27 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- GAZZE’DE ÇOCUKLARI AÇ BIRAKARAK YOK EDEN ”NETENYAHU” ADLI KİRLİ VE KARANLIK ADAM

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- GAZZE’DE ÇOCUKLARI AÇ BIRAKARAK YOK EDEN ”NETENYAHU” ADLI KİRLİ VE KARANLIK ADAM

Eklenme : 12.03.2024 - 9:12

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- GAZZE’DE ÇOCUKLARI AÇ BIRAKARAK YOK EDEN ”NETENYAHU” ADLI KİRLİ VE KARANLIK ADAM

 

İsrail’de, Netanyahu’nun aşırılıkçı Yahudi partileriyle oluşturduğu koalisyon hükümetinin, Gazze şeridindeki Filistin halkına ağır silahlarla saldırısı beş aydır sürüyor. Çoğu çocuk ve anneler olmak üzere katledilen insan sayısı 30 binin üzerine çıkmakla kalmadı, süren saldırılarda her gün onlarca insan yaşamını yitiriyor.

Beş aydır, tüm altyapısı çökertilen Gazze’ye, başta ilaç ve gıda olmak üzere BM aracılığıyla ulaştırılmak istenen insani yardımlar, İsrail ordusu tarafından engelleniyor ve; GAZZE’DE İSRAİL ORDUSUNUN SALDIRILARINDAN KURTULABİLEN ÇOCUKLAR HASTALIK VE AÇLIKTAN ÖLÜYOR!

İnsanlık dışı bu kahredici tablo karşısında, İsrail ordusunun saldırılarını ivedilikle durdurması için BM Güvenlik Konseyi karar tasarısını veto eden ABD’nin, ilaç ve gıda yardımlarını helikopterlerden Gazze’ye attığına dair “trajikomik” haberler,  “zamanın ruhunun”  ABD halkını ve yönetimini nasıl esir aldığını sergiliyor.

Bu önerme karşılığında bazı okuyucuların aklına şöyle bir soru gelebilir:
“İyi de, bu tablonun ortaya çıkmasında, geçen yılın 7 ekim günü Gazze sınırlarındaki İsrail yerleşim yerlerine saldırarak 1200 dolayında insanı öldüren, 250’sini de kaçıran Hamas adlı örgütün hiç mi suçu yok?”.

İlk bakışta haklı ve meşru gibi görünen bu soruya; “elbette Hamas’ın da suçu var. Çünkü insan öldürmek hiçbir koşulda mazur gösterilemez” şeklinde yanıt verilmesi yerinde gibi görünebilir.

Ancak Gazze’deki Hamas yöneticilerini bu ağır suça iten, yani tahrik eden nesnel unsurlara bakıldığında, söz konusu sorunun haklılık ve meşruiyetinin tartışmalı hale geldiğini baştan söyleyelim.

Ancak yine de, “haklı ve meşru” gibi duran bu sorunun nesnel yanıtının ne olduğuna geçmeden önce, yaşanan süreci anlamaya yardımcı olması açısından , bu toprakların uzun tarihi geçmişine dair bazı önemli notları vurgulamak yararlı olabilir.

En başta, arkeolojik çalışmalarda elde edilen bazı buluntular, söz konusu topraklarda kadim uygarlıkların İ.Ö.4.bin yıla dayandığını gösteriyor. Eski Yunan’da “Phoenicia/Finike) olarak adlandırılan bölge için İ.S.1500’lerin başından itibaren “Levant” adının kullanılmaya başladığı görülüyor..

Günümüzde İsrail ve Gazze’nin yer aldığı bölgenin Filistin olarak adlandırılmış olmasına gelince; M.Ö.12.yüzyıl Antik Mısır döneminde bu topraklara Ege Adalarından gelip yerleşen ve Yunan tarih yazıcılarının, “deniz insanlarının” yerleştikleri yer anlamında “Philistia” adını verdikleri anlaşılıyor.

Ayrıca, İbranice Eski Ahit’te de, bu toprakların “Plishtim” olarak adlandırılmasının; İbranilerin, Musa ve kardeşi Harun önderliğinde Mısır’dan kaçış (Exodus) ardından bu topraklara gelmesinden önce yukarıda sözü edilen “deniz insanlarının” bu toprakların kıyı şeridinde yerleşmiş olduklarını gösterdiğini de ekleyelim.

İ.S.7.yüzyılda müslüman Araplar’ın bu toprakları ele geçirmesinden günümüze değin bu toprakların, her zaman Filistin olarak adlandırıldığını hatırlayalım.

Tarihe dair bu kısa notları aktardıktan sonra, şimdi de gelin, Filistin topraklarında son yüzyıl içinde neler olup bittiğini açıkça ortaya koyan haritalara birlikte  göz atalım.

İlk harita, 1918 eylül ayında Nablus Savaşı’nı İngilizler karşısında kaybeden Osmanlı’nın bölgeyi terketmek zorunda kalmasının ardından 1922’de  İngiliz mandası altına giren Filistin topraklarını gösteriyor. O günlerin Filistin’inde toplam 750 bin dolayındaki nüfusun, %92’si Arap (müslüman, hristiyan, şii), kalan %8’i de yahudilerden oluşmaktaydı.

1922-1947 arasındaki İngiliz mandası döneminde, önce Doğu Avrupa’dan, 1930’dan itibaren de Hitler Almanya’sından kaçan çok sayıda Yahudi toplulukları Filistin’e yerleştirildi ve böylece bu topraklardaki demografi, yahudilerin lehine büyük ölçüde değiştirilmiş oldu.

İkinci harita, 1947’de BM’nin planına göre kurulan İsrail devletine tanınan  hükümranlık alanını gösteriyor. Bu alan Filistin topraklarının %56’sına tekabül ediyordu. Böylece İsrail’e verilen alanda yaşayan yerel Filistinli Arapların yaklaşık bir milyonu, yurtlarını terke zorlanarak, başta Batı Şeria ve Gazze olmak üzere, komşu Ürdün ve diğer Arap ülkelerine göç etti

Filistinli Araplar yurtlarından sökülüp atıldıkları bu olayı “El Nakba”, yani Felaket olarak adlandırdılar ve hiç unutmadılar.

Üçüncü harita, 1967 yılı haziran ayının 5.ci  günü başlayıp 10.cu günü sonra eren ve Altı Gün Savaşı adı verilen savaş ardından Filistin’de  ortaya çıkan durumu gösteriyor.

Bu savaşın sonunda İsrail, Mısır’dan Sina Yarımadasını, Filistin’in Gazze Şeridi ile Batı Şeria’yı ve Suriye’nin Golan Tepelerini topraklarına kattı. Doğu Kudüs’ün yönetimini eline geçirdi. Savaşın ardından, 100 bin dolayında Suriye’li Golan tepelerinden, 300 bin dolayında Filistinli öz topraklarından sürülürken, 20 bin dolayında Filistinli de öldürüldü.

Arap dünyasının desteğindeki Mısır’a karşı bu beklenmeyen başarı, o günlere değin mülkiyetin ortak olduğu komün tarzı yaşam ile Kibbutz’larda tarımsal üretim yapan İsrail’e soğuk bakmayı sürdüren ABD yönetiminin dikkatini çekti.

Nitekim 1973’de, Arap devletleri yanında, Sovyet Rusya’nın da desteklediği Mısır ve Suriye’nin, İsrail’e karşı başlattığı, sonradan Yom Kippur olarak adlandırılacak savaş sırasında, dönemin ABD dışişleri bakanı Kissinger’ın yakın desteğini alan İsrail bu savaşı da kazandı.

O tarihten bu yana geçen yarım yüzyıl boyunca ABD, orta doğuda kendi güvenliğinin ayrılmaz parçası saymaya başladığı İsrail’e, başta askeri olmak üzere her alanda büyük destek sağlamayı gümümüze değin sürdürdü . Özellikle, İsrail’in genişlemeci politikasına karşı çıkan BM kararlarını, ya veto etti, ya da boşa çıkardı.

Dördüncü harita, 1970’lerden itibaren  ABD’nin tam koruması altına giren İsrail’in, 2012 yılında Filistin topraklarının tamamına yakınını ele geçirdiğini gösteriyor.

Bu haritada, Batı Şeria’da İsrail’in çevrelerini sardığı yeşil renkli birbirinden kopuk noktaların gösterdiği yerler ile Gazze şeridi, iki ayrı Filistin siyasi fraksiyonu ile  özerk olarak yönetiliyor gibi algılatılmaya çalışılsa da, her iki bölgede yaşayanların,  onlarca yıldır İsrail’in ağır baskısı altında varlığını sürdürmeye çalıştıkları unutulmamalıdır.

Sonunda 2012 yılına gelindiğinde, 1.4 milyon dolayındaki Filistinli, İsrail’de kalırken, 2.7 milyonu Batı Şeria ve 1.7 milyonu da Gazze’de yaşamını sürdürmeye çalışmaktaydı.

ABD ve İsrail’in “İki Devlet”  oyalamasının öyküsü

Filistin’de “iki devlet” kurularak barışın sağlanması görüşü aslında 1937’de gündeme gelmişti. On yıl sonra, BM’nin 181 sayılı kararıyla, biri Arap, diğeri Yahudi devleti olmak üzere iki bağımsız devletin kurulması öngörülmüştü.

Ancak, kararın toprak paylaşımı maddesi iki tarafı da tatmin etmemesine karşın, İsrail tarafından kabul edilen karar, Arap destekçilerinin etkisiyle Filistinli’lerce kabul edilmedi ve savaş çıktı. 1948 Savaşı olarak bilinen çatışmalar ardından İsrail devleti kurulurken, Filistinli’lerin bir bölümü  komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştı.

Sonrasındaki uzun süre boyunca, İsrail tarafından unutturulmaya çalışılan “iki devlet” konusu, neredeyse gündemden düştü ve yukarıda değinilen 1967’deki Altı Gün Savaşı ile İsrail, Filistin’in tamamına yakınını işgal etti.

Yine milyonlarca Filistinli’nin topraklarını terke zorlanmaları, iki milyona yakınının ise topraklarını terk etmedikleri için İsrail’in kontrolu altına girmesiyle horlanıp ezilmeleri  iki taraf arasında gerilimi iyice yükseltmişti.

Filistin’in İngiliz mandası altında olduğu yıllarda, Filistin’de yaşayan yerli halkı temsil etmek için kurulmuş Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), bir süre sonra Yaser Arafat’ın liderliğindeki “el-Fetih” adlı grubun kontroluna geçmişti.

1967’deki savaşın ardından, hem Filistinli’leri kalkışmaya sevk etmek, hem de dünyanın dikkatini, topraklarının işgaline çekmek için çok sayıda terör eylemi gerçekleştiren FKÖ, böylece 1993 yılına gelindiğinde İsrail’in masaya oturmasını sağlamıştı.

ABD’nin aracılığında Oslo’da bir araya gelen iki taraf, bağımsız bir Filistin Devletinin kurulması için izlenecek yol haritası üzerinde anlaşmıştı. Ancak, başta Doğu Kudüs ve sürgüne gitmek zorunda bırakılan Filistinli’lerin topraklarına geri dönüş konusu yanında, İsrail’in Batı Şeria’yı yeni yerleşimlerle eline geçirme kararlılığı yüzünden anlaşma uygulanamamıştı.

Netanyahu Vakası!

1996’da ilk kez başbakanlığı eline geçiren Netanyahu, Filistin topraklarının sadece İsrail’e ait olduğu iddiasıyla, “iki devlet” gibi bir sorun olmadığını halkına benimsetme politikasını başlattı. Buna karşılık, 1999 seçimini ağır bir yenilgiyle kaybetmesinin ardından, sonraki on yıl boyunca sırayla başbakanlık yapan, Ehud Barak, Ariel Sharon ve Ehud Olmert gibi politikacılar “iki devletli” çözümü benimseyen politikaları yeniden gündeme getirdi. Fakat, 2009’da ikinci kez başbakanlığı ele geçiren Netanyahu,  iktidarda kalacağı 2021 yılına kadar “iki devletli” çözümün gündeme gelmemesi için her türlü kirli oyuna başvurdu.

Nitekim, Hamas’ın 7 ekim saldırısının hemen ertesi günü, The Times of Israel gazetesi köşe yazarlarından Tal Schineder, “Netanyahu’nun yıllarca destek verdiği Hamas’ın ağır tokatı yüzümüzde patladı” başlıklı yazısında, saldırıda 1200 dolayındaki insanın öldürülmesi ve  250 kişinin de kaçırılmasının baş sorumlusunun Netanyahu olduğunu açıkça ortaya koydu.
Benzer görüşü, AB dış politika komiseri Josep Borell de, geçen ocak ayında yaptığı bir konuşmasında dile getirerek; Netanyahu’nun Batı Şeria’daki Filistin Yönetimini zayıflatmak için, Katar’ın finansmanı ile Hamas’ın güçlendirilmesi sürecini yıllarca desteklediğini açıklayarak, Netanyahu’nun başbakanlıkları boyunca en kirli ve karanlık işini açıklamış oldu.

Sonuç

Ülkesinin başbakanlığını altı kez eline geçirdiği için, kendisine “siyaset sihirbazı” denilen Netanyahu, Lord Acton adlı 19.yüzyıl düşünürünün “mutlak güç mutlaka yozlaştırır” kuralını doğrulayan siyasi figürlerden biri oldu.

Mevki, makam ve maddi açıdan kişisel hırslarını yenemeyen bu kirli ve katanlık siyasetçi, sonunda tarihin en büyük katliamlarından birine imza atmakla kalmadı, mensubu olduğu yahudi milletinin, Hitler katliamları ardından küresel sempati kazanan imajını da yerle bir etti.

Bir diğer sözle, “anti-semitizm” sözcükleriyle zaten yanlış kullanılmakta olan kavramın, aslında,  “anti-jew”, yani “yahudi (düşmanlığı değil) karşıtlığı” olduğunun farkına varılmasını da sağlamış oldu.

Bakalım, başta İsrail’dekiler olmak üzere bütün dünyadaki Yahudiler, dedelerini katleden Hitler’den yaklaşık seksen yıl sonra, başta Netanyahu olmak üzere! fundamentalist (köktendinci) yahudilerin, başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere onbinlerce Filistinli’yi katletmesinin pekiştirdiği, “Anti-Jew”, yani Yahudi Karşıtlığı’nın yaygınlaşmasının önüne bundan böyle geçebilecekler mi?

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları