27 Eylül 2023 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- RUSYA, UKRAYNA HATTINDA BİR KARA DELİK: ABD DÜNYANIN SONUNU MU HAZIRLIYOR?

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- RUSYA, UKRAYNA HATTINDA BİR KARA DELİK: ABD DÜNYANIN SONUNU MU HAZIRLIYOR?

Eklenme : 19.08.2023 - 18:06

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- RUSYA, UKRAYNA HATTINDA BİR KARA DELİK: ABD DÜNYANIN SONUNU MU HAZIRLIYOR?

 

Geçen yılın şubat ayı sonunda Rusya’nın Ukrayna’yı ‘işgal’ niyetiyle başlattığı savaş, Ukrayna tarafında çok sayıda sivil ve askerin yaşamını yitirmesi, binlercesinin sakat kalması yanında, çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan milyonlarcasının da komşu ülkelere sığınmasına neden oldu. Ülkenin alt/üst yapısında önemli yıkımlar ortaya çıktı.

Batı medyasında yer alan haberlere göre, Rusya tarafında da, en az Ukrayna’daki kadar askeri kayıp ve sakat kalanlar olduğu anlaşılıyor.

Geçen yüzyıl Avrupa’da yaşanan iki büyük savaşın, özellikle ikincisinin Avrupa ülkeleri yanında dünyanın birçok ülkesini de kana buladığı göz önüne alındığında, Avrupa’nın göbeğindeki bu savaşın da, bir üçüncü büyük savaşa neden olup olmayacağı, sürecin başlarında çok ciddi kaygılara neden oldu.

On sekizinci ayının ardından korkulan sürece dönüşmese de, Ukrayna’nın doğusunda düşük profilli çatışmalarla süren savaş,  zaman zaman Ukrayna’nın başkenti Kiev’e yapılan hava saldırılarıyla devam ediyor.

Her savaşın bir sonu olduğu gibi, bu savaş da bir gün sona erecek. Ancak, tehdit boyutu bir hayli yüksek olan bu tür savaşların   tekrarlanmaması için yaşananların perde gerisindeki gerçekliklerin ortaya konmasının küresel barışın korunması için yararlı olacağı açıktır.

Bu savaşın nedenleri hakkında her kesim kendi öznel değerlendirmeleri üzerinden farklı görüşler ortaya koymayı sürdürüyor. Ancak, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, Türkiye’nin de içinde olduğu bölge ülkelerinin, hatta süper güç olarak Çin’in de geleceğe dair stratejilerini etkileyebilecek gelişmelerin arka planını ortaya çıkaracak her değerlendirmenin üzerinde durulması yerinde olur.

Bu çerçevede, 1985’te Sovyetlerin başına geçen Gorbaçov’un, ‘perestroyka/yeniden yapılanma’  ve ‘glasnost/açıklık’ politikaları sürecinde danışmanlığını yapan, sonrasında Yeltsin ile de çalıştığı için, Ukrayna Savaşına varan aşamanın yakın tanıklarından Amerikalı Jeffrey Sachs’ın kısa bir süre önce, sürecin perde gerisine ilişkin yaptığı açıklamalar, üzerinde durmayı hak ediyor.

Anlatılanların hangi ağızdan çıktığının iyi anlaşılması için önce Jeffrey Sachs kimdir; sorusunun yanıtına bir göz atalım.

 

Jeffrey Sachs kimdir?…

 Sachs, akademik derecelerini Harvard Üniversitesi’nden alıp, orada yirmi  yıl boyunca öğretim üyesi ve Uluslararası Kalkınma Merkezi Yöneticisi olarak çalıştıktan sonra 2002 yılında New York’ta bulunan Columbia Üniversitesi’ne geçmiş olup halen bu üniversitenin en yüksek akademik ünvanına sahip öğretim üyelerindendir.

Uzunca bir süredir BM’nin ‘Sürdürülebilir Kalkınma Çözüm Bilgi Ağları Merkezi” başkanı olarak önceki genel sekreterler Kofi Annan ve Ban Ki-moon’a yaptığı gibi, şu andaki Genel Sekreter Antonio Guterres’e de danışmanlık yapmaktadır. Sachs aynı zamanda, Lancet COVID-19 Komisyonu ve küresel fakirliğin önüne geçme amacıyla  ABD’nin Delaware eyaletinde çalışmalar yapan  ‘Milenyum Köyler Projesi’ adındaki STK’nın da başkanlıklarını yürütmektedir.

Sachs, ‘Küresel Sürdürülebilir Kalkınma’ konusunda, hümanistik yaklaşımla, aşırı fakirlik, insan eliyle körüklenen iklim değişikliği, uluslararası borçlar ve finansal krizler gibi başlıkları çok disiplinli bir yöntemle ele alarak, bütün dünyada farkındalığı yükseltmeye çalışmaktadır.

Yazdığı kitapların üçü, ‘New York Times’ en çok satanlar arasında yer alan Sachs, dünyanın birçok üniversitesinden verilen 38 adet  ‘Onur Doktorası’ sahibidir. (ii)

Bu arada, son yılların  finans krizlerini önceden tahmin ettiği için adı “Kriz Kahini”ne çıkan İran Yahudisi asıllı Amerikalı Nouriel Roubini’nin, Harvard  Üniversitesi’ndeki doktora çalışmasını Sachs’ın danışmanlığında yürüttüğünü de not edelim.

Sachs bu açıklamaları, Tayvan orijinli Tang Vakfı’nın ödül kategorilerinden “Sürdürülebilir Kalkınma” konusunda 2022 Ödülü’ne layık görüldüğü için davet edildiği törende yapmıştır.

 

 Sachs’ın konuşmasında Ukrayna bağlamında  ABD/Rusya ilişkilerine dair sözlerinden bazı  kesitler…

“Günümüzde küresel askeri harcamaların toplamı 2.2 trilyon $, ve bunun % 40’na tekabül eden 1 trilyon $’ı ABD’ye ait bulunuyor. ABD politik sisteminin bu durumu değiştirmemekte kararlı olmasının, dünyanın krizden krize savrulmasının ana nedenlerinden biri olduğunu söylemek mümkündür.

Sokaktaki Amerikalı, bu durumun farkında olmamasının bedelini  ortalama yaşam süresinin, Çin, Japonya vb Uzak Doğu ülkelerinin en az dokuz yıl altına düşmüş olması ile ödüyor. ABD kongresi, bu duruma duyarsız bir tarzda kaynakları, “saldırgan askeri endüstriyel kompleks”e aktarmayı tercih ederken,  Anglo-Sakson medya ise sessizliğini koruyor.

Halbuki, silahsızlaşmanın sağladığı huzur açısından Kosta Rika çok tipik bir örnektir. Güney Amerika’nın bu küçük ülkesinde (üstelik ülkeyi 1917’de darbe ile ele geçirip otuz yıl yöneten askeri cuntacılar tarafından) 1948’de ordu lağvedilerek silahsızlanma kararı alınmıştır. O yıllardan bu yana darbeden bir diğerine savrulan Güney Amerika ülkelerinin çoğunun yanında, Kosta Rika’da ne darbe, ne de savaş yaşanmıştır.

Bir diğer örnek ise, Avrupa’nın göbeğindeki Avusturya’dır. Bu ülke, 2.Dünya Savaşı sonunda SSCB ordusunun işgali altında kalan ülkelerden biridir. Ancak, Avusturya’nın 1955’te tarafsızlığını ilan ederek, Nato’ya girmeyi reddetmesi ardından Sovyet ordusu bu ülkeyi kendiliğinden terk etmiştir.

Sovyet yönetimi, “Nazilerin Sovyet topraklarında 20 milyon kişiyi öldürmüş olması” nedeniyle, Almanya’nın kendileri için her zaman bir tehdit unsuru olacağı gerekçesiyle bu ülkenin de tarafsızlığını talep etti. Ancak, 1949’da kurulan Nato’nun patronu ABD bu talebi anında reddetti.

1955’te Stalin’in ölümünün ardından Sovyet’lerin başına geçen Kruşçev, Almanya’nın tarafsızlığı konusunu tekrar gündeme getirdi. ABD’nin bunu da reddetmesi sonucu soğuk savaş sürecine girildi ve aradan çok geçmeden, 1962’de iki ülke arasındaki Küba Krizi sırasında yaşanan nükleer gerilim dünyayı üçüncü dünya savaşının eşiğine getirdi.

Bu süreçten dünyanın “mucizevi” bir şekilde kurtulmasının ardından geçen otuz yılın bitiminde, 1985’te, SSCB’nin başına barışçı Gorbaçov geldi. Gorbaçov’un, 1990’da tek taraflı bir kararla Varşova Paktı’nı dağıtması sürecinde, ABD ve Almanya yönetimleri, Nato’yu doğuya doğru genişletmeyecekleri sözünü verdi.

Ancak ülkesinin girdiği finansal krizi  aşamayan Gorbaçov ertesi yıl düşürülüp Sovyetler de dağılınca, Pentagon, CIA ve Beyaz Saray zaman kaybetmeden Nato’nun genişleme sürecini ele alıp, 1997’de planlamaya başladılar. Nitekim dönemin başkanı Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Brezinski, Ukrayna’nın da 2005-2010 arasında Nato üyesi olmasının planlandığını ortaya koyan raporunu başkana sunmakla kalmadı, söz konusu belge medyaya da sızdırıldı.

Yüzyılın başında Rusya’nın başına geçen Putin, 2007’de ABD’nin bu tutumunun kendileri için “kırmızı çizgi” olacağı konusunda ABD yönetimini uyardı. ABD yönetimi ise bu uyarıyı duymazdan gelip,  genişlemenin Nato doktrininde öngörülen hükümlere uygun olarak Ukrayna’yı da kapsayacağı yanıtını verdi.

Wikileaks’in ortaya çıkardığı belgelere göre, tam da o günlerde, ABD’nin Moskova’daki büyükelçisi olan William Burns (şimdiki Biden yönetiminin  CIA direktörü) merkeze ilettiği bir mesajında, ABD’nin bu politikasına sadece Putin’in değil, Rusya yönetiminin bütün organlarınca karşı çıkıldığını bildirdi.

Ancak, dönemin savunma bakanı dahil deneyimli diplomatların karşı çıkışlarını dinlemeyen, içlerinde şimdiki başkan Biden’ın da başkan yardımcısı olarak yer aldığı Obama yönetimi, ülkesinin tarafsızlığını korumaya çalışan Ukrayna Cumhurbaşkanı Victor Yanukoviç’i devirmeye karar verdi.”

 

Bu noktada Sachs’ın sözlerine ara verip, Sovyetlerin çökmesinin ardından Ukrayna’daki gelişmeler ve bunlara karşı Putin’in aldığı pozisyonu kısaca hatırlamaya çalışalım.

 

SSCB’nin dağılması ardından Ukrayna’daki  gelişmeler..

“Eski komünistlerin”, 19-21 ağustos 1991’deki başarısız darbe girişiminden sonra, diğer bütün Sovyet ülkeleri gibi Ukrayna da Birlik’ten çekildi ve 24 ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Köln Üniversitesi’nde  Rus Tarihi Profesörü olan Gerhard Simon’a göre, “diğerleri bir yana, eğer Ukrayna çekilmeseydi SSCB dağılmayabilirdi.”(iii)

Hatırlanacağı gibi dağılmanın ardından diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri Taşkent Anlaşması ile  Rusya’nın liderliğinde “Bağımsız Devletler Topluluğu” adı altında bir araya geldi. Ukrayna ise, ticari açıdan büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı olmasına karşın bu topluluğa katılmadı.

Ancak, ülke nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan  güney ve doğu bölgelerinde yaşayan halk Rusya’dan bütünüyle kopmaya karşı çıktı. Nitekim 1994 başkanlık seçimini, Rusya ile ilişkileri sürdürmekten yana olan Leonid Kuchma kazandı. Doğal olarak süreç, Ukrayna’daki nükleer silahların sahipliği ve kontrolu başta olmak üzere, Sovyet Karadeniz Filosu, Kırım ve Sivastopol’ün geleceği gibi sorunları gündeme getirdi.

1997’ye doğru bu sorunların büyük bir bölümü çözülmüş ve normalleşme gibi bir görüntü ortaya çıkmış olsa da, 2004 başkanlık seçimi Ukrayna’yı iç savaşın eşiğine getirdi. Bir hayli tartışmalı geçen ilk seçimin ardından Rusya yanlısı Yanukoviç’in seçildiği ilan edildi. Fakat, batılı gözlemcilerin seçime hile karıştığı iddiaları protestocuları daha da alevlendirdi.

Sonunda, batı yanlısı Yuşçenko taraftarlarının, “Orange Revolution/Portakal Devrimi” adı verilen barışçı protestoları dinmeyince, Ukrayna Yüksek Mahkemesi seçimin ikinci turunun yenilenmesine karar verdi. Aralık ayında yapılan seçimi, tam da o günlerde  Ukrayna gizli servisince zehirlendiği iddiaları ortaya atılan Yuşçenko kazandı. Ünlü para spekülatörü Soros’un da desteklediği Portakal Devrimi liderlerinden Yuliya Timoşenko başbakan oldu.(iv)

Ancak Ukrayna’da siyasi kargaşa bitmedi. Parlamentodaki “Portakalcı”lar ikiye bölününce, başkan Yuşçenko seçim kararı aldı. 2007’de yapılan seçimlerde “Portakalcı”ların lideri Timoşenko’nun başbakanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Timoşenko hükümeti, ülkesinin Rusya ilişkileri ile AB’ye üye olma politikaları arasındaki dengeyi korumaya çalıştı ama Yuşçenko ile anlaşmazlığı 2008 yılı eylül ayında hükümetinin düşürülmesine neden oldu.

Hemen ardından yenilenen seçimler sonucunda Timoşenko, Yuşçenko’nun partisi yanında küçük Lytvyn blokunu da yanına alarak kurduğu hükümetle, 2010 yılı Ocak ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimine değin başbakanlığını korudu.

Yanukoviç ve Timoşenko’nun aday olduğu 2010 başkanlık seçiminin ikinci turunda, ülkenin doğusunda yaşayan halkın desteğini alan Yanukoviç % 3.5 dolayında marjinal sayılacak farkla önde çıktı. Uluslararası gözlemcilere göre bir sorun yaşanmayan seçim sonuçlarına itiraz eden Timoşenko, Yanukoviç’in başkanlığını tanımadı. Ancak yüksek mahkeme başbakanı güçlendiren 2006 kararını iptal edince, başkan Yanukoviç beklediği otoriteyi eline geçirmiş oldu.

Böylece, Kırım’daki Sivastopol limanının Rusya’ya verilen kullanma izni  2017’den 2042’ye kadar uzatıldı. Bunun karşılığında da, Ukrayna ekonomisinin can damarı Rus doğal gazı fiyatında indirim sağlandı.

Gücü iyice ele geçiren Yanukoviç’in, ülkesinin Nato üyeliği konusunda ikircikli davrandığını gören AB tarafı, ‘hukukun üstünlüğünün’ korunmasına dair kaygılarını iletmekle yetindi.

Bu arada eski başbakan Timoşenko ve kabinesinin içişleri bakanı Lutsenko, 2009’da Rusya ile yapılan gaz anlaşmasında yolsuzluk yaptıkları iddialarıyla suçlu bulundu ve hapis cezasına çarptırıldı. Batılı gözlemcilere göre bu iddia ve mahkeme kararı büyük ölçüde siyasiydi.

2012 yılı ekim ayında parlamento için yapılan seçimlerde, Yanukoviç’in “Bölgeler Partisi” 185 milletvekili ile çoğunluğu sağladı, Timoşenko’nun Anavatan Partisi 101 milletvekili çıkarınca seçimlerde hile yapıldığını iddia eden Timoşenko hapiste açlık grevine başladı. Ancak uluslararası gözlemcilerin oldukça adil olduğunu bildirdikleri seçim sonuçları bir süre sonra muhalefetin tamamınca benimsendi.

Bu arada, bir süredir AB ile görüşülmekte olan işbirliği anlaşmasının ilk taslağı Ukrayna Parlamentosu ‘Verkhovna Rada’da büyük bir çoğunlukla kabul edildi. (v)

Yanukoviç de bu doğrultuda, AB ile ilişkileri yumuşatmak istediğinin bir işareti  olarak, 2013 yılı Nisan ayında, Timoşenko’nun adamlarından eski içişleri bakanı Lutsenko’nun cezasını affedip hapisten çıkmasını sağlamakla yetindi. Ancak hapisteki Timoşenko için hiçbir şey yapmadı.

Ardından, Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta kasım ayı sonunda imzalanması beklenen anlaşmaya karşı tavır alan Rusya’nın baskılarına daha fazla dayanamayan Yanukoviç, 21 kasım günü, AB ile mutabık kalınan anlaşmayı askıya aldığını AB’ye bildirmek zorunda kaldı. (vi)

Bunun üzerine AB yanlısı kitleler başkent Kiev’de sokaklara döküldü ve Euromaidan’da (Avrupa Meydanı) toplanıp gösterilere başladı. İlk talepleri başkan Yanukoviç ve Azarov hükümetinin derhal istifa etmesiydi. Yükselen sloganlar, hükümetin yolsuzlukları, siyasi gücün kötüye kullanımı, insan haklarının ihlali ve oligarkların gücünün ortadan kalkması taleplerini seslendiriyordu.

On gün sonra, güvenlik güçlerinin şiddetli bir şekilde saldırdığı göstericilerin protestosu iyice yükseldi. İzleyen ocak ayında, hükümetin protestoculara karşı uyguladığı gaddar saldırılarda yaşamını yitirenler oldu. Ülkenin birçok yerinde göstericiler hükümet binalarını ele geçirdi. Şubat ayının ikinci yarısında zirve yapıp “kalkışma” boyutuna yükselen gösterilerde yüz dolayında gösterici ve 13 polis yaşamını yitirdi.

Nihayet 21 şubatta, muhalifler ile Yanukoviç arasında, anayasal reformların yapılmasının ardından, ülkede birliği tesisi edecek hükümetin kurulması için erken seçime gidilmesi konusunda bir anlaşma yapıldı. Nitekim, polis Kiev caddelerinden çekildi ama Yanukoviç ve hükümet üyelerinin çoğu o günün akşamında ülkeden kaçtı.

Ertesi gün toplanan parlamento, Yanukoviç’in görevden alındığını ve ara dönem hükümetinin kurulduğunu ilan etti. Böylece başından bu yana ‘Onur Devrimi’ olarak adlandırılan süreç son buldu. Timoşenko hapisten çıkarıldı.

Şubat ayı sonunda  Rusya Kırım’ı ilhak etti ve Putin’in talebi üzerine Duma (Rusya parlamentosu) mart başında Rus güçlerinin Ukrayna’da kullanılmasına onay verdi. Mayıs ayının ilk haftasında da ülkenin doğusundaki Donetsk ve Luhansk eyaletlerinde yapılan referandum sonucunda bu eyaletler önce özerkliklerini, bir süre sonra da bağımsızlıklarını ilan etti. Böylece iki ülke arasında yakın geleceğe uzanacak savaşın tohumları atılmış oldu.

Bu durumun küresel siyasete yansımalarından biri, Rusya’nın, 1997 yılında davet üzerine girmesi üzerine G8 adını alan Siyasi Forumundan atılması oldu. Söz konusu Forum yeniden G7 haline döndü.

Nisan ayının 17’sinde Rus, Ukrayna, ABD ve AB temsilcileri Cenevre’de bir araya gelip, Ukrayna’nın doğusundaki gerginliği azaltma kararı aldılar.

Mayıs’ın 25’inde Ukrayna’da yapılan başkanlık seçimlerini batı yanlısı oligark Poroshenko kazandı.

Süreç içinde yaşanan en acı olaylardan biri Temmuz’un 17’sinde Malezya Hava Yollarına ait bir yolcu uçağının Ukrayna’nın doğusuna düşmesi oldu. 298 kişinin yaşamını yitirdiği bu kazanın nedenini araştıran  Hollandalı uzmanlar, uçağın Rus malı bir füze ile düşürüldüğünü ortaya çıkardılar.

Poroshenko döneminde, Rusya ile olan gerginliği azaltmak için, zaman zaman Alman Şansölye Merkel ve dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Holland’ın da içinde olduğu Minsk Protokol ve Mutabakatları yapıldı ama her seferinde ateşkesin bozulmasının önüne geçilemedi.

Bu arada dünya medyasına yansıyan “Panama Papers” adı verilen belgelerde oligark başkan Poroshenko’nun da adı çıkınca 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerini, petrol şirketleri ve Privat Bank adlı ülkenin başta gelen bankasının sahibi Ukrayna oligarklarından Ihor Kolomoisky’nin desteklediği  Zelensky kazandı.

Yazının bu aşamasında, bıraktığımız yerden Jeffrey Sachs’ın açıklamaları ve süreçteki gelişmeleri birlikte anlamaya çalışalım.

 

Ukrayna’nın işgaline doğru…

 Sachs’ın sözleriyle devam edelim:

 

“2021’in sonunda Putin, Nato’nun genişletilmemesi konusunda son bir uyarıda bulundu ve 17 aralıkta, ABD/Rusya yeni güvenlik anlaşmasını masaya koydu. Bu anlaşmada, Nato’nun Rusya sınırlarından uzak durması ilk koşul olarak yer alıyordu. Diğeri ise, 1972’de iki ülke arasında yürürlüğe giren Anti-Balistik Füze anlaşmasından, ABD’nin 2002’de tek taraflı çekilmesinin ardından Polonya ve Romanya’ya sevk edilen silahların Rusya’nın sınırlarında güvenlik tehdidi oluşturmasının önüne geçilmesiydi.”

 

Putin’in bu anlaşma talebini bilen Sachs, 30 aralık 2021’de Beyaz Saray’da üst düzeyde görevli eski bir arkadaşını arayarak ona; “Nato genişlemesiyle ilgili Putin ile müzakere edip savaşı önleyin” dediğini ve karşılığında; “hayır, hayır; bildiğin gibi değil, sorunun Nato’nun genişleme politikası ile ilgisi yok. Bu politika ABD Hazinesinin politikasıdır” yanıtını aldığını söyledi.

Ardından, 2022 yılı ocak ayında ABD, Putin’in önerilerini reddettiğini bildirdi.

Şubat ayının 21’inde toplanan Rus Güvenlik Konseyinde, Lavrov’dan  yaptığı son temasların sonucunu isteyen Putin, ABD’nin Nato’nun genişleme konusundaki pozisyonunun değişmediğini öğrenince, “özel operasyonlar” adını verdiği askeri saldırıları başlattı.

 

Değerlendirme..

1985-1991 arasında SSCB’nin başındaki Gorbaçov’a, ardından Rusya Federasyonu ilk başkanı Yeltsin’e danışmanlık yapmış Sachs’ın açıklamalarına bakıldığında, ABD’nin, Ukrayna savaşını kullanarak Rusya’yı, ne şekilde olursa olsun dize getirmek istediği anlaşılıyor.

Aslında bu durum, kökeni 1930’da yaşanan büyük depresyon sürecine kadar dayanan ABD emperyalizminin yakından bilinen dış politikası için yeni de değil!

 

Hatırlayalım!

1929’da New York borsasının çökmesiyle, ülke çapında felaket boyutlarına varan fakirlik ve ülkenin batısına kitlesel göçlere yol açan büyük ekonomik kriz nedeniyle işsizlik %25’in üzerine çıkmıştı. Süreçte, dönemin ABD başkanı Franklin Roosevelt tarafından, Keynes’in teorisi doğrultusunda “New Deal” adı verilen program yürürlüğe konmuştu.

Ancak kısa süreli küçük bir iyileşmenin ardından dört yıl boyunca göstergeler tekrar kötüye gitmeye başlayınca 1937’de işsizlik yüzde 19’a yükselmiş, 2.Dünya Savaşı eşiğine gelinen 1940’da ancak %15 dolayına geriletilebilmişti. (vii)

1940 yılında başlayan savaş sürecinde, Avrupa’da olduğu gibi ABD’de de, savunma harcamalarının artması ekonomide büyük sıçrayışlara neden oldu. Savaşın sonuna doğru 1944’de ABD, dünya silah üretiminin %40’nı yapar hale geldi. Böylece 1939’da 91 milyar $ olan GSMH, 1941’de 126 milyar $, 1943’de 193 milyar $, 1945’de 214 milyar $’a hızla tırmandı. Sivil kesim çalışanlarının sayısı 1939-1944 arasında 8 milyondan, 54 milyon kişiye yükseldi. Aynı dönemde silah altındakilerin sayısı da 350 bin kişiden 11.5 milyona çıktı. Böylece 1944 yılında işsizlik neredeyse yok denecek denli azaldı ve %1.2’ye düştü.

Savaşın, gelişmiş ülkeler sanayi tesislerinin çoğuna büyük zarar vermesinden ötürü, 1947’ye doğru ABD, dünya petrol ve çelik üretiminin 3/5’ini, otomobil üretiminin ise 4/5’ini sağlar hale geldi.

Silah üretiminde dev firmalar ortaya çıktı.10 binin üzerinde işçi çalıştıran işletmelerin oranı %13’den %30’a yükseldi. Bunlar arasından 33 firma silah alım kontratlarının yarısından çoğunu kazanır oldu.

“Askeri Endüstriyel Kompleks” olarak adlandırılarak sonrasında, ABD dış politikasının belirleyici güçlerinden biri haline gelecek olan oluşum işte o günlerde ortaya çıktı. Bunlar, Pentagon’un silah tedarik işlerinin diğer firmalara yayılmasının ve anti-tröst girişimlerinin önüne geçmek için yaptıkları lobilerde başarılı da oldular.

Nitekim General Motors, US Steel, General Electric, Sears, Roebuck gibi kısa sürede devleşen şirketlerin başkent Washington’a getirilen bazı yöneticilerine, “savaş mobilizasyon” çalışmalarının yönetiminde önemli görevler verildi.

Böylece “demokrasi ve özgürlükler şampiyonu” ABD, sonuçta “demokrasinin cephanesi” oldu. Sağlanan ekonomik mobilizasyon sayesinde, Amerikalılar on yıl süren büyük krizden kurtulup, dünyanın liderliğini ele geçirme yolunda önemli bir adım atmış oldular.

Aradan geçen yaklaşık seksen yıl boyunca bu strateji, ABD’nin küresel siyasetinin temeli oldu. ABD’nin doğu yakasındaki merkez ve ülkenin her köşesinde bu merkeze bağlı hareket edenler için Sachs’ın ilginç bir benzetmesini aktarmak doğru olur.

 

Sachs’a göre bunların değişmez siyaseti, günümüzde çok yaygınlaşan bilgisayar oyunlarının en popüler olanlarının başında gelen “World of Warcraft/ Savaş Sanatı Dünyası” adlı oyunun savaşçı kahramanı “kara dragon”  Wrathion’ınkine çok benziyor.

Biden’ın da çoğu başkandan daha uzun süredir içinde olduğu “merkez”in  politikasının en önemli yansıması, dünyanın dört bir yanında kurulan 800 dolayındaki ABD askeri üsleridir. İkinci Dünya Savaşının ardından kurulan bu üsler ile ABD, yerkürenin dört bir yanında çıkabilecek yerel çatışmaları kendi çıkarları doğrultusunda kullanma olanağına sahiptir.

 

Sonuç…

Öyle anlaşılıyor ki, küresel çerçevede “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” doğrultusunda daha iyi bir dünya arayışıyla çalışan Jeffrey Sachs gibiler ne derse desin, İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana dünyanın en büyük süper gücü ABD yönetimini eline geçiren zihniyet (mind-set) bu arayışlara hiçbir şekilde izin vermeyecek.

Nitekim, eski dönemden gelen “askeri endüstriyel kompleks” devlerinin kurduğu Wrathion’a,  Bill Gates, Elon Musk, Jeff Bezos, Zuckerberg vb “bilgi teknolojisi” devleri de dahil olunca, yakın gelecekte dünyanın hangi acımasız rotaya gireceğini tahmin etmek, en azından bu satırların yazarı için olanaksız görünüyor.

Hele, pandemi öncesinden bu yana, ABD’li bilgi teknolojisi devlerince  “The Great Reset – Büyük Sıfırlama ve Yeniden Düzenleme” adı altında, ilk bakışta pek masum görünmeyen projeler dillendirildiğinde kaygılanmamak mümkün değil.

Ukrayna örneğinde görüldüğü gibi, ABD’nin plutokratik yapısının geldiği aşamada umudu korumak bir hayli güç olsa da, Jeffrey Sachs’ın sözlerinin sonunda söylediklerine kulak vererek yazıyı bitirelim.

 

Eksen Çağı bilgelerinin üçüne atıfta bulunan Sachs sözlerine şöyle son veriyor:

”Aristoteles insanın hayvani iç güdüler yanında akıl ile donatıldığını ve aklın siyaset dahil yaşamın her alanında kullanılması ile insanın saygınlığını koruyan düzenler geliştireceğine işaret eder. Diğer bilge Buddha da insanın ızdıraptan kurtulmasının sevgi, acıma, merhamet ve yardımseverlik ile mümkün olacağın söyler. Konfiçyüs ise yaşamın temelinin erdem olmasından ötürü, insanın başta gelen görevinin erdemi filizlendirme  olduğuna işaret ederek ‘dört denizde yaşayan insanlar arasında fark yoktur, bütün insanlar aynıdır’ diye devam eder.”

”Umalım ki, İ.Ö.600-500’ler dolayında belirginleşen eksen çağı bilgelerinin hümanist çizgide ürettikleri düşünceler, başta ABD yönetimini ellerine geçirenler olmak üzere dünyadaki bütün siyasetçilere ışık tutar.’

 

 

(i)   Qiu, J., ‘Asian Nobel’s will bring prize-giving up to date’, nature,

30 January, 2013.

(ii)   sdsnusa.org

(iii)  Simon,G., Ukraine and Russia: Two Countries-One Transformation,

https://about.jstor.org/terms

(iv)  Britannica, “Ukraine-The Orange Revolution and Yuschenko

Presidency.

(v)   Parliament passes statement on Ukraine’s aspirations for European

Integration, kyivpost.com, February 22, 2013.

(vi)  Kononczuk, W., “Ukraine withdraws from signing the Association

Agreement in Vilnius: The motives and implications”, OSW Center

for Eastern Studies, 27-11-2013.

(vii) “World War II And The Ending of The Depression”,

ENCYCLOpedia.com, Economics.

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları