29 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- NA TO KEFALİ, NA TO MERMARİ: AVRUPA’NIN MERMER KAFALILARI, TRAMP KORKUSU VE STALİNGRAD ETKİSİ

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- NA TO KEFALİ, NA TO MERMARİ: AVRUPA’NIN MERMER KAFALILARI, TRAMP KORKUSU VE STALİNGRAD ETKİSİ

Eklenme : 08.02.2024 - 15:15

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- NA TO KEFALİ, NA TO MERMARİ: AVRUPA’NIN MERMER KAFALILARI, TRAMP KORKUSU VE STALİNGRAD ETKİSİ

 

 

Türkçesi “işte kafa; işte mermer” olan Yunanca bu sözler bizde yeri geldiğinde “Nato Kafa; Nato Mermer” şeklinde söylenir.

Nerden mi aklıma geldi?

Sözcü gazetesinin geçen pazartesi günü internet sitesinde yer alan ;  “NATO: İşte Putin’in Vuracağı Hedefler” üst başlığının altında yer alan “korgenerallerden arka arkaya endişe yaratan açıklamalar” şeklinde yazılanlar bana bu sözleri anımsattı.

Çünkü, yaklaşık dört yüz yıl önce Aydınlanma Felsefe ve pratiğinin yeşermesiyle, çağdaş uygarlığın yolunun açıldığı; üstelik bu sürecin ardından ortaya çıkan sayısız savaşlarda büyük bedeller ödeyip, ağır acılar çekmiş insanların soyundan gelenlerin yaşadığı topraklardan fışkıran, tam bir savaş çığırtkanlığı haberiydi söz konusu olan.

Hem de, İkinci Dünya Savaşı’nda ödenen ağır bedellerin yeniden yaşanmaması adına, barış için uluslararası ilişkilerin (diplomasinin) ciddi bir akademik disiplin haline geldiği 21.yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna doğru!

Gerçekten inanamadım ve haberin kaynağını aramaya koyuldum.

Kaynak, Kraliyet Birleşik Servisler Enstitüsü (RUSI) adlı, savunma ve güvenlik konularında daha güvenli ve dengeli dünya anlayışına “bağımsız” bir tarzda hizmet etmek için 190 yıl önce kurulmuş  düşünce kuruluşuydu.

Haberde, Birleşik Krallık Genel Kurmay Başkanı General Sir Patrick Sanders’in yaptığı konuşmasında; 2025’e kadar Kraliyet ordusundaki asker sayısının 72500’e indirilmesi planına şiddetle karşı durduğu ve Rusya ile çıkması muhtemel savaşa karşı halkın bilinçlendirilmesi konusunda hükümete yönelttiği uyarıya yer veriliyordu.

Benzer şekilde, İsveç Genel Kurmay Başkanı General Micael Byden’ın da, kısa bir süre önce yaptığı konuşmada, İsveç halkının bir savaşa hazır hale getirilmesi zorunluluğunu dile getirdiğinden söz ediliyordu.

Yine çok kısa bir süre önce, Nato Askeri Komitesi başkanı Amiral Rob Bauer’in, gelecek yirmi yıl içinde Nato’nun Rusya ile savaşması ihtimali nedeniyle, Nato ülkelerindeki sivillerin de savaş için şimdiden hazırlanmasını önerdiği bilgisine yer veriliyordu.

Bunlara ek olarak, Nato’nun diğer bazı üye ülkelerinin askeri kuruluşlarının başındakilerin de, benzer uyarıları dile getirdikleri de açık bir dille ortaya konuyordu. Nitekim, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un, Rusya ile savaşın 2025’de başlayabileceği senaryosu üzerinden hareketle, ülkesinin böyle bir savaşa hazırlık için beş ile sekiz yıl arasında süreye ihtiyacı olduğunu söylediği görülüyor.

Hatta bazı Alman politikacılarının, 1956-2011 arasında zorunlu olan askerlik hizmetinin ya geri getirilmesi, ya da sivil savunma hizmetlerine ağırlık verilmesi konusunda yaptıkları çalışmalardan söz ediliyor.

Diğer yandan, Estonya Başbakanı Kaja Kallas, Rusya ile savaş olasılığı için üç ile beş yıllık zaman verirken, Norveç savunma bakanı ve Polonya istihbaratının da üç yıllık süre öngördükleri anlaşılıyor.

Rusi’nin Avrupa Güvenliği araştırmacısı Ed Arnold’a göre, Nato’cu generaller ve siyasetçilerin bu yaklaşımlarını gereksiz ve aşırı tepki olarak değerlendirmek yerine, kısa bir süre önce Birleşik Krallık Savunma Bakanı’nın “dünyanın giderek daha tehlikeli” olduğuna dair görüşleri doğrultusunda algılayıp, Nato ülkelerinin daha güvenli hale getirilmesi gerekiyor.

 

İyi de, nedir bu dehşet verici korku?

Soruyu açalım!

Nato generalleri ve Nato üyesi ülkelerde iktidarı ellerine geçirenlerin bugünlerde seslendikleri bu yaklaşımın arkasındaki korku ve kaygının nedeni nedir?

Deneyimli İngiliz gazeteci ve yazar Paul Mason geçen pazartesi günü Social Europe internet sitesinde yer alan “Avrupa’nın Kabusu: Amerika” yazısında bu korku ve kaygının nedenini ortaya koydu.

Mason’a göre, ABD’de Trump’ın yeniden başkanlığı ele geçirme olasılığının yükselmesi Avrupalı liderlerini dehşete sürüklemiş görünüyor. Nitekim ABD seçmenleri arasında yapılan son kamuoyu yoklamalarına göre, bir süredir hakkında açılan davalarla boğuşan Trump’ın, mahkemelerden aleyhine karar çıkmaması halinde kasım ayı başında yapılacak seçimlerde ikinci kez başkanlığı eline geçirme olasılığının giderek arttığı anlaşılıyor.

ABD’de Trump’ın seçilme olasılığından söz etmese de, Fransa cumhurbaşkanı Macron’un, geçen hafta İsveç Savunma Akademisi’nde yaptığı konuşmasında, “her ne olursa olsun Ukrayna’yı savunmamız gerekir” sözlerinin arka planını “ABD olmasa da..” diye okumak mümkün olsa gerek.

Diğer yandan, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Estonya, Danimarka, Hollanda ve Çek Cumhuriyeti başbakanlarıyla birlikte imzaladıkları bir ortak mektupta, Ukrayna’ya verilen askeri yardımı en üst düzeye çıkarma çağrısında bulundular. Aynı mektupta, “Ukrayna’nın kaybının oluşturacağı uzun vadeli sonuçların maliyetinin herkes için çok daha yüksek olacağı” tehdidine yer vermeyi de ihmal etmediler.

Bu çağrılar ardından, bu ayın başında Avrupa Konseyi başkanı Charles Michel, sürece uzun süredir karşı çıkan Macaristan Başbakanı Viktor Urban’ın da ikna edilmesiyle, AB üyesi 27 ülkenin oybirliğiyle, 2027 yılına kadar Ukrayna’ya 50 milyar € tutarında yardım yapılmasına dair kararın alındığını duyurdu.

 

Peki ya Trump ikinci kez başkan olursa?

Trump’a gelince; hatırlanacağı gibi, 2018 Brüksel toplantısında ABD’yi Nato’dan tamamen çıkarma tehdidi savurmuştu. Ancak, 1949 tarihli Nato anlaşmasına göre böyle bir kararın Kongre onayına bağlı olması nedeniyle, Trump’ın yeniden başkan seçilmesi halinde bu tavrını sürdürmesi beklenmiyor.

Mason, Trump’ın Nato’ya karşı bu denli radikal bir tavır alamasa da, Fransa’nın 1966-2009 arasında izlediği model benzeri, bir başkanlık kararnamesiyle ABD’yi Nato’nun askeri kanadından çekmesinin ihtimal dışı olmadığına işaret ediyor.

Mason’a göre Trump, eğer bu kadarını yapamazsa, kendi partisi Cumhuriyetçilerin savaş karşıtı çoğunluğunun taleplerini karşılama bahanesiyle, Ukrayna’ya silah sevki, istihbarat yardımı vb destekleri durdurmanın ötesinde, Putin ile ani bir barış anlaşması yaparak Avrupa’nın Nato kafalılarını büyük bir hayal kırıklığına uğratabilir.

Her iki durumda da savaş yanlısı Avrupalı liderlerin baş etmekte çok zorlanacağı iki büyük sorunun gündeme geleceğine işaret ediliyor. İlki, ABD’nin çekilmesinin oluşturacağı on milyarlarca €’luk açığı nasıl karşılayacakları!  İkincisi, birbirleriyle rekabet eden silah üretim ve istihbarat kuruluşlarını kısa sürede yeterli düzeye yükseltip, yükseltemeyecekleri!

Mason’a göre bu iki engeli, İngiltere’nin de desteğiyle bir şekilde aşacakları düşünülse bile, özellikle istihbarat, gözetleme, hedef belirleme araç, gereçleri vb hassas konularda ABD’nin bırakacağı boşluğu doldurmak, Avrupalıların mevcut kapasite ve olanaklarını hayli aşan büyük sorun bir  olacak.

Bu gerçekliklere karşın Nato Kafalılar, Ukrayna’nın “adil olmayan” bir barışa sürüklenmesi halinde, Rusya’nın Çin’in desteğiyle de yenileyeceği silahlar sayesinde, Avrupa ülkeleri mevcut  Z-Kuşağı dahil, gelecek nesillerin, yaşamları boyunca savaşla yüz yüze olacaklarını söylemekten çekinmiyorlar.

 

Avrupa’daki fakirlik sorunu…

Diğer yandan, geçen salı günü (6 şubat) Social Europe’un, L. De Bonfils, M.Nyman, K.Rabahi ve H.Roy adlı dört araştırmacısının “Fakirlikle Mücadele: Asgari Ücret Direktifi” adlı çalışması yayımlandı. Bu araştırmada, son beş yıl içinde, önce pandemi, ardından Ukrayna savaşı ve yükselen yaşam giderleri yüzünden AB’de, dörtte birini çocukların oluşturduğu 95.3 milyon insanın, fakirlik ve altı koşullarda yaşadıkları ortaya kondu.

Bu araştırmacılara göre AB’de, fakirlik koşullarının üstünde asgari ücret belirlemiş olan ülke yok. Ayrıca, fakirlerle çalışan STK’lar, başta karmaşık bürokrasi olmak üzere çok sayıda engel yüzünden, ihtiyaç sahiplerinin ilgili kuruluşlara erişemediklerini bildiriyorlar.

Mason ayrıca,  “neden savaşalım?” şeklindeki gerçekten “varoluş” sorusuna, (örneğin, Helsinki ve Talinn’deki kafelerde)  Z-Kuşağı gençlerinin, yazının başlığındaki sözlerin açık versiyonu, “beyinsizlik” yanıtını verdiğini hatırlatıyor.

 

Rusya’da durum ne…

Bu konuda, SSCB’nin Lenin ve Stalin’den sonraki üçüncü başkanı Kruşçev’in torunu, halen New York-New School’da öğretim üyeliği yapan  Nina L. Krushcheva’nın, özellikle Rusya hakkındaki değerlendirmelerinin yayımlandığı Social Europe sitesinden yararlanarak, hem ABD’de, hem de Rusya’da olan biteni anlamaya çalışmak isabetli olabilir.

Krushcheva’ya göre, Rusya’da savaşın başladığı günlerdeki şaşkınlık aşıldı. Silah üretimi ve askere alınan insan sayısı arttırıldı. Ambargolara uyum büyük ölçüde sağlandı.

Günlük yaşam açısından bakıldığında, sokaktaki adam için pek bir sorun yok. Enflasyon düzeyinde olmasa da, çalışanlar ve emeklilerin ücretleri arttırıldı. Market rafları boş değil. Restoranlar makul düzeyde dolu. Rusya’dan çekilen yabancı firmaların mağazaları çok ucuz fiyatlara Rus işadamlarına geçmiş durumda.

Diğer yandan Rusya’da, hükümetten bağımsız sosyoloji araştırmaları kuruluşu ANO Levada Merkezi’nin geçen ekim ayında yaptığı kamuoyu araştırmasına göre, katılımcıların %56’sı barış görüşmelerinin başlamasını; %34’ü Rusya güçlerinin Ukrayna içlerinden çekilip, sürecin başlarında olduğu gibi Rus kontrolundaki Ukrayna topraklarına dönmesini istiyor. Ancak Putin’e destek %80 dolayındaki durumunu koruyor. Rusya dışından bakanlar için anlaşılması güç bu desteği Krushcheva, 2.Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yaşanan Stalingrad Etkisi’nin, birkaç nesil sonra bile Rusların büyük bölümünün zihinlerindeki yerini hala koruyor olması ile ilişkilendiriyor.

Ayrıca, Krushcheva’nın, 26 ocak günü yazdığı bir diğer yazısında, başkentteki Rusya Fuar Merkezi’nde Savunma Bakanlığının açtığı  pavyonda, “Ülkenin Geleceği; Mesleklerin Merkezi; Çocuklar İçin Ordu” sloganı ile gençlerin ilgisinin militerleşmeye çekildiğine vurgu yaptığını not edelim.

 

 

Yakın gelecek için senaryolar..

 Khrushcheva üç senaryodan söz ediyor.

İlki, batının Ukrayna’ya yoğun desteğinin devam ederek sürmesi. Bu senaryonun önünde düne kadar iki engel bulunuyordu. Bunlardan, Macaristan Başbakanı Orban’ın itirazı, güçlükle de olsa şimdilik ikna edilmiş görünüyor. Ancak, son zamanlarda ABD Cumhuriyetçilerinin Ukrayna’ya verilen desteğe karşı çıkışının yükselmesi Trump’ı, yukarıda söz edilen seçeneklere yönlendirebilir. Trump’ın da ikna edilmesi söz konusu olsa bile, savaşa devam için Ukrayna yeni savaşçı asker bulmakta zorlanabilir.

İkincisi, Nato üyesi ülke askerlerinin Ukrayna topraklarına girmesidir ki, şimdiye değin herhangi bir Nato ülkesinin işgal niyeti olmadığını defalarca ifade eden Putin, Ukrayna’yı tam saha işgale yönelmekle kalmayıp, diğer Nato ülkelerini de tehdit etmeye başlayabilir. Yani, yukarıda sözü geçen Stalingrad etkisi, Rusların Anavatanlarını savunma güdüsü ile savaşı Avrupa’ya yaymalarına neden olabilir.

Üçüncü senaryo, batılıların Kremlin ile iletişim kurmasını sağlayacak yol ve yöntemlerin bulunmasıdır. Savaşın ikinci yılının dolmasına günler kala, Rusya bir hayli yıpranmış olmasına karşın batının beklediği çöküş aşamasında değildir. Putin’in başkanlık süresinin dolması çok uzakta olmasına karşın, bir şekilde görevden uzaklaştırılsa bile Rusların batıya olan derin güvensizlikleri bitmeyecektir.

Bu çerçevede Krushcheva, Ukrayna’nın doğu ve güneydoğusundaki toprakları geri kazanabilmesinin imkansız değilse bile çok zor olacağı gerçeği karşısında, batının Ukrayna’ya desteği sürerken, her aşamada Kremlin ile temas fırsatı yaratarak gerçekçi barış görüşmelerini başlatmasının akılcı olacağını vurguluyor.

 

Sonuç…

 Yazının sonuna doğru gelirken, Bertrand Russel’ın 1961 yılında “Has Man A Future/İnsanın Geleceği Var Mı” adıyla yazdığı, dilimize “İnsanlığın Yarını” adıyla çevrildiği kitabı hatırladım.

Kitabın “Dirlikli Bir Dünya” başlıklı son bölümünde Russel şöyle diyor; “şimdi dünyanın önündeki en önemli soru şudur; varılmak istenen bir şey savaş yoluyla elde edilebilir mi?”

Bu soruya şu yanıtı veriyor: “Gurur, dikkafalılık, gözden düşme korkusu, körü körüne ülkücülük bazı siyasi liderlerin yargı gücünü karartır; körlükleri,  güçlü baskı kümelerinin körlüğü;  kendi propagandalarının, gerekse çevrelerindekilerin propagandaları ile oluşturulan kamu çılgınlıkları ile desteklenir.”

Ardından, “bu koşullar altında, güçlü adamların ipe sapa gelmez çılgınlıklarına karşı koymak için ne yapılabilir” şeklinde  eklediği bir diğer sorusuna Russel, “insanda zorbalık, acı çekme yetilerinden başka, daha özgür, daha mutlu bir dünyada nasıl bir yaşamın sağlanabileceğini gösteren yücelik ve parlaklık yetileri de vardır” yanıtını veriyor.

Son iki yıldır Ukrayna’da onbinlerce insanın yaşamına mal olan, başta çocuklar olmak üzere milyonlarca insanı göçe zorlayan, kentleri harabelere çeviren savaş yanında, dört ay önce Gazze’de patlak veren ve yine çoğu çocuk onbinlerce insanın ölümüne neden olan, yüzbinlercesini de açlığa, ilaçsızlığa sürükleyen vahşi sahnelerin sorumluları mermer kafalılar için yüzyılın en büyük düşünürlerinden Russel’ın bu sözlerinin bir anlamı var mıdır acaba!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları