19 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- KAPİTALİZM: MAKSİMUM ÜRETİM VE SINIRSIZ KÂR HIRSIYLA ”ZAMAN”IMIZI TÜKETEN DÜŞMAN

Ana Sayfa » GÜNCEL » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- KAPİTALİZM: MAKSİMUM ÜRETİM VE SINIRSIZ KÂR HIRSIYLA ”ZAMAN”IMIZI TÜKETEN DÜŞMAN

Eklenme : 01.01.2020 - 11:33

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- KAPİTALİZM: MAKSİMUM ÜRETİM VE SINIRSIZ KÂR HIRSIYLA ”ZAMAN”IMIZI TÜKETEN DÜŞMAN

 

2020’YE GİRERKEN

Bir düşünce nesnesi olarak ‘ zaman ‘ kavramının, en azından yazılı tarih boyunca, başta filozoflar olmak üzere düşünürler ve bilimcileri bir hayli uğraştırdığını okuyor, öğreniyoruz.

Her biri tarihte derin izler bırakmış, Eski Mısır, Babil, İbrani, Grek, İslam Dünyası, Hindistan, Çin, Avrupa ve Amerika kıtasında yaşayan birbirinden uzak kadim topluluklar ‘ zaman ‘ kavramını farklı boyutlarda algılamış.

Yılın son yazısında niyetim, çoğumuz için zaten bir hayli sıkıntılı geçmiş 2019’u terkederken, okuyucuyu söz ettiğim derinliklerde daha da bunaltmak değil elbette. Ancak gençlikte pek akla bile gelmeyen, orta yaşların hır gürü içinde çok da aldırılmayan ama bendeniz gibi 70’li yaşları yaşayanlar için, biraz hoş anekdotlar eşliğinde düşünmek veya düşündürtmek.

O zaman, İngiltere’de zaman/ süre kavramlarının algılanması konusunda çok da eski olmayan bir tarihte yaşanmış iki hoş öyküyü aktararak başlayayım.

18.yy’ın ortalarında, 1752’de Britanya hükümeti, Batı Avrupa ülkeleriyle aynı takvimi uygulamak üzere kendi takvimini değiştirmeye karar vermiş. ‘ 2 Eylül ‘ tarihini, ‘ 14 Eylül ‘ olarak ilan etmiş. Bu değişiklik üzerine birçok insan yaşamlarının hükümet tarafından kısaltıldığını düşünmüşler. Hatta bazı işçiler 11 günlük yevmiye kaybına uğrayacaklarına inanıp, ayaklanmışlar. Bristol şehrinde “bize 11 günümüzü geri verin” sloganları ile yeri göğü inletmişler. Bu arada ayaklanma sırasında onlarca kişi de ölmüş.

Yine İngiltere’de, 20.yy’ın başlarında, 1916’da saatler bir saat ileri alınarak yaz saati uygulamasına geçilmiş. Birçok insan itiraz edip ayaklanmış. Çünkü bu değişiklik; “zamanın sahibi Tanrı’dır” inanışına aykırı görüldüğü için ” Tanrı’nın kendi zamanına hükümetin müdahalesi ” olarak algılanmış.

Bu iki hoş öyküden sonra gelin şimdi felsefi açıdan düşündürücü bazı gerçekliklere değinelim.

Kimilerine göre sonsuz, kimilerine göre önlü, sonlu; kimilerine göre somut, kimilerine göre ise Tanrı kavramı kadar soyut bir boyut olduğu düşünülen ‘ zaman ‘ kavramı konusunda önce bilimcilere kulak verelim.

Bilimcilerin yanlışlanmaya açık şimdiki tahminlerine göre  evrenimizin yaşı yaklaşık 20 milyar yıl. Bu devasa evrenin içinde bir toplu iğne ucu gibi büyüklük olarak hayal edilebilecek dünyamızın ise 4.5 milyar yıl önce oluştuğu tahmin ediliyor.

İnsan neslinin bağlı olduğu biyolojik sınıflandırmalarda, insanı da kapsayan primatların 60 milyon yıl, nihai insan  türüne evrilen homo’ların 3 milyon yıl, alt-türümüz homo sapiens’lerin de 400 bin yıl önce ortaya çıktıklarının bilimsel olarak belirlendiği çağdayız.

Diğer yandan yukarıda değindiğim gibi evrende toplu iğne başı büyüklüğünde olduğu söylenen yerkürede, 2019 yılı toplam nüfusunun 7.7 milyar olduğu biliniyor. Son yılların nüfus artış trendine göre, sadece 30 yıl sonra, 2050’de ise 10 milyar dolayına yükseleceği hesaplanıyor.

İnsanların yeryüzünde geçirdikleri ortalama yaşam süresini, genetik nedenler yanında, yaşadıkları bölge ve ülkenin başta sosyo-ekonomik koşullarının sonucu olarak açlık ve hastalıklar belirliyor. Afrika’nın birçok fakir ülkesinde hala 35/45 yıl arasında seyreden ortalama yaşam süresi, günümüz gelişmiş batı ve doğu toplumlarında 75/85 yıl arasında.

İnsanlığın, tarihin derinliklerinde kaldığı düşünülen ‘ köleci ‘ toplum anlayışını izleyen yüzyıllar sonra eriştiği 21.yy’ın ilk çeyreğinde anlaşılması da, anlatılması da çok zor bir ‘ varoluş ‘ sorunu ile karşı karşıya değil miyiz?

M.Ö. 6.yy’da Anadolu’da yaşamış felsefe ve bilimin öncüsü Miletli Thales’den bu yana geçen yaklaşık 2600 yılda çok sayıda düşünürü meşgul eden en önemli sorulardan biri olmuş bu soru üzerinde düşünmeye değmez mi?

İnsanın ‘ varoluş ‘unu çağlar boyunca sorgulayan bu büyük düşünürler, ‘ insan’ın gerçekliğine, yalnızlığına, saldırganlığına, bilgeliğine, azizliğine ve günahkarlığına farklı pencerelerden bakarak, elbette ortak bir yanıta ulaşmak için değil ama en azından kendi varoluş biçimimiz ve insani doğamız üzerinde arada bir de olsa düşünmemizi salık vermişler.

Gelin yazıyı bu düşünürlerin sonuncularından, geçtiğimiz yüzyılda yaşamış, ‘ Bir Sevgi İnsanı ‘ olarak bilinen Erich Fromm’un, bütün insanlığa bıraktığı şu sözlerle bitirelim.

20.yy insanı çağa egemen olan ‘ teknoloji dini ‘nin tutsağıdır. Bu din maksimum üretim, sınırsız kar ve bencillik üzerine kurulan kapitalist kültürün gerçek adıdır. Bu din ruhsuz ve sevgisizdir. Öyle ki; insanlara ‘ ne kadar tüketirsen o kadar insansın ‘ anlayışını dayatmıştır. O yüzden çağın insanları, daha çok mal mülk peşinde koşmakta ve ‘ insan oluşunun ‘ farkındalığından gittikçe uzaklaşmaktadır.

Tüketim ideolojisiyle kamçılandıkları için adeta, bir sıçan “rat race ” yarışında öne geçmek için çırpınmakta, ama öne geçse de sadece bir ” rat ” sıçan olarak kalacağını görememektedir.

Yaşamın amacını başkalarından üstün olmak, üstün olmayı da daha çok paraya ve mülke sahip olmak şeklinde algılayan bu insan aslında ‘ yalnız ve güçsüzdür ‘.

Bu tür insanlar derin bir varoluşsal boşlukta yaşarlar. Aslında mutsuzdurlar. Mutsuzluk, insanın kendi doğasına ve yaşamına yabancılaşması demektir.

İnsanlar sevgi ve güven duygularını yitirince, mutlu yaşama erdemini de yitirirler. İşte günümüz insanı belki farkında değildir ama aslında mutluluğu ve sevgiyi aramaktadır. Bir başka deyişle ‘ insan ‘ kendini aramaktadır. *

Sevgi ve Barış dolu yeni bir yıl dilerim.

*Aydın,A., Düşünce Tarihi ve İnsan Doğası, Alfa Yayınları, Mayıs,2000.

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları