27 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ORTEGA Y GASSET’İN GÜNÜMÜZÜ İŞARET EDEN ÖNGÖRÜLERİ VE ”KİTLELERİN AYAKLANMASI”

Ana Sayfa » GÜNCEL » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ORTEGA Y GASSET’İN GÜNÜMÜZÜ İŞARET EDEN ÖNGÖRÜLERİ VE ”KİTLELERİN AYAKLANMASI”

Eklenme : 19.01.2023 - 9:12

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- ORTEGA Y GASSET’İN GÜNÜMÜZÜ İŞARET EDEN ÖNGÖRÜLERİ VE ”KİTLELERİN AYAKLANMASI”

GEÇEN YÜZYILIN İLK ÇEYREĞİNDEN BUGÜNE İBRETLİK DERSLER İÇEREN BİR KİTAP

 

Bu yazımda, bir düşünür ve bir kitabından söz edeceğim.

Ortega y Gasset (ö:1955) adlı  İspanyol düşünürün, “La Rebelion de las Masas” adıyla 1930’da yayınlanan  kitabının, İspanyolca orijinalinden, Gül Neyire Işık tarafından yapılan Türkçe çevirisinin ilk baskısı, seksen yıl sonra 2010’da İş Bankası Kültür Yayınları tarafından “Kitlelerin Ayaklanması” adıyla yayımlandı.(*)

Gasset bu kitabında, 1920’lerde yaklaşık on yıllık süreyi kapsayan  dönemin, İspanya’sı yanında, Avrupa’da da,  hızla büyüyen nüfus üzerinden  toplumsal- siyasal davranışları irdelemiştir.

1.Dünya Savaşı ardından Avrupa’da sarsıntılı bir dönem yaşanmaktadır. Hatırlanacağı gibi, Rusya’da, Bolşevik Devrimi lideri Lenin’in ölümünün ardından Stalin başa geçmiştir. İtalya’da Mussolini, faşist kıtalarıyla Roma’ya yürüyüp iktidarı  eline geçirmiş ve yirmi yıl sürecek dikta rejimini kurmuştur. Almanya’da uç vermeye başlayan Nazi hareketi de, kısa bir süre sonra Hitler diktasına dönüşecektir.

Not etmek gerekir ki, Gasset, ‘kitlelerin ayaklanması’ sözleriyle güncel siyasal kutuplaşmanın ötesinde, sürecin kökenlerine inerek, tarihsel, antropolojik ve psikolojik düzlemlerde bir sorgulama yapmaktadır.

Gasset, ülkesinde, General Primo de Rivera liderliğinde 1920’de başlayıp, 1929’da sonra eren ilk otoriter rejim döneminin ardından, 1931’de ilan edilen Cumhuriyet Dönemi’nde seçildiği Kurucu Meclis üyeliği döneminde büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Nitekim, izleyen yıllarda İspanyol toplumu tümüyle kutuplaşıp, şiddet eylemleri sokakları kana bulamaya başladığında, Gasset, ‘bu değil, böyle olmaz’ diye feryat ederek, kısa bir süre sonra Meclis’ten istifa etmişti.

Ardından, üniversite hocalığından ayrılarak, onu yıllarca gurbette yaşatacak dönemi takiben ülkesine döndüğünde ise, konuşma ve öğretme özgürlüğünden mahrum bırakılacağı amansız diktayla sonuçlanacak İç Savaş’ın tohumları atılacaktır.

Gasset’e göre, bu sonuç, etik sorumluluk taşımayan, eylemden başka bir şey düşünmek istemeyen, daha doğrusu düşünmeyi bilmeyen yeni insan türünün, yani kitle insanının ürünlerinden biridir. Düşünüre göre, siyasetteki dehşet verici sonuç bu ürünlerin sadece bir yanıdır.

Gasset, etik, eğitim, din vb, kültürün diğer  boyutlarındaki etkiler dikkate alındığında, kitle insanının, ruhsal sığlık, zihinsel durgunluk gibi yetersizlikleri yüzünden, kendini aşma yetisinden yoksunluk ve derin bilgiyi küçümseme gibi davranışlar sergilediğine işaret eder. Dolayısıyla bu insan, kendisine dayatılan kabataslak kavramların ötesine geçemez, dahası, geçmek istemediği için, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına ilgi göstermeyen “tek boyutlu adamdır” o! Başkalarına hak vermeyi aklından bile geçirmez, düpedüz kendi görüşlerini dayatmaktan vazgeçmez.

Gasset, tam da bu noktada, eski Yunan ve Roma temelinden gelen iki bin beş yüz yıllık Avrupa kültürünün ürettiği uygarlık tarihinin sahnesine kulislerden süzülerek çıkma fırsatı bulmuş kitle insanını, ağır bir dille ilkel adam olarak nitelendirmekten çekinmez ve şöyle devam eder: “şimdilerde ortalığa hakim olan vasat insanın uygarlaşma sürecini kendi başına taşıyabileceğini düşünmek hayaldir. Bu vasat insan, son derece karmaşık bir iş ve çok incelik gerektiren bugünkü uygarlaşmanın sunduğu birçok aygıtı kullanmayı öğrenmesine karşın, ilkelerinden kökten habersiz olduğu uygarlığı koruyamaz”.

1.Dünya Savaşı ertesinde ortaya çıkan bu kategorideki insanların, hiçbir devirde olmadığı denli güçlü olduğundan söz eden Gasset, kendi çevresine sıkışıp kalmış, hiçbir şey veya kimseye hayrı dokunacak durumda olmayan bu insanların, toplumların yönetimini ele geçirmiş olmasından duyduğu büyük kaygı ve öfkeyi açık bir şekilde şöyle ortaya koymaktadır: “Kendini devlet sanan bu insanların, kendi rahatını kaçıracak her türlü yaratıcı azınlığı ezmek üzere devleti kullanmaya eğilimleri, gittikçe artmaktadır”.

Bu durumun yakın gelecekte çok kötü sonuçları olacağına dair kaygısını dile getirip,  “bunlara karşı toplumun bazı kesimlerince yükseltilecek  doğaçlama tepkilerin, devlete el koyan insanlarca defalarca bastırılacağına” işaret etmektedir. Gasset’e göre karşıdaki dehşet verici durum, “toplumun devlet için, insanın ise hükümetin idamesi için yaşamak zorunda kalacağı” anlamına gelmektedir.

Gasset’in düşüncelerinin arka planında, 1906/7 yıllarında okumak için gittiği Marburg Üniversitesi’nde, Yeni Kantçı düşünce ile beslenen Alman İdealizmi’nin laik etik inancını benimsemiş olması yatmaktadır. Aynı düşüncelerle yoğrulmuş olarak döndüğü ülkesinde, laik bir etiği eleştirel ve yaratıcı bir sorumlulukla üstlenmiş bireyler yetiştirmek istemektedir. Yani kamusal alanın siyasetle sınırlı olmadığı, aynı oranda, hatta daha öncelikli olarak zihinsel, ahlaksal, ekonomik, dinsel vb, toplulukların tüm davranışlarını ve pratiklerini içerdiğini düşünmektedir. Gasset’in amacı, tarih felsefesi ve etik felsefe temelinde bir kültürle donatılmış, sorumluluk alacak seçkin ve seçkinleşmiş insan yetiştirmektir. Bir diğer deyişle, kültür ve felsefe temelli, laik etiğe dayalı bir Avrupa kamusal alanı düşlemektedir.

Oysa çok geçmeden, ne tür olumsuz tarih ve toplum koşulları içinde bulunduğunu fark edecek;  hoşgörü, mantık aracılığıyla oluşturulacak etik felsefeye ve bilinçli bireylerin ruhsal ve zihinsel özgürlüğüne dayalı liberal demokrasinin hayal olduğunu fark edecektir.

Bu noktada, Gasset’in “kitle insanı” derken, işçi sınıfını veya herhangi bir toplumsal sınıfı kastetmediğini, tersine bütün sınıflarda var olduğu için, o dönemde baskın ve egemen olan insan biçimini kastettiğini belirtmek yerinde olur.

Avrupa, diktatörlerin sokağa döktüğü kitleleriyle, 2.Dünya Savaşı’na doğru adım adım ilerleyen bir kıta haline gelmiştir” öngörüsünde bulunan Gasset, bu durumun nedeninin, “yığınlarca insan öylesine hızlı bir tempoyla savrularak tarihin üzerine kümelenmiştir ki, onları doyurup, yatıştıracak ölçüde geleneksel kültür sağlamanın olanaksız” olduğuna işaret ederek şu tespitte bulunmuştur: “Ortalama Avrupa insanı, geçen yüzyıla (19.yy)  göre daha sağlıklı ve kuvvetli bir ruha sahip, ancak çok basit bir ruh bu! Geçen yüzyılı o denli gururlandıran okullarda kitlelere modern yaşam tekniklerinin ötesinde hiçbir şey öğretilmedi; kitlelerin eğitimi başarılamadı. Onlara hayatı yoğunlukla yaşamalarına yarayan araçlar sağlandı ama yüce değerlerin gerektirdiği duyarlılık verilemedi”.

Bu sözlerinden hareketle, Gasset’in, kitle insanı tanımıyla, uygulamayı hedefleyen hızlı okullaşma ile bir miktar teknik bilgilerle donatılmış olsa da, sonuçta, derinliğine eğitilmemiş, eğitilememiş insan yığınlarından söz ettiği ve muhtemelen 20.yüzyılın bu eksikliğin sonuçlarına katlanacağını kastettiğini söylemek mümkündür. Gasset aslında insanlık için yepyeni, eşsiz bir örgütlenmeye geçit olabilme ihtimalinden söz ederken, aynı zamanda insanın yazgısında o güne değin görülmemiş bir felakete yol açma tehlikesine de vurgu yapmaktadır.

Nitekim, düşünürün, “tarihsel görevinin” gerektirdiği düzeye ulaşamamış olarak nitelendirdiği o insan tipinin, Avrupa’nın efendisi olup, kararları veren konumları ele geçirmesi halinde, kıtanın barbarlığa geri dönmesi için otuz yıl yeterli olacaktır şeklindeki öngörüsü doğrultusunda, çok geçmeden 2. Dünya Savaşı patlamıştır.

Öyle ki, tam da Gasset’in işaret ettiği doğrultuda;  üniversite rektörleri, daha sonra dünyanın sayılı hukukçuları arasına girecek Carl Schmitt yanında, Martin Heidegger gibi ünlü felsefeciler dahil, toplumun her kesiminden yığınların peşine takıldığı Hitler ve şürekası,  ülkelerinin mahvolması pahasına bütün dünyayı 2.Dünya Savaşı’na sürükleyebilmiştir.

Gasset’in, derin öngörülerinin gerçekliğe dönüşmesinin nedenleri hakkında, 1930’larda Madrid Üniversitesi’nde öğrencisi olan akademisyen Julian Marias (ö:2005) şöyle demektedir : “Gasset’in tarihe derin bir imanı vardı; onu insanlık durumunun anahtarı, kısıtlanmadan kaçıp, sahici özgürlüğe ulaşmanın tek yolu olarak görürdü. Batı dünyasında tarih, öğretim bağlamında olsun, bilinç düzeyinde olsun, ürkütücü boyutlarda geriledi. Ya felsefe! Temel sorunların irdelenmesi için son derece önemli olan sahici felsefe, Avrupa kültür dünyasının her yanında geride kaldı. 20.yüzyılın başlarından itibaren, hayranlık uyandıran bir yaratıcılık ile yeni gerçeklere ve yeni düşünme yöntemlerine olanak sağlayan felsefe bir yana bırakılıp, arkaik basmakalıp fikirleri, sanki güncelmişler gibi tekrarlayan bir sürece savruldu”.

 

Günümüze gelirsek…

 21.yüzyılın ilk çeyreğinin sona ermek üzere olduğu günümüzde, Avrupa’nın bir elin parmaklarını geçmeyen ülkeleri dışında kalan, demokratik, otokratik olup olmadıkları fark etmeksizin, çoğu ülkede Gasset’in yüzyıl önce tanımlayıp kaygı duyduğu kitle insanı benzerlerinin  iş başında olduklarını söylemek abartılı olmayacaktır.

Bunun en açık delili, 2.Dünya Savaşı ertesinde iki kutuba ayrılan dünyanın iki süper gücünün girdiği silahlanma yarışı ile dünyanın birçok yerinde insanlığa yaşattığı derin acılardır. Geçen yüzyılın iki süper gücünden biri, girdiği rekabete dayanamayarak tarihin sahnesinden silinmiş, diğeri ise dünyaya dayattığı kapitalizmin organik krizlerinden kurtulmak için, askeri saldırılar dahil, ülkeleri istikrarsızlık içinde kalmaya zorlayan girişimlerden geri durmamıştır.

En yakın ve dehşet verici örnek, geçen yüzyılın sonlarına doğru ABD başkanlığına getirilen Baba Bush’un Orta Doğu’yu istikrarsızlığa sürüklemesinin ardından sadece on yıl sonra Oğul Bush’un bölgeyi kana bulamasıdır.

Hele, yalan söylemekte Hitler’in propaganda aparatı Goebbels’den geri kalmayan Trump gibi kişilik bozukluğu sorunları olduğu kendi ülkesinin hekimlerince tescilli olan birinin, ABD seçmenlerinin yarısını oluşturan kitle insanının oyuyla iktidara gelip, kişisel her türlü kirli işi yanında, ülkesindeki rejimi bile tehdit etmekten geri durmadığı ablaşılınca, Gasset’e hak  vermemek mümkün mü?

Diğer tarafta ise, yarım yüzyıla yakın süre boyunca “parti diktası” tarafından yönetilip ardından çöken bir “kızıl imparatorluk”tan bir federatif devlet çıkarıp, neredeyse ömrü boyunca iktidarını korumayı garanti altına alan ve eski toprakları olduğu iddiası ile komşusu bir ülkeyi son on yıl boyunca kanlı bir şekilde işgal etmekten çekinmeyen bir otokratı destekleyen kitleleri de unutmamak gerekiyor.

Bu otokratın, 2018 yılında verdiği bir demecinde söylediği; “eğer birileri Rusya’yı yok etmeye kalkarsa, tüm dünyayı yok etmekten çekinmeyiz; çünkü Rusya’nın olmadığı dünya korumaya değer değildir” sözleri karşısında, “bir meczubun saçmalığı” denilip geçilebilir mi?(**)

Hatırlatmak gerekir ki, bu dehşet verici sözler, geçen yüzyılın ortalarında komşularına saldırmak suretiyle başlattığı 2.Dünya Savaşı’nda, tarihin tanık olduğu en kanlı savaş sahneleri ve krematoryumlarda milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine neden olan Hitler’in “Dünyayı Tanrı’ya içinde Yahudiler olmadan  teslim edeceğim” şeklindeki dehşet verici sözlerinden daha dehşet verici değil mi?

Yaklaşık yüz yıl önce Gasset’in, “uygarlık tarihinin sahnesine kulislerden süzülerek çıkmış ilkel adamlar” olarak nitelendirdiği bu yığınların, başta yukarıda saydığım örneklerde olduğu gibi günümüzde de, dünyanın dört bir yanında ülkelerinin yönetimlerini ellerine geçirmiş olmalarına karşın, “Tarihin Aklı”ndan, az da olsa ders alanlar olduğunu not etmek gerekiyor.

 

Örnek vermek gerekirse; 2.Dünya Savaşı’ndan mahvolmuş halde çıkan Batı Almanya’da, müttefiklerin gözetiminde 1949 yılında yürürlüğe giren Temel Yasa, Temel Haklar bölümü ile başlamakta ve bu bölümün, “İnsan Onuru – İnsan Hakları – Temel Hakların Yasal Bağlayıcılığı” başlıklı ilk maddesinde, bu hakların hiçbir şekilde ihlal edilemeyeceği; ikinci maddesinde “Kişisel Özgürlükler”, üçüncü maddesinde “Yasa Önünde Eşitlik”, dördüncü maddesinde “İnanç ve Vicdan Özgürlüğü”, beşinci maddesinde de “İfade Özgürlüğü, Sanat ve Bilim” konuları öncelik sırasına göre yer almıştır.

Almanya vb, dünya gelişmişlik endekslerinde tepelerde yer alan ülkelerin  Anayasa’larında insan onurunu önceleyen hükümler bulunmasına karşın, ne yazık ki, bu durumun diğer ülkelere örnek olması bir yana, dünyanın birçok ülkesinde insan haklarını dikkate almayan otokrasi heveslilerinin sayısının artma eğiliminde olmasının gerçekten çok düşündürücü olduğunu vurgulamak yerinde olur.

 

Sonuç….

Gasset adlı düşünürün yüz yıl önceki görüşlerinden hareketle yaptığımız değerlendirmenin sonunda, 18/19. yüzyıl düşünürü Hegel’in, “dünya tarihi özgürlük bilincinin gelişmesinden başka bir şey değildir” sözlerini de hatırlayınca, 21.yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna gelinen günümüzde, değerlerden kopuk kitle insanından kurtulmak bir yana, daha da yaygınlaşmasının önüne geçilememiş olması, insanlığın gideceği daha çok uzun yol olduğunu gösteriyor.

 

 

 

(*)  Gasset, y Ortega Jose, “Kitlelerin Ayaklanması”, Çev:N.G.Işık, İş

Bankası Kültür Yayınları, Hasan Ali Yücel Dizisi, III.Basım, İstanbul,

Temmuz 2013.

(**) Hüseyin Vodinalı Yazıları, “ABD Savaşa Hazırlanıyor; 2023’te 109

      Tatbikat”, hvodinali.wordpress.com

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları