23 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- PANDEMİNİN HİNDİSTAN’DA NEDEN OLDUĞU “KIYAMET” GÜNLERİ

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- PANDEMİNİN HİNDİSTAN’DA NEDEN OLDUĞU “KIYAMET” GÜNLERİ

Eklenme : 17.05.2021 - 9:26

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- PANDEMİNİN HİNDİSTAN’DA  NEDEN OLDUĞU “KIYAMET” GÜNLERİ

 

 Geçen yılın başlarında birçok ülke, dalga dalga gelen Covid-19 pandemisi ile boğuşurken, Hindistan’ın dışarıya aşı gönderdiği haberleri dünya  medyasında yer alıyordu. O günlerde bu gelişmeler doğal olarak, ülkenin başbakanı Narendra Modi’ye, pandemi ile mücadeleyi kazanmış küresel lider imajı sağladı.

Ancak aradan geçen bir yılda, bu iddialı imajı yerle bir eden pandeminin ikinci dalgasının neden olduğu kıyamet görüntüleri, bütün dünyada büyük tepki ve eleştirilerilere neden oldu.

Aslında  ciddi bir aşı üreticisi olan Hindistan’da ne oldu da, ülke salgın sürecinde son derece acıklı duruma düştü? Nedenlerin başında popülist  siyasetçi Modi ve hükümetinin sorumsuzluklarının geldiği anlaşılıyor.

 

POPÜLİST BAŞBAKAN MODİ

H

albuki pandeminin batılı ülkelere yayılmaya başladığı geçen yılın mart ayında yaptığı ateşli konuşmalarında Modi “Janata Curfew”, yani “kitlelerin kendiliklerinden birbirine empoze etmeleri” anlamında  sokağa çıkma yasağı ilan etmişti. Sonraki kapanmalar için bir test niteliğindeki bu çağrıya milyonlarca insanın uyması, o günlerde Modi’nin popülaritesine ciddi bir katkı da sağlamıştı.

Ancak 2021 yılında dört eyalet ve merkeze bağlı bir bölgede seçim yapılması gerekiyordu. Modi’nin iktidarını koruyabilmesi için çok önem verdiği bu seçimlerin kampanyalarında, sokağa çıkma yasağı bir yana, pandemiden korunma önlemlerinin ilk sırasında gelen maske, mesafe bile unutuldu. Modi’nin her zamanki ateşli konuşmalarını yaptığı mitinglere geniş kitlelerin katılması sağlandı.

Yetmedi! Her on iki yılda bir yapılan Hindu festivallerine izin verildi. Böylece astrologların önerileri doğrultusunda, yıl boyunca Hindu dinine inanan milyonların Ganj nehri kıyılarındaki dar alanlara yığılmasının önü açıldı.

Bunlara bir de, test yetersizliği, vaka/ölüm sayılarının az gösterilmesi eklenince, halkın pandemiyi hafife alması nedeniyle bulaşlar geometrik hızla arttı.

Bunlar elbette sadece yöneticilerin kibir ve yetersizliği ile açıklanamaz. Halk sağlığı konusundaki zafiyetlerin de rolünün etkili olduğuna işaret etmek gerekir. Aşılamada başarısızlık, tıbbi oksijen stokunda ve  iş üretimi ve yönetimindeki yetersizlik, zengin ülkelerin aşılara el koyacağının yöneticilerce tahmin edilememesi gibi nedenleri de saymak mümkün.

Bu arada, Modi’nin, gelişmekte olan ülkeler arasındaki imajını korumak için , Hint Serum Enstitüsünün Astra-Zeneca aşı şirketine ve Dünya Sağlık Örgütü gözetimi altında küresel aşı dağıtımı yapan COVAX’a taahhüt ettiği ara mamul ihracatına izin vermesi belki de bardağı taşıran damla oldu. Böylece aşılama hızı azaldı ve nisan sonuna kadar aşılanması gereken nüfusun ancak %8.5’i aşılanabildi.

Bütün bunlara karşın, Modi hükümeti yerli üretimin halkın ihtiyacı için yeterli olacağı konusunda gerçek dışı açıklamalarını sürdürdü. Halbuki, iç talebin tamamını karşılayabilmek için ülkede mevcut iki aşı şirketinin durmaksızın üç yıl boyunca üretim yapması gerekiyordu.

 

SÜREÇ FELAKET KAPİTALİZMİNE  DÖNÜŞTÜ

Sonuçta süreç, pandemi döneminin bütün dünyada ürettiği kavram doğrultusunda Felaket Kapitalizmi’ne dönüştü.

Çünkü bu ayın başından itibaren 18-45 yaş aralığına aşı izni çıkınca, ücretli aşı yapan özel hastane ve kliniklere fırsat doğdu. Onlar da bu büyük fırsatı kaçırmayıp, Hindistan ölçülerine göre bir hayli yüksek sayılabilecek, doz başına 13.25-26.50 € aralığındaki fiyatlarla piyasaya girdiler. Böylece bu bedelleri ödeme olanağı olmayan fakirler pandemi karşısında tamamen korunmasız bırakılmış oldu.

İnsanların çoğu  hastanelerde yatak bulamadılar. Bulabilenlerin bazıları da  oksijen yetersizliği nedeniyle yaşamlarını kaybetti. Günlük vaka sayısı yarım milyon kişiye, ölü sayısı da beş bine ulaştı.

Ülke nüfusunun % 80’i dolayındaki Hindu inanışına göre ölen kişinin cesedinin, ruhun en hızlı şekilde  serbest kalıp, bir an önce  reenkarnasyon sürecine girebilmesi için yakılması gerekiyor. Günlük ölüm sayısı mevcut krematoryum kapasitelerinin üzerine çıkınca, cenaze sahipleri çaresizce ölülerini buldukları herhangi bir yerde kendileri yakmaya başladılar.  Bazı yorumcularca “kıyamet”e benzetilen bu görüntüler son günlerde neredeyse her akşam dünya medyasının ilk  haberleri arasında yer aldı.

 

 ÇİN İLE YARIŞ VE SÜPER GÜÇ OLMA HEVESİ

 

Başbakan Modi, birçok doğu siyasetçisinde görüldüğü gibi, imaj yaratmak suretiyle algı yönetimine düşkün bir siyasetçi. Öyle ki, iktidarı ele geçirdiği 2014 yılından bu yana partisi BJP’nin ayak izini ülkesine yaymakla kalmayıp, kendisinin de ülkenin tek kurtarıcısı olduğu imajını yaratmakta büyük ölçüde başarılı oldu. Hatta bu imajını pandeminin başlangıcında kısa bir süreliğine yükselttiği bile söylenebilir.

Ancak, Çin’in gerisinde kalma kompleksinin Modi’yi büyük hatalara sürükleyen en belirgin unsur olduğu anlaşılıyor. Bu ihtirası ile,  “süper güçler kulübüne” girmek üzere olduğu imajı yaratmak için ülkesinin kaynaklarını heba etmeyi sürdürdü. Son örneklerden biri, saatte 17 bin mil hız yapan kendi uydusunu vurma kabiliyetine sahip olduklarını göstermek oldu. Aya insansız araç gönderen ülkeler arasına  katılma projesi başarısızlıkla sonuçlanırken, Euronews dünkü haberinde Çin’in Zhurong gezgininin Mars’a iniş yaptığını duyurdu.

 

BÜYÜK EŞİTSİZLİK

Ne yazık ki, Hindistan eşitsizliğin inanılmaz boyutlara ulaştığı bir ülke.  Yüz milyonlarca insan derin fakirlikten kurtulamayıp sefalet içinde yaşarken, Forbes’e göre sahip olduğu 140  dolar milyarderi ile ABD ve Çin’den sonra Hindistan dünyada en çok milyarderin olduğu üçüncü ülke konumunda.

Ülkenin en büyük milyarderi Mukesh Ambani adındaki sanayici, 90 milyar $’lık serveti ile, geçen yıla kadar Asya’nın en zengin adamı olan Çin’li iş adamı Jack Ma’yı geçerek ilk sıraya yerleşmekle kalmadı, dünyanın da en zengin onuncu işadamı oldu.

Hindistan 1947 yılında bağımsızlığını elde ettikten sonraki kırk yıl boyunca, sosyalist ideoloji ve merkezi planlamayı benimseyen Kongre Partisi tarafından tek parti rejimi ile yönetildi. Son otuz yıl içinde çok partili düzene geçti ve koalisyonlar tarafından yönetilmeye başladı. Son iki hükümet döneminde de %7-8 gibi rekor büyüme hızlarına ulaştı.

Ancak, güçlü uluslararası profil, büyüyen güçlü bir ordu hırsının bütün yöneticilerini sarmasına karşın, beş yüz milyonun altına indiremediği fakir nüfusu ile hala üçüncü dünya ülkesi olmaktan kurtulamadı.

Son otuz yılda, fakirliği çok yönlü gidermekte bir ölçüde başarı kazanılmış olmasına karşın GINI katsayısı hala 0.5’in üzerinde seyrediyor. Oxfam’ın belirlemelerine göre 21.yüzyıla girildiğinde ülke nüfusunun  en zengin %10’luk bölümü (yaklaşık 140 milyon kişi) toplam servetin %80’ini elinde bulunduruyor. İlk %1’lik kesimin  (yaklaşık 15 milyon kişi) toplam servetin %51.5’ine sahip olması eşitsizliğin ne denli derin olduğunu apaçık gösteriyor. Daha da anlamlı bir gösterge ise, tepedeki 9 dolar milyarderinin toplam servetinin, nüfusun alt %50’lik (yaklaşık 700 milyon kişinin)  bölümünün toplam servetine eşit olmasıdır.

Bazı batılı çevreler, Asya kıtası liderlik yarışında Hindistan’ı  Çin’e rakip bir ülkeymiş gibi yansıtmayı sürdürmeye gayret ediyorlar. Ancak  2020 yılı Küresel Açlık Endeksi’nde yer alan 107  ülke arasında Hindistan 94.sırada bulunuyor. Yani ülkenin “ciddi” açlık kategorisinde yer alan ülkeler arasında olması, o batılı çevrelerin Hindistan’ı şişirmelerinin ne denli temelsiz olduğunu apaçık gösteriyor.

Bütün bu değerlendirmelerin ayrıntılarına bakıldığında, Hindistan’da dil, etnik, din, kültürel, sosyal ve ekonomik farklılıkların dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar derin olduğu görülmektedir. Bu yapı Hint Demokratik Federalizmi’ni tehdit eden unsurların başında gelmektedir.

Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi hocalarından Hintli sosyal antropolog Dipankar Gupta geçen yılın sonunda  Pandemi Sonrası Zihinsel Yenilenme (A Mind Reset for Post-pandemic Revival” adlı bir makale yazdı. Bu makalesinde şu acı verici gözlemlerine yer verdi:

“Alınan kapanma (lockdown) kararı sürecinde büyük kentlerde çalışan yurttaşların bazılarının evsiz kalıp köylerine dönerken sergiledikleri görüntüler zihinlerimizde derin yaralar açtı. Çünkü babasını at arabasıyla taşıyan kızların, çocukları kucaklarında yürüyen ebeveynlerin, ölmüş karısının cesedine  sarılan adamların acı verici görüntülerini unutmak mümkün mü? Eğer bunların sosyal güvenlikli işleri, başlarını sokacak evleri, ve işsizlik sigortaları olsaydı böylesine çaresiz kaçış sahneleri görülür müydü? Onlar kentlere sefil bir şekilde geri dönmek için gelmediler ki!. Bunların gözlerinden okunan büyük acı, fakirlik değil, ölüm korkusu!”

Gupta, yazdığı birçok kitapta başta “kast sistemi” olmak üzere ülkesinin derin sosyo-politik-ekonomik sorunlarına değindi. 1991’de yazdığı Sosyal Katmanlaşma (Social Stratification) adlı kitabında ülkesinin siyasetçilerine şöyle seslendi:

“Sektörel büyüme hedeflerinden önce sosyal kalkınmaya öncelik verin.”

 

SONUÇ

 Az gelişmiş ülkelerde, imaj meraklısı popülist siyasetçilerin büyük ölçüde temelsiz algı yönetimi ile toplumlarını ne hale getirdiklerine Hindistan tipik bir örnektir. Nitekim, tarafsız gözlemcilere göre, hala sanayi toplumu olmayı başaramamış Hindistan’ın,  görünür gelecekte “Kağıt Kaplan” olarak marjinal bir oyuncu olmaktan öte bir şansı bulunmamaktadır.

Halbuki 1970’lerin başında İngiltere’de öğrenci iken tanıdığım Hintli çok sayıda parlak genç bilimciler, hem ülkeleri, hem de dünya için umut vaad ediyorlardı. Hindistan’da da o günlerin küresel bilim düzeyini yakalamış az sayıda da olsa çok iyi  üniversiteleri  vardı.

Ancak, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki Çinli öğrenciler 1990’larda dönmeye başladıkları ülkelerinin özellikle bilim ve teknoloji alanında gelişmesine büyük katkıda bulunup, üniversitelerinin dünya üniversiteler 1.liginde yer almasını sağlarken, Hintli öğrencilerin en parlakları başta İngiltere olmak üzere, diğer gelişmiş ülkelerde kalmayı tercih ettiler.

Çünkü diğer bütün az gelişmiş ülkelerin başındaki popülist siyasetçiler gibi, Hintli siyasetçiler de konumlarını sarsacak parlak beyinlerden ziyade vasatları tercih ettiler. Böylece ülkenin  temel sorunu olan eşitsizliği ortadan kaldıracak sosyo-ekonomik önlemler yerine,  kamu kaynaklarını ortağı oldukları yandaşlarına peşkeş çekme yoluna gittiler. Öyle olunca da, 1.4 milyar nüfusun üçte birinin açlık sınırının altında yaşadığı, batı ölçeğinde orta sınıfın olmadığı ama  200 bin dolayında dolar milyonerine ve 140 dolayında da dolar milyarderine sahip bir ülke ortaya çıktı.

Pandeminin gözler önüne serdiği bu feci sosyo-ekonomik-psikolojik durum, küresel çapta içine girilen iletişim çağında ne denli sürdürülebilirdir? Benim Hindistan’a yolum düşmediği için gözlem olanağına sahip olamadım. Ancak gidip gözlem yapan arkadaşlarımın bazılarından”insanlar sokaklarda yatıp kalkıyor, doğal ihtiyaçlarını sokaklarda görüyor ama hallerinden şikayetçi olmak bir yana mutluluktan gözlerinin içi gülüyor” sözlerinin önce şaka olabileceğini düşünüyorum, ama sonra soruyorum!

Olabilir mi?

Popülist iktidarların en başarılı oldukları sosyo-politik araçlardan birinin din istismarı olduğunu bildiğimize göre, neden olmasın? ,

Günümüzde İslamcı iktidarlar, her türlü dünyeviliği kendilerine hak görüp, yoksul destekçilerini “bu dünyaya fazla aldırma, esas saadet öbür dünyada” sözleri ile ikna edebiliyorlarsa, Hindistan’da yaşanan başta Hinduizm olmak üzere, diğer dinlerin ruhbanları, inanç sahibi insanları, benzer şekilde “nasılsa reenkarnasyon ile ruh başka bedende tekrar yaşama dönecek, kaygıya gerek yok” sözleriyle ikna ediyor olamazlar mı?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları