28 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- PUSULASIZ GEMİ CHP

Ana Sayfa » GÜNCEL » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- PUSULASIZ GEMİ CHP

Eklenme : 28.06.2023 - 9:13

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- PUSULASIZ GEMİ CHP

 

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi, iktidar karşıtı kesimde büyük hayal kırıklığına neden oldu. Bu sonucun nedenleri, yazılı, görsel ve sosyal medyada çok sayıda yazar, çizer, yurttaş  tarafından tartışılmayı sürdürüyor.

CHP’de ise kazan kaynıyor. Öyle ki, seçim kampanyaları boyunca kendilerine “baba oğul” yakıştırması yapanlar arasındaki sinsi karşıtlıklar açığa çıkıyor. “Değişim de değişim” çağrılarından geçilmiyor. Sanıyorlar ki; Kılıçdaroğlu gidip kendileri gelirse, denizin ortasında kalmış CHP “gemisi” sahile çekilip, yeniden sefere çıkacak.

Halbuki, Mustafa Kemal tarafından ilkeleri belirlenmiş ‘Sürekli Devrimci’ doğrultudaki kurucu ideolojik temelinden uzaklaştırılmış CHP’nin yüzyıllık tarihi, savrulmalardan kurtulup bir türlü iktidara gelemediğini gösteriyor.

İşte tam da bu nedenle biz de  bu yazımızda, İkinci Dünya Savaşı sonrasından beri CHP’nin neredeyse onulmaz hastalığı haline gelen ‘ideolojisizlik’, yani ‘pusulasızlık’ sorunu üzerinde durmaya çalışacağız.

Gelin önce, “20.yüzyılın en büyük devlet adamı kimdir” sorusu üzerinde onsekiz yıl çalışan Kentucky Üniversitesi’nden Prof.Ludwig Arnold’un, ‘ideolojiler’ ve Mustafa Kemal hakkındaki sözlerine bir göz atalım.

“İdeolojiler, etnik, dinsel ve ırksal farklılıklara sahip insanlardan oluşan toplulukları, bir sistem altında bütünleştirip ortak çıkarlara dönük yönetmek için çok önemli işleve sahiptir. Bunun en güzel örneği, ulusunu tehdit eden etnik ve dinsel gerilimleri azaltmak için, halkının her bir unsuruna, ülkenin yurttaşları olmanın gururunu aşılayan Mustafa Kemal’dir. (i)

Prof.Arnold’un bu değerli çalışmasının sonunda, Atatürk’ün en yüksek puanla ilk sırada çıktığını, Mao ve Franklin D.Roosevelt’in de ikinci ve üçüncü sıralarda yer aldıklarını not ederek devam edelim.

 

CHP’nin kuruluş ideolojisi..

 Kurtuluş savaşını yürüten Anadolu-Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri, 1923 yılı Eylül ayında Halk Fırkası’na dönüştürülmüştür. 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilanı ile Mustafa Kemal cumhurbaşkanlığına seçilince, başbakan İnönü’nün Halk Fırkasının başkan vekili olmasını istemiştir. Yaklaşık bir yıl sonra 10 Kasım 1924’de parti adına ‘Cumhuriyet’ sözcüğü eklenmiştir.

Mustafa Kemal, Halk Fırkasını, tasarladığı ‘çağdaş ve gelişmiş’ bir toplum oluşturma amaçlı devrimleri yapacak kadroların bir araya getirilmesi yanında, halkına siyasi eğitim vermek için bir okul olarak görüyordu. Zihninde, ‘sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir toplumsal yapı’ oluşturmak vardı. (ii)

Berkes’e göre, ‘bu amaca ulaşmak için Atatürk’ün ortaya koyduğu ekonomik ve kültürel ilkeler, rastgele doğmuş, ya da bir doktrine uydurma çabasıyla ortaya atılmış soyut çözümler olmayıp, tarihsel koşullar altında varılmış çözümler serisinin birikimidir.” (iii)

Kışlalı da, öteden beri, özellikle sol kesimlerde çok tartışılan ‘Kemalizm bir ideoloji midir” sorusuna; ‘Kemalizm, akla ve insancıl değerlere dayalı çağdaş bir toplum özlemine yanıt veren, geri kalmışlıktan kurtulma istencini yansıtan bir ideolojidir’ yanıtını veriyor.(iv)

Bize göre de,  Kemalizm, ‘sürekli ilerlemeci devrimcilik’ özü ile dinamik bir ideolojidir. Sağ ideolojiler, az sayıda kişinin çıkarları için halkın, dini ve milliyetçi duygularını araçsallaştırırken; sol ideolojiler, insanlar arası eşitliği sağlamak için akla, vicdana  seslenmişlerdir. Bu çerçevede bakıldığında, Kemalizm bir sol ideolojidir.

 

Atatürk sonrası..

 Cumhurbaşkanlığına gelen İnönü, ülkeyi ikinci dünya savaşının dışında tutma başarısını, savaşın sona ermesinin ardından gelişen koşulları yeterli düzeyde okuyamaması nedeniyle sürdürememiştir. Nitekim, ABD ile 1947’de yapılan anlaşma ile Atatürk’ün, ‘bağımsızlık” ilkesine gölge düşmüştür. Yazar, Emin Değer bu dönemi anlatan kitabında, dönemin başkanı Truman’ın danışmanı Nelson Rockefeller’in Türkiye’yi  “Oltadaki Balık” sözleriyle aşağıladığına değinmektedir. (v)

Diğer yandan, Anadolu Aydınlanma Ülküsünün temel dayanağı olan Köy Enstitülerinin kapatılma kararının alınması ve çok sayıda İmam Okulunun açılmasına yol verilmesi yanında, 1945 tarihli Çiftçiyi Topraklandırma Yasasının kadük bırakılması, CHP’nin kurucu ideolojisinin laiklik ve eşitlik ilkelerini de ağır bir tarzda yaralamıştır.

 

1961 Anayasası ve CHP’de ‘Ortanın Solu’

 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti (DP)’nin, laikliği tehdit eden kesimlere verdiği ödünler yanında toplumu baskıcı yöntemlerle kutuplaştırmasına karşı çıkan üniversite gençliğinin gösterilerinin ardından askeri darbe ile gelenler yeni bir anayasa hazırlattırdılar.

Bu anayasanın sağladığı özgürlükler, DP döneminde ağır baskılar altında kalanların umutlarını yükseltti ama 1965 seçimleri sonunda iktidar, DP’nin yolunda giden siyasetçilerin eline geçti. Ancak sosyalist programla seçimlere giren Türkiye İşçi Partisi (TİP) de 14  milletvekili ile mecliste yer aldı.

TİP’in aldığı oyların, o güne değin CHP’ye oy veren seçmen tabanından kaydığını gören İnönü ve parti genel sekreteri Ecevit, ‘Ortanın Solu’ adıyla mahcup bir “sol” program oluşturdu. Ancak, iktidarın, özellikle ‘bağımsızlık’ ilkesinden verdiği ödünlere karşı çıkan Deniz Gezmiş liderliğindeki üniversite öğrencilerinin, 1968 kasım ayında, Samsun’dan Ankara’ya başlattıkları ‘Atatürk’e Saygı Yürüyüşü’ne, ne CHP, ne de TİP sahip çıktı.

 

12 Mart 1971 muhtırası…

 Ancak, dönemin ileri gelen sol aydınlarından etkilenen bazı askerlerin “sol” darbe yapacaklarını haber alan, başta dönemin Genel Kurmay Başkanı olmak üzere kuvvet komutanları, “ülkede sosyal uyanış ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir” gerekçesi ile hükümete muhtıra verip düşürdüler.

Bu muhtıraya CHP Genel Başkanı İnönü ses çıkarmazken, parti genel sekreteri Ecevit partideki görevinden istifa etti. İnönü 1972’de genel başkanlıktan istifa edince Ecevit CHP genel başkanı oldu.

Askerler ise kurdurdukları hükümet aracılığıyla, askeri mahkemelere “yargılattırdıkları” Deniz Gezmiş ve iki arkadaşını, aynı yıl idama mahkum edip darağacına gönderirken, başta ülkenin en değerli akademisyenleri olmak üzere çok sayıda aydını zindana attırdılar.

 

Ecevit’in CHP’si..

 Ecevit, “toprak işleyenin, su kullananın”, “bu düzen değişmeli” vb  sloganlardan öte olmayan Ortanın Solu söylemiyle 1973 seçimlerini önde bitirdi ve İslamcı bir partiyi ilk kez iktidara ortak yapan koalisyon hükümeti kurdu. Kıbrıs’a müdahale eden bu hükümet kısa süreli oldu ama Ecevit’in yıldızını parlattı.

Kazandığı bu pırıltı yanında, sivil toplum örgütleri ve bazı sendikaların desteğini de alan Ecevit, 1977 seçimlerinde oylarını yükseltti ama tek başına hükümeti kuracak sandalye sayısını yakalayamayınca, iktidardaki sağ partilerin en büyüğünden, bakanlık sözü vererek transfer ettiği milletvekilleriyle, siyasi tarihe “Güneş Motel Hükümeti” adıyla geçen hükümeti kurdu.

 

12 Eylül 1980 darbesi, CHP’nin kapatılması ve SODEP

Erdal İnönü ve arkadaşları, 12 Eylül 1980 darbesi ile kapatılan CHP tabanına sahip çıkmak için, Türk siyasi tarihinde ilk kez adında ‘sosyal demokrasi’ sözcükleri olan, kısa adıyla SODEP,  Sosyal Demokrasi Partisini kurdu. Ancak darbeciler, başta İnönü olmak üzere, bazı kurucuları veto edince parti, kuruluşu geciktiği için 1983 seçimlerine giremedi.

Diğer yandan darbecilerin bir eski bürokrata kurdurdukları HP-Halkçı Parti, CHP destekçilerinin oyunu aldı ve Özal’ın ANAP’ı hükümeti kurarken HP mecliste ana muhalefet oldu.

1984 yerel seçimlerinde HP oylarının büyük bölümünün SODEP’e kaydığı ortaya çıkınca, CHP oylarının mirasçısı iki parti, SHP-Sosyal Demokrat Halkçı Parti adı altında birleşti. Ancak bu birleşme, CHP’nin sol kanadının yetkin siyasetçilerinden Kemal Anadol’a göre, ‘en ilerici sol parti’ olarak ortaya çıkan SODEP’i sulandırdı.

 

Siyasi Yasakların Kalkması…

 12 Eylül darbecilerinin parti genel başkanları ve genel merkez yöneticileri için on yıl süreyle koyduğu siyaset yasağına karşı yükselen tepkiler karşısında 1987 yılında yapılan referandumda sadece 75 bin oyla yasaklar kaldırıldı. Böylece, dönemin başbakanı Özal’ın muhalif kaldığı referandum ile, başta Demirel ve Ecevit olmak üzere Erbakan, Türkeş, Baykal gibi siyasetçilere yeniden alan açılmış oldu.

Ecevit, eşinin kurduğu DSP’ye genel başkan olurken, Baykal SHP’ye katılarak aynı yıl yapılan seçimlerde tekrar milletvekili seçildi ve partinin genel sekreterliğine getirildi.

1970’li yıllarda CHP içindeyken, genel başkan olmak için izlediği “hizipçiliği” SHP’de de sürdürmekten vazgeçmeyen Baykal, İnönü’ye karşı üç kez aday olduğu genel başkanlık seçimlerini kaybetti.

 

CHP’nin yeniden açılması ve ideoloji çalışmaları..

1992’de CHP’nin yeniden açılmasının ardından başta İsmail Cem olmak üzere bazı yakın arkadaşlarıyla SHP’den ayrılan Baykal yıllar sonra  nihayet CHP’nin genel başkanı olmayı “başardı”. Hatta, İsmail Cem ile birlikte yazdığı “Yeni Sol” adlı kitap ile CHP’nin ideolojik temelinin yeniden inşa edileceği beklentilerine yol açtı. Ancak 1995’de İsmail Cem’in CHP’den ayrılıp DSP’ye geçmesiyle bu beklenti boşa çıktı.

CHP, yeniden açılmasının ardından girdiği 1995 seçimlerinde, barajı zorla da olsa aşarak meclise girerken Ecevit’in DSP’si meclis dışı kaldı.

Bu dönemde, Baykal ‘CHP Türkiye Projesi’ adıyla 19 başlık altında çalışmayı öngören bir plan ortaya koydu. Bu planın girişindeki gerekçede; “ülkenin artık alışılageldiği gibi yönetilemeyeceği; halkın gündemi ile siyasi gündem arasında kopukluk olduğu; halkın hakettiği yönetime ve yaşam standartlarına kavuşabilmesi için değişim ve atılımın yaşamsal önem ve zorunluluğu” vurgulandı.

 Ancak, başka nedenler yanında bu planda izleneceği belirtilen politikaların bazılarına iş dünyasından gelen tepkiler halka yansıtılınca, 1999 seçimlerinde CHP ilk kez meclis dışı kaldı. Bu sonuç üzerine görevi bırakan Baykal 2000 yılı eylül ayında tekrar genel başkan seçildi.

Ardından gidilen 2002 seçimleri sonucunda meclise giren iki partiden AKP iktidarı ele geçirirken, Baykal’ın CHP’si ana muhalefet oldu ve çok önem atfedilen Türkiye Projesi uzunca bir süreliğine gündemden düştü.

2005’e gelindiğinde, Tekirdağ milletvekili Enis Tütüncü, üyesi olduğu Parti Meclisi’ne sunduğu, ‘Anadolu Solu-İnsan Odaklı Sol’ başlıklı bir raporla, partideki ideoloji çalışmalarını diriltmeye çalıştı. ‘İnsan En Yüce Varlık, Emek Kutsaldır’ ana başlığı altındaki bu çalışma sonucunda, CHP’nin 2008 programına “CHP Sol/Sosyal Demokrat Partidir” sözleri eklendi.

2010’da bir “kaset komplosu” tuzağı ile Baykal istifa edince,  partide uzun yıllardır siyaset yapan isimlerden biri yerine, 2009’da İstanbul BBB’lığı için aday gösterildiği seçimi kaybeden Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan seçildi.

2011 seçimlerine Kılıçdaroğlu liderliğinde giren CHP, aldığı % 26 dolayında oyla, partinin Baykal ile girilen 2007 seçimlerindeki oylarını 6 puan arttırmış olmanın verdiği cesaretle, Baykal döneminde başlayan ülkücü transferi ile başlayan partiyi sağa kaydırma planını bazı islamcı siyasetçileri de alarak sürdürdü.

Cumhurbaşkanlığının doğrudan halkın oylarıyla seçildiği ilk seçim 2014 yılı ağustos ayında yapıldı. Parti içi muhalefetin tepkisine karşın, Kılıçdaroğlu’nun MHP genel başkanıyla anlaşarak aday gösterdiği Ekmelledin İhsanoğlu seçimi kaybetti. Diğer yandan, Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesinde partili seçmenlere “tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz” sözleri tepkiyi yükseltince Kılıçdaroğlu olağanüstü kurultay toplama kararı aldı.

Tam da bu aşamada, partideki çekişmelerin ana nedeninin ideoloji eksikliği olduğunu düşünen Enis Tütüncü meclis dışında olmasına karşın,  ‘Cumhuriyet’in 100.Yıl Projesi-Güçlü Sosyal Devlet ve Temel Dayanakları’ adlı çalışmasını, toplanacak olağanüstü kurultayda görüşülmesi dileğiyle genel merkeze sundu. (vii)

Kurultay’da yapılan seçimde, karşısına aday olarak çıkan Muharrem İnce’yi yenerek genel başkanlığını perçinleyen Kılıçdaroğlu, o güne değin olduğu gibi ideoloji sözcüğünü ağzına bile almadı ve partiyi merkeze çekmeyi sürdürdü.

Bu durumun, CHP’nin geleceğine ve demokrasiye ciddi tehdit oluşturduğunu düşünen, CHP eski grup başkan vekillerinden Kemal Anadol liderliğindeki Dokuz Eylül Hareketi, başta parti emekçileri, seçmenleri olmak üzere bütün yurttaşlara hitaben hayli kapsamlı sert bir bildiri yayımladı.

Bu bildiride, görevden bulunduğu sekiz yıl içinde,  MYK üyelerini on kez değiştirmesine, bu sürede kimilerini azledip, yenilerini getirdiği yüz otuzdan fazla genel başkan yardımcısı değişimine karşın girdiği dokuz seçimi de kaybeden Kılıçdaroğlu ağır bir dille eleştirildi.

Dokuz Eylül Hareketi yanında, parti içi muhalefetin eleştirilerine de kulak vermek bir yana, kelimenin tam anlamıyla adeta göz açtırmayan Kılıçdaroğlu’nun, girdiği her seçimi kaybettikçe otoriter yönetim tarzını yükseltmekten kaçınmamış olmasının siyasi kimlikten çok, bir kişilik sorunu olduğunu söylemek abartılı olmasa gerek.

Aradan geçen beş yıl sonra 2023 seçimlerine doğru ve seçimden sonra izlediği yol da Kılıçdaroğlu’nun “kişilik sorununu” ele veren önemli göstergelerden biri oldu.

Nitekim, “6’lı Masa” adıyla kurduğu oyunla yine kaybetti. Ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde,  Rte’nin yirmi bir yıllık uygulamalarına karşı birikmiş, başka alternatif olmadığı için kendisine verilen milyonlarca oyu, kendi kişisel oylarıymış gibi satmaya kalkan Kılıçdaroğlu yenilginin sorumluluğunu yıllardır çevresinde kurduğu ekibine yüklemeyi tercih etti.

Ayrıca, her yenilgisinin ardından söylediğinin tersine bu defa yenilgiyi kabul etmiş görünüp, “kazanamadık ama kaptan olarak gemiyi limana götüreceğim” sözleri, “siyasette pişkinlik” edebiyatına ilginç bir katkı oldu.

 

Sonuçtan önce değerlendirme..

Geçen yüzyılın başlarında, dünyanın tanık olduğu en büyük devrimlerden birini gerçekleştiren Mustafa Kemal’in, ‘ilerlemeci sürekli devrimcilik’ ilkeleri doğrultusunda dinamik ideoloji ile donattığı CHP’nin yüzüncü yılının sonunda getirildiği durum, yurtseverleri doğal olarak kaygılandırmaktadır.

Türk siyasi tarihinin verileri göz önüne alındığında, siyasi partilerin her birinin “lider partisi” oldukları açık bir gerçekliktir. Bundan hareketle, son on üç yıldır girdiği her seçimde partiyi yenilgiden yenilgiye sürüklemesine karşın, hiçbir eleştiriyi dikkate almayan ve son seçimler üzerine nihayet ilk kez “kazanamadığını” itiraf etmesine karşın görevde kalma niyetini ifade eden Kılıçdaroğlu’nun, partiye daha fazla zarar vermesinin önüne geçmek için, ya istifaya zorlanması, ya da kurultayda indirilmesi gerekmektedir.

Çünkü, küresel üç dilimli birçok gelişmişlik endeksinde, ya ikinci, ya da üçüncü dilimde yer almaktan kurtulamayan ülkemizin, öncelikle daha kötüye gitmesinin önüne geçmek, sonrasında da olabildiğince yukarılara tırmanmasını sağlamak için, özgün ideolojisine geri döndürülmüş CHP ‘olmazsa olmaz-sine qua non’ koşulların başında gelmektedir.

Yani, ülkemizde sağ iktidarların, kendi siyasetlerinin ürünü olduğuna aldırmadan, iktidarlarını korumak için yerli yersiz tekrarlamayı pek sevdikleri sözcükle, “beka sorununun” en güçlü panzehiri, bugünkü yönetim yapısıyla sağa kaymış CHP değil;  özgün ideolojisine hızla dönmesi gereken CHP’dir.

 

Sonuç

 CHP, yeniden açıldığı 1992’den bu yana giderek uğratıldığı güç kaybının önüne geçmek için hızla seçilecek yeni yönetim kadroları ile özgün ideolojisine dönmelidir.

 Ancak CHP, Baykal gibi 11 dönem olmasa da, 5-9 dönem arası, yani 25-35 yıldır milletvekilliğini  “ayrıcalıklı meslek” haline getiren ancak hiçbir siyasi ve toplumsal başarısı olmayan siyaset esnafından kurtarılmalıdır. Çünkü, toplumun geniş kesimleri bunlara güvenmemektedir. Kılıçdaroğlu ve şürekasına ise, güvenin iyice azaldığı açıktır.

 O nedenle parti kadroları, siyasetin kirli labirentlerinde kişilikleri zafiyete uğramamış, yıllardır halka hizmette somut örnekler ortaya koymuş, Atatürk’ün dinamik ideolojisini sindirmiş Sivil Toplum Kuruluşları liderlerine ivedilikle açılmalıdır.

 Bayram vesilesiyle bütün okuyucularıma, bayram tadında nice günler dilerim.

 

 

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları