng Xiao Ping önderliğinde, düşünsel altyapısı hazırlanan program, Çin Komünist Partisi’nin 1990’ların sonunda pazar ekonomisine geçişini sağladı.

 Komünist rejim eliyle “devlet kapitalizmi” uygulaması olan bu model, Çin’in önce kamu, ardından özel üretim endüstrisini öylesine hızlı  büyüttü ki, bütün dünyada, Çin için “dünyanın fabrikası” nitelemesi kullanılmaya başladı.

Çin’in her alanda büyüyüp geldiği aşama dikkate alındığında, her ne kadar çok kutuplu yeni bir dünya düzeninden söz ediliyor olsa da, nesnel beklentiler açısından, orta vadede dünyanın yeniden iki kutuplu bir sürece gireceğini tahmin edenlerin sayısının da az olmadığını not ederek devam edelim.

Nitekim böyle bir gelişmenin en keskin işaretlerinin ilki, Çin’in her alandaki kazanımlarıyla dünyanın ikinci süper gücü haline gelmesi; ikincisi ise, bazı  gözlemcilere göre, gelecek on yıl içinde, askeri güç dahil birçok parametre açısından ABD’yi geçeceğine dair beklentiler oldu.

 

Bretton Woods 3.0’a doğru mu? …

 Son zamanlarda, küresel para ekonomisi söz konusu olunca, söylediklerine birçok gözlemcinin kulak verdiği, Macar asıllı ABD’li finans iktisatçısı Zoltan Pozsar, Bretton Woods 3.0 adıyla, yeni bir modelden söz etmeye başladı. Bu model esas olarak, küresel finans sisteminin, doların hegemonyasından koparılıp, önünde sonunda çok kutupluluğa geçileceğini işaret ediyordu.

Gerçekten, Bretton Woods 1.0’ın “altın” bazlı para mekanizmasının çökmesinden sonra ABD, doların “küresel rezerv para” olarak hegemonik gücünü, petrol üreticisi ülkeleri kontrol altına aldığı, “petro dolar sistemi” ile sürdürdüğüne yukarıda işaret etmiştik.

Nitekim ABD, bu sisteme  aykırı harekete kalkışan ülkeleri cezalandırmakta hiç duraksamadı. Bu bağlamda, petrolünü Euro üzerinden satmaya kalkan Irak lideri Saddam’ın ve Afrika para birimleriyle satmak isteyen Libya lideri Kaddafi’nin başına gelenler, ABD’nin hegemonik gücünü sürdürmek için işleyeceği “insanlık suçlarının” sınırı olmadığını gösterdi.

ABD’nin Ukrayna savaşında izlediği politikayı da bu çerçevede değerlendirmek yanlış olmayacaktır. O nedenle bazı gözlemciler ABD’nin, hala bitmeyen sıcak savaşta Ukrayna’nın kaybetmesine izin vermesinin mümkün olmayacağına işaret ediyorlar.

Ancak Ukrayna savaşının sonucu ne olursa olsun, son zamanlarda, ABD’nin gücünü sürdürmekte  bir hayli zorlandığı dikkatten kaçırılmamalıdır. Nitekim, kurulduğu günlerde Goldman Sachs’lı James O’Neill’ın öngörülerini küçümseyenler yanılmış ve Çin’in liderliğindeki BRICS güçlenme yoluna girince, uluslararası alanda dolar dışı paralar üzerinden ticaret şimdilik kısıtlı da olsa başlamıştır.

Örnek vermek gerekirse, Çin ve Hindistan’ın, başta İran olmak üzere Körfez ülkelerinden petrol ithalatlarını bir süredir kendi paraları üzerinden yapmaya başlamaları dikkat çekicidir. Bu bağlamda, şimdilerde dünya petrol ticaretinin %40’ın üzerindeki kısmının dolar dışındaki paralar ile yapıldığını not etmek yerinde olur.

Diğer yandan, Hollandalı stratejist yazar Willem Middlekoop’a göre, hızlı ve yüksek oranlarda büyümenin ardından yaşamaya başladığı ekonomik sorunlarla baş edebilmek için Çin, BRICS’i genişletmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede, önce üye ülkeler, giderek diğer ülkeler ile ticari anlaşmaları yürütmek üzere kurulan NDB-Yeni Kalkınma Bankası kritik öneme sahiptir.

Çin, işlemlerin çoğunun şimdilik ABD doları üzerinden yürütüldüğü bu banka aracılığıyla, yakın gelecekte “değerli hammaddeler ve emtia” bazında oluşturulacak “ortak para birimi” üzerinden diğer üye ülkelere ucuz krediler sağlayarak ABD’nin kontrolundaki IMF’yi dengelemeye çalışmaktadır.

 

Hindistan’daki son G20 Zirvesi..

 Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de eylül ayının başında toplanan G20 zirvesinin en kritik gelişmelerinden biri, Çin lideri Xi Jinping’in toplantıya katılmayıp, başbakan Li Qiang’ı göndermesi oldu.

Bu zirvenin en dikkat çekici sonucu, Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) adı verilen, Asya, Körfez ve Avrupa arasında ekonomik entegrasyonu sağlayacak bir büyük projenin mutabakat zaptının imzalanması oldu. Hindistan’ın kuzey batı kıyısındaki Gujarat  limanından, BAE’nin Jebel Ali limanına kadar deniz yolu, oradan Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa limanına demir yolu, oradan da, Yunanistan’ın Pire limanına deniz yolu üzerinden uzanarak Avrupa’ya erişimi öngören bu proje, içlerinde Erdoğan’ın da olduğu bazı liderlerin yoğun tepkilerine neden oldu.

Her liderin kendi farklı nedenleriyle gösterdiği tepkiler bir yana, bu projenin Çin’in Kuşak ve Yol (B&R) Projesine alternatif olması yanında, Çin’e uzun dönemli kiralanan Pire limanından Avrupa’ya girişi öngörmesi dikkat çekti. Hatta bazı gözlemciler Xi Jinping’in zirveye katılmamasını, Yol-Kuşak Projesine alternatif bir projenin görüşüleceği bir toplantıda bulunmak istememesine bağladılar.

 

APEC – Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği

ABD’nin Çin ve Rusya ile birlikte olduğu bir diğer örgüt de APEC’tir. ABD liderliğinde 1989’da 12 pasifik ülkesinin kurduğu bu örgütün üye sayısı,  sonraki yıllarda Çin ve Rusya yanında diğer ülkelerin katılımıyla 21’e çıkmıştır. APEC’in 2023 zirvesi, bugünlerde (15-17 kasım)  ABD’nin San Fransisco kentinde yapılıyor.

Bu toplantının en ilgi çekici yönü, toplantı için San Fransisco’ya gelen Xi’nin (15 kasım) geçen  çarşamba günü Biden ile yaptığı görüşmedir. Heyetler arasında  yapılan toplantı ardından medyaya yansıyan haberlere göre, iki ülke liderinin, başta İklim Krizi olmak üzere aralarındaki sorunlar üzerinde görüş alışverişi yanında, gerektiğinde özellikle askeri sorunlarda doğrudan iletişim sağlayacak bir “sıcak hat” kurulması konusunda mutabık kaldıkları anlaşılmaktadır.

Soğuk savaş yıllarında ABD ile SSCB liderliği arasında doğrudan iletişim için kullanılan “kırmızı telefon”u hatırlatan bu gelişmeyi, bazı gözlemciler küresel barış için olumlu bir adım olarak değerlendirmektedir.

 

Özet ve sonuç..

 Tarihin çeşitli dönemlerinde, konjonktürel olarak güçlü tarafın dayattığı ‘küreselleşme’ süreçleri, kendilerine özgü “barış” süreçlerini de beraberinde getirmiş, ancak sonunda, güç dengelerinin değişmesi savaşlara neden olmuş ve yeni süreçlere yelken açılmıştır.

Birçok tarihçiye göre, endüstri devrimi sürecindeki ilk küreselleşme 19.yüzyılda altının ticari işlemlerde ödeme aracı olarak kullanılmaya başlaması ile ortaya çıkmıştır.

İkinci dünya savaşı ardından, başta merkezi Avrupa ülkeleri ve İngiltere olmak üzere, SSCB ve Japonya  bir hayli yıpranırken ABD, 1920’lerin sonunda başlayıp, toplum üzerindeki yıkıcı etkisi 1930’lar boyunca süren büyük depresyondan bütünüyle kurtulma fırsatı sağlamakla kalmamış, kazandığı hegemonik gücüyle  emperyalizme yönelmiştir.

Yukarıda ortaya konmaya çalışıldığı gibi ABD de, 2.Büyük Savaşın ardından Bretton Woods süreci üzerinden oluşturduğu  “Pax-Amerikana” düzeniyle hegemonyasını kabul ettirmeyi başarmıştır.

Ancak yaklaşık yirmi yıl sonra 1960’ların ortalarında ABD, hegemonik gücünün motoru olan “askeri endüstriyel kompleks”ini çalıştırmak için saldırdığı Vietnam’da büyük bozguna uğramıştır.

Bunun üzerine 1970’lerin başında başkan Nixon döneminde “oyun”u bozmuş, “soğuk savaş” koşullarını kullanarak oluşturduğu, aslında  “petro-dolar sistemi” olan “Bretton Woods 2.0” ile “dolar”ın lider “rezerv para” statüsünü koruma yoluna gitmiştir.

Ancak, 1990’ların başında SSCB’nin yıkılmasıyla“tek süper güç” haline gelmenin yüklediği “dünya jandarmalığı” ABD’yi yer kürenin yüzlerce noktasındaki askeri üslerin sayısını arttırmaya ve uydusu ülkelerdeki işbirlikçilerini beslemeye yöneltmiştir. Böylece artan harcamalarının yıllık bütçelerini aşması yüzünden onlarca kez “debt ceiling- borç tavanı”nı arttırma talepleriyle Kongre’ye gitmek zorunda kalan ABD yönetimlerinin 2008’de karşı karşıya kaldığı büyük finans krizi, küresel boyutta, irili ufaklı bütün ülkeleri olumsuz etkilemiştir.

Diğer yandan, 2020’de başlayan pandemi sürecinde, üretim ve yatırımlarda aksamalar yanında, korunmasız kesimler için neredeyse bütün ülkelerde yapılmak zorunda kalınan sosyal yardımlar, pandemi ertesinde başta ABD olmak üzere batılı gelişmiş ülkelerde. beklentilerin ötesinde enflasyon artışlarına yol açmıştır.

 Bu arada, 1999 yılı başında sadece banka ve finans evreninde kullanılmaya başlanan euro (€), üç yıllık geçiş döneminin ardından 1ocak 2002’den itibaren banknot olarak para piyasalarına girerek ABD dolarının ardından en çok işlem yapılan ikinci “rezerv para” olmuştur.

Çin parası renminbi (RMB) de, 2016 yılı ekim ayında İMF tarafından SDR’yi belirleyen sepete kabul edilince,  ABD $’ı, Avrupa €’su, İngiliz Sterlini ve Japon Yeni’ne ek olarak Çin RMB’si de rezerv para statüsü kazanmıştır.

21.yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna doğru, Çin Komünist Partisinin Mao’dan sonraki en önemli lideri Deng Xiao Ping’in 1970’lerin sonunda ülkesinin ABD’yi yakalaması için gösterdiği elli yıllık hedefe erişme aşamasında olan Çin,  küresel sahnede ikinci  süper güç konumuna yerleşmiştir.

Sonuç olarak, yukarıdaki analiz üzerinden yazının başlığındaki sorunun yanıtını vermek gerekirse; evet, Çin’in  ABD dolarının tahtını sarsma olasılığının giderek yükselmekte olduğu anlaşılmaktadır.

Özellikle, İran, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerin BRICS’e katılmasıyla, dünya petrol ticaretinin dolar dışı paralar cinsinden halen bulunduğu  %40’ların üzerine tırmanacak olması nedeniyle, petro-doların atardamarı olduğu Bretton Woods 2.0’ın çökmesi ardından,  yukarıda adı geçen iktisatçı Zoltan Pozsar’ın “Bretton Woods” olarak adlandırdığı yeni bir sistemin gündeme gelme olasılığı artmaktadır.

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları