Yanlış anlaşılmamak için baştan söyleyeyim. Yazının başlığındaki ilginç sorunun tırnak içindeki sözcüğü tanınmış bir düşünür/yazara ait. Yazının bütünü okunduğunda bu tuhaf gibi görünen sözcüğün hangi anlamda kullanıldığının anlaşılacağını umuyorum.
Çok uzun değil, sadece son bir ayda dünyanın neredeyse her yerinde yaşam, inanılması güç değişikliklere sahne oldu. Küresel çapta, ülkelerin gerek liderleri, gerekse halkları, yaşamlarının daha önceki dönemlerinde muhtemelen hiç yüzleşmedikleri yeni bir süreçle karşı karşıya kaldılar.
COVID-19 Pandemisi olarak tarihte yerini alacak bu süreç, insanların sadece sağlıklarını değil, içinde yaşadıkları ekonomilerin istikrarını, sosyal yapılarını şiddetli bir şekilde sarstı.
Konu üzerinde çalışan birçok yorumcuya göre sürecin en tedirgin edici yanı da, ne kadar süreceği konusunda bilimciler dahil herkesin kafasının karışık olması.
Bu durum virüsün sıçradığı her yerde adeta bir ‘ şok hali ‘ yaşanmasına neden olmayı sürdürüyor. Nasıl olmasın? Yerkürenin dört bir yanında yayın yapan medyanın neredeyse tek konusu bu!
Sanki korona süreci öncesi, bütün dünyada yaşanmakta olan derin sorunlar sürmüyormuş, görünmeyen bir el hepsini ortadan kaldırmış gibi, haber saatleri ve tartışma programları tamamen korona sürecine yoğunlaşmış durumda.
Virüsün bulaştığı ve yaşamını kaybeden insan sayıları üzerinden, uzman olan olmayan herkesin fikir beyan ettiği, anlaşılması gerçekten çok güç bir süreç almış başını gidiyor.
Deprem literatüründen öğrendiğimiz ‘epicenter ‘ sözcüğü ile, felaketin merkezinin dün şu ülkeyken, bugün başka bir ülkeye geçtiği haberleri yanında, yarın nereye geçeceğine dair, doğruluk derecesi bilinemeyen bir sürü tahmin ve yorumlarla yüklü bilgi yığını neredeyse her saat insanların izledikleri televizyon, tablet ve akıllı telefonların ekranlarına taşınıyor.
Facebook, whatsapp, instagram, twitter vb sosyal medya platformları deseniz, doğru ile yanlışın birbirinin içine girdiği tam bir karmaşa ile dolu. Hani bir söz vardır; “ atış serbest “ denir! Tam da bu sözün hakkını veren tarzda, adı geçen platformlarda her türlü çarpıtmalarla inanılmaz ölçüsüzlükler sergileniyor.
İşin bir hayli tuhaf yönlerinden biri de insanların adeta bu haberlere iptila derecesinde kilitlenmiş olmaları. Öyle anlaşılıyor ki, bu durum ülke farketmeksizin hemen her yerde benzerlikler gösteriyor.
Peki bu durumun nedeni nedir?
Bu soruyu sorup yanıtlayanlardan biri de, Foreign Policy’nin yazarlarından İngiltere’nin Kent Üniversitesi öğretim üyesi Simon Cottee. Foreign Policy’nin 7 Nisan tarihli sayısında yer alan yazısından bazı ilginç belirlemeler ile devam edelim.
“ Aslında geçmişte de, özellikle terör haberlerinde benzer durumlar yaşanmadı değil. Ancak korona virüsü insan davranışları açısından başka bir gerçeklik ortaya koydu. İnsanların çoğu kendi sahip olduğu iletişim araçlarıyla kendi yurttaşları ile iletişime geçerken, diğer bazıları da, diğer ülke insanlarıyla yoğun iletişime girdi.
Öyle ki; adeta bir histeri haline dönüşen bu iletişim, insanların genelde çok rağbet ettiği televizyonların “reality show” programlarını bile gölgede bıraktı. İnsanların çoğu uzakta da olsa kendi dışındaki felaket haberlerine adeta kilitlenir oldu.
Yani neredeyse, virüsün küresel çapta geometrik yayılmasını kaygıyla izlemekten başka bir şey düşünülemez hale geldi. Hangi ülkede kaç kişi virüsü kaptı, kaç kişi yaşamını kaybetti, gibi sorular hemen herkesin yakından ilgilendiği en önemli konu olmaya devam ediyor.
Bu arada virüsün kendi ülkelerine gelip gelmeyeceği; gelecekse ne zaman geleceği gibi kaygılar zirve yaptı. İnsanlar virüsün kendi ülkelerine gelmesi halinde kimi sorumlu tutacakları hakkında, şimdiden karşı oldukları siyasetçiler arasından sıralamalar yapmaya bile başladılar.
Öte yandan virüsü kapmış ama kurtulmuş olanların gazetecilere anlattıkları veya sosyal medyada paylaştıkları bir hayli abartılı öykülere gösterilen büyük ilgi Google araştırma ekiplerince belirlendi. Öykülerdeki abartılı acı çekme sahneleri yanında, bunların izlenme sayılarının inanılmaz boyutlara ulaştığı da ortaya kondu.
Bazı abartılı anlatımlar anlayışla karşılansa da, bu kişilerin tedavi sürecini en ince ayrıntısına kadar internet üzerinden, hem de tanımadıkları binlerce kişiye aktarmaya hevesli olmaları dikkat çekti. Hele insanların büyük çoğunluğunun, bir hayli ürkütücü anlatımla sunulan bu öykülere gösterdiği ilgi sorgulanmayı hak eden boyutlara ulaştı.”
Bu belirleme karşısında bazıları ‘Bunları ortaya koyarak korona virüsü hakkında farkındalık oluşturmanın ve bilgilenmek için bu öykülere ilgi göstermenin sorgulanacak nesi var.“ diyebilir. Ancak bu karşı çıkış, aslında böylesi küçük bir bilginin abartılı ve doyumsuz bir şekilde paylaşılmasının ardındaki nedenler için hiç de yeterli değil.
Aslında benzer şekilde ilgi çeken olayların geçmişte de yaşandığından yukarıda söz ettik. Ancak o olaylarda olduğu gibi, bu defa da pek az düşünür ve yazar, yukarıda sözü edilen insan davranışlarının ardındaki nedenlere pek az değindi. Az sayıdaki düşünür ve yazarlardan biri, roman yazarı, kuramcı ve insan hakları savunucusu, 2003 Alman Yayıncılar Birliği Barış Ödülünün sahibi Amerikalı Susan Sontag.
İnsanların bu tür davranışlarının ardındaki asıl itkinin, başkalarının çektiği ağır acıları izleyerek kendi zayıflıklarını ortadan kaldırma isteği olduğunu ileri süren Sontag; böylece ‘ bana birşey olmuyor; ben hasta değilim; ölmeyeceğim; süren savaşta tuzağa düşmedim ‘ şeklinde öne çıkan içsel savunma refleksinin harekete geçtiğini vurguladı.
ABD Güney Kalifornia Üniversitesinden tarihçi Karen Halttunen de, bu sahneleri izleyenlerin, acı çekenlerle kendi aralarında yaptıkları mukayesenin sonucu olarak, ne kadar şanslı olduklarını düşünmekten gizli zevk aldıklarını düşündüğünü yazdı.
Diğer yandan, acı çekenlerin deneyimlerini anonim bir ortama aktarma arzu ve isteklerini yorumlayan Kent Üniversitesi Sosyoloji Profesörü Frank Furedi, bu davranışın, özel alanla kamu alanı arasındaki bağın giderek erozyona uğramasının sonucu olduğunu söylüyor. Yani, gizliliğin sahip olduğu ‘ pozitif otorite ‘ olma niteliğini büyük ölçüde kaybetmiş olmasını, ana neden olarak belirliyor.
Böylece korona virüsüne yakalananların açık itiraflarının, “ survivor masalları”nın adeta tekrarı gibi, yaşadıkları yoksunluklar üzerinden dikkat ve ilgi çekip, statü elde etmeye dönük olabileceğini de ekliyor.
Yukarıda söz ettik. Pandeminin ilk aylarının yaşandığı şu günlerde medyanın koronadan başka bir habere yer vermemesinin hepimizde oluşturduğu hali sorgularken Sontag’ın 1977’de yayınlanan ‘ Fotoğraf Üzerine ‘ kitabındaki şu sözlerini hatırlamanın tam sırası.
Şöyle demiş Sontag:
“Acılarla dolu fotoğraflarla defalarca karşı karşıya kalan insanın moral bilinci bozulur; sempati duyguları daralır. Farkında olunmadan yüklenilen bu olumsuzluk taşar ve başkalarının acılarına karşı insanı sağırlaştırarak duygusuz hale getirir. Bir kez böyle bir ruh haline bürünen insan artık bunların daha çoğunu izlemek ister ve adeta uyuşur.”
Yeri gelmişken Sontag’ın şu müthiş belirlemesini de unutmadan aktaralım:
“ Fotoğraflarla sergilenen acılar da, tıpkı pornografik filmlerin ilk izlendiğinde oluşturduğu sürpriz ve şaşkınlığın, daha sonra hızla etkisini kaybetmesi gibi, aşınır ve aynı hızla kaybolur gider.”
Her ne kadar daha sonra Sontag bu gözlemlerinden kuşku duymuş olduğunu belirtmiş ise de, yıllar önce ileri sürdüğü görüşünün COVİD-19 sürecinde ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Çünkü bu süreçte salgının şiddetli seyrettiği ülke hükümetlerinin her virüsün yayılım ve ölüm vakalarına dair her 24 saate bir verdiği haberler insanları çevrelerindeki acı gerçeklerden koparıp kayıtsızlığa sürüklemeye devam ediyor. Etkisi giderek artan sosyal medyada ise durum aynı yönde ve daha da vahim bir şekilde seyrediyor.
Ancak insanların katastrofik haberlere bu denli yatkınlığının, onları diğer sorumluluklarından alıkoymasının psikolojik ve politik maliyetlerinin boyutunu hesabını yapmak ise süren koşullarda ne yazık ki, pek mümkün görünmüyor.
Bunlar, sürecin halen büyük ölçüde içinde olunan “ şok boyutu “ ile ilgili düşünceler. Ne kadar süreceği bilinmese de, krizin şiddetinin azalmaya başlamasından itibaren, ortaya çıkması beklenen küresel ekonomik yansımalar bir yana, sosyo-psikolojik tahribatın hangi boyutlara varacağını şimdiden kestirmek ise imkansız değilse bile bir hayli güç görünüyor.
O yüzden umalım da, süreç boyunca özellikle gelişmiş ülkelerde sağlık hizmetlerinin yetersizliği yüzünden yaşanan acı kayıplar, süreç sonunda psikiyatri kliniklerinde ortaya çıkmasın.
YAYIN İLKELERİ
———————-
YURTSEVERLİK.COM sitesi Türkiye’nin birlik ve beraberliğinden, hiçbir ayrım gözetmeksizin toplumsal barışın korunmasından, insanın en yüce varlık ve emeğin en yüce değer olduğu savından, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden, sosyal adaletin hakim kılınması düşüncesinden hareketle yayıncılık yapar. Sınırları bu noktalardan geçen ilkeler çerçevesinde sitede yazılarına yer verilen herkesten aynı sorumluluğu eksiksiz göstermelerini bekler. Dolayısıyla YAYIMLANAN YAZILARIN HUKUKİ SORUMLULUĞU TAMAMEN YAZARLARINA AİTTİR.
İLETİŞİM
———————-
f.sayliman@gmail.com