29 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- SUUDİ ARABİSTAN VE BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ ÜZERİNDEN GÜÇ DENGELERİNE BİR BAKIŞ

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- SUUDİ ARABİSTAN VE BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ ÜZERİNDEN GÜÇ DENGELERİNE BİR BAKIŞ

Eklenme : 05.08.2023 - 18:20

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- SUUDİ ARABİSTAN VE BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ ÜZERİNDEN GÜÇ DENGELERİNE BİR BAKIŞ

 

 

 

Erdoğan, seçim sürecinde finansal destek aldığı  Körfez Ülkeleri’ne “teşekkür” için gideceğini söylemişti. Ancak bu bahane ile geçen ayın ortalarında çıktığı gezinin yeni kaynak arayışı olduğu bilinen bir gerçekti.

Nitekim gezi öncesinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı başta olmak üzere, Maliye ve Hazine Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı, Suudi Arabistan Krallığı (KSA) ve Birleşik Arap Emirliği’ne (BAE) hazırlık çalışmaları yapmak üzere gönderildi. Erdoğan onlardan aldığı raporlar doğrultusunda olmalı ki, giderken sorulan soru üzerine, “biz neyi satacağımızı biliriz” sözlerine, “değerli varlık” anlamına gelen “bazı assetlerimiz var” sözlerini ekleyerek, “yeterli kaynak temin edileceği umudu içinde olduğunu” ifade etti.

 

Erdoğan’ın dövizle mücadelesi

Bilindiği gibi, Türkiye’nin döviz açlığı, öteden beri hiç bitmeyen sorunlarının başında gelmiştir. Erdoğan’dan önceki son kriz, 2001’de Ecevit hükümetinin son döneminde yaşanmış; ekonomi yönetiminin başına getirilen Kemal Derviş’in hazırladığı program ile krizden çıkılma sürecine girilmişti. 2002’de seçimi kazanan Erdoğan’ın  Derviş programını uyguladığı ilk on yılda ekonomide döviz sorunu yaşanmadı. Hatta iş dünyasının bazı kesimlerinde 1$=1TL beklentileri bile dile getirilmeye başlamıştı.

Ancak, 2008’de ABD’de başlayan finans kriz küreselleşince, 1.2 TL/$ seviyesine kadar inen kur, bir anda 1.7 TL/$’a çıkarak o günlerin rekorunu kırmıştı. Ekonomide kısa süreli daralma ardından yüzde %4’ler dolayında seyreden büyüme 2016’ya kadar sürdü. 2016’nın 15 Temmuz’unda yaşanan darbe girişiminin de etkisiyle ekonomi yeniden daralma sürecine ve döviz krizine girdi.

Nitekim Erdoğan, 2016 yılında Kayseri Sanayi Odası’nda iş insanlarına hitaben, “şu anda tulumbada su yok; doldurmak lazım; suyu koyarsan tulumba kuyudan su çekmeye başlar; 2-3 yıl içinde bu iş tam yoluna oturana kadar bu kararlılığımızı gösterelim” sözleriyle seslendi. (i)

Yurttaşların ellerindeki dövizi bozdurup TL’ye geçmeye çağrılmaları da tam bu aşamaDa oldu. Rekor üzerine rekor kıran dolar  2017 sonunda 4 TL’ye, 24 haziran 2018 cumhurbaşkanlığı seçimi ardından ise 5 TL’ye yükseldi.

Kuru tutmak için Merkez Bankası Başkanları değiştikçe faizlerde dalgalanmalar yaşandı. Bu süreçte ABD Başkanı Trump ile girilen Rahip Bronson tartışmasını da hatırlayalım. Sonrasında TL’de kayıplar sürdü ve 2019 yılını 6 TL/$ dolayında kapatan kur,  2020’nin sonunda 7.40 TL/$’a dayandı.

2021 Kasım ayında yapılmak zorunda kalınan %40’ın üzerindeki devalüasyon, havuz medyası dışındaki medyada son yirmi yılın en kara günü olarak kayıtlara geçti. Böylece kasım başında 9.5 TL olan kur 14.00 TL’ye yükseldi. 2022 yılında da yeni rekorlarla 19.00 TL’yi aşan kur, yılı bu düzeyde kapattı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunun yapıldığı 28 Mayıs tarihine kadar, Erdoğan’ın da işaret ettiği gibi “dost” Arap ülkelerinin TCMB’na verdikleri destek ile sabit tutulmaya çalışılan kur, seçimin ardından iki ay içinde %30 dolayında yükselerek temmuz sonu itibariyle 27 TL’ye dayanmış bulunuyor.

Yani kur 3.5 TL dolayındayken, “tulumba”nın boşaldığını söyleyip yurttaştan destek talep eden Erdoğan, aradan geçen yedi yılda ne yazık ki, kötü gidişi engelleyemedi ve TL/$ kuru yedi yılda yedi kattan fazla artış göstermiş oldu.

Ekonomi üzerinde ileri gidip haddimi aşmak istemem. Ancak bu olumsuz sonucun başta gelen nedenlerinden birinin, en baştan bu yana Erdoğan’ın çevresinde yer alan bazı “iktisatçı”ların, “Fisher Etkisi” diye bilinen kuramı, “geçerlilik koşullarını” dikkate almadan, Erdoğan’ın “nas” takıntısını da tatmin edecek şekilde kötüye kullanmaları olduğunu düşünmekteyim.

Sonuçta uzun süre boyunca, “kur ile mücadele”de başarılı olamayan Erdoğan, düne kadar ağır eleştirilerde bulunduğu iki Arap ülkesini ziyaret etmek zorunda kaldı.

Ziyaret ile ilgili net bilgilere ulaşılamasa da, özellikle BAE’den yüklü miktarda (51 milyar $) kaynak temin edildiği haberleri özellikle havuz medyasında yer aldı.

Söz konusu iki zengin Arap ülkesinden, neyin karşılığında, ne kadar döviz  geleceği; gelecek dövizin hangi derde deva olacağı; ekonominin sonunda nereye yönleneceği gibi başlıkları konunun uzmanlarına bırakarak, Körfez’in bu iki ülkesi arasında son yıllarda kızışan rekabete ve bu rekabetin, Orta Doğu’nun yakın geleceğindeki olası etkilerini kestirmeye çalışalım.

 

KSA-BAE rekabetinin arka planı

Dışarıdan, özellikle batıdan bakıldığında bir madalyonun iki yüzü gibi görünen bu ülkeler arasında, öncelikle Körfez, ardından Arap dünyası liderliği için epeydir uç veren rekabetin son zamanlarda çok ciddi ayrışmalara neden olduğundan söz ediliyor. (ii)

Hatırlanacağı gibi, başkan Biden’ın geçen yılın temmuz ayında KSA’nın Cidde kentinde buluştuğu MBS, çok geçmeden aralık ayında Çin lideri Xi Jinping’i ağırladı.

Bu iki buluşma, MBS’in, 2018 yılı Ekim ayında gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın, KSA’nın İstanbul konsolosluğunda öldürüldüğünün ortaya çıkmasının ardından uğradığı uluslararası izolasyondan kurtulmasına ve tahtın sahibi olarak Orta Doğu’nun en güçlü adamı olma hırsının artmasına yaradı. (iii)

Diğer yandan bu durum, MBS’in, Veliaht olduğu 2015’den bu yana  kendisine mentorluk yapan BAE başkanı 60 yaşlarındaki Muhammed bin Zayed (MBZ) ile sekiz yıl boyunca süren  “Arap kardeşliği”ni bir hayli yıpratmış görünüyor.

Öteden beri, Arap ülkeleri liderlikleri arasındaki “Arap kardeşliği” kavramının kırılganlığı bilinen bir olgudur. Sürtüşmenin tarihi köküne bakıldığında sürecin, BAE’nin bağımsızlığını kazandığı 1971’den önceki sınır anlaşmazlıklarına kadar dayandığı anlaşılıyor.

Buna son yıllarda, küresel petrol pazarında ortaya çıkan belirsizlikler ve  jeopolitik alandaki sarsıntılar yanında, her iki ülkenin kendilerine biçtiği ulusal misyonlar arasındaki farklar da eklenince, her ne denli saklanmaya çalışılsa da Arap ülkeleri arasındaki gerilimin yükselmesi yeni bir olay değildir.

Nitekim 2009’da, GCC (Körfez Ülkeleri Konseyi) Merkez Bankası’nın Riyad’da kurulmasına  BAE karşı çıkmış ve söz konusu banka kurulamamıştı.

Son dönemin gerilimi 2021’de, OPEC+ ülkelerinin petrol üretimlerini kısmalarına öncülük eden KSA’ya, BAE’nin itirazıyla ortaya çıkmıştır. Sonunda bir şekilde anlaşma sağlanmıştır ama BAE bu çıkışıyla asıl amacına ulaşmış ve KSA’nın örgütteki üstünlük iddiasını sarsmıştır.

İki ülke arasındaki rekabet petrol dışındaki sektörlerde ekonomilerini çeşitlendirip modernize etme alanında da kendini göstermektedir. Nitekim, MBS, halen Orta Doğu’nun en önemli iş ve lojistik merkezlerinden biri olan BAE’ye meydan okuyacak yatırım kararları almıştır.

Bu çerçevede, 150 milyar $ dolayındaki bir yatırım ile KSA’yı bölgenin hava ve deniz “lojistik merkezi” haline getirecek projeye başlanmıştır. Geçen mart ayında açıklandığı üzere, Riyad Hava Yolları adında kurulacak ikinci havayolu şirketi için, ilk planda 72 adet Boeing 787 Dreamliner tipi uçak satın almak üzere Kraliyet Yatırım Fonu harekete geçmiştir. Bu büyük yatırımla BAE’nin Emirates ve Etihad Hava Yolu şirketlerine meydan okumaya hazırlandığı anlaşılmaktadır.

Yabancı yatırımcıları desteklemek suretiyle onların KSA’da işyeri açmalarına fırsat tanımak, MBS’in, BAE ekonomisine meydan okuduğu diğer alan olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede BAE ekonomisinin ana damarlarından biri olan “serbest bölgeler”i baltalamak üzere, bu bölgelerden KSA’na yapılacak ithalata yeni engelleme kararları alınmıştır.

Özellikle İsrail çıkışlı ürünlerin girdi olarak kullanıldığı mallarda bu engellemeler çarpanlarla arttırılmaktadır. MBS böylece, 2020 yılında Trump’ın girişimiyle BAE ve İsrail arasında oluşan “Abraham Anlaşmaları” çerçevesindeki ticari ilişkilere ket vurmak istediğini göstermektedir.

 

 Rekabetin siyasi boyutu..

 Bir zamanlar bölgesel stratejik ve politik konularda sıkı birliktelik sergileyen bu iki ülke arasında, bu açıdan da çatlaklar oluştu. Bu konuda en tipik örneklerden biri Yemen üzerinde baş gösteren ayrışma  oldu.

Sürecin başlarında iki ülke de, uluslararası platformun tanıdığı başkan Hadi’yi destekleyerek, ülkenin kuzey halkı, Şiiliğin Zeydi kolundan İran destekli “isyancı” Houthi’leri geriletmek için işbirliği yaptı. Ancak BAE’nin amaçlarının başında, politik islamcıları etkisizleştirmenin yanında, Yemen sahiline yakın ticari deniz yolu civarında, Kızıl Deniz’in güneyindeki Bab el-Mandab girişinin kontrolu gelmekteydi. Nitekim, Yemen Hükümeti ve destekçisi KSA’nın tepkisine karşın BAE, Aden Körfezi’ne girişi kontrol eden Yemen’in Socotra adasında ve Bab el-Mandap boğazı içindeki Mayun’da bir hava üssü kurdu.

İki ülke arasındaki bir başka kırılma BAE’nin Abraham Anlaşması çerçevesinde İsrail ile kurduğu ilişki yüzünden meydana geldi. Nitekim, İsrail ile BAE arasında karşılıklı ticareti on yıl içinde 10 milyar $ düzeyine çıkaracak anlaşma 2022’nin mayıs ayında Dubai’de imzalandı. Bu anlaşma İsrail’in bir Arap ülkesi ile yaptığı ilk serbest ticaret anlaşması oldu.

 

ABD ile ilişkilerdeki farklılık..

 KSA veliaht prensi MBS’in Biden ile ilişkileri son zamanlarda pek iyi değilken, BAE’nin ise, bir  taraftan Rusya ve Çin ile kurduğu ilişki yüzünden, Washington’un eskisine göre biraz daha mesafeli yaklaşmasına neden olsa da, bölgede KSA’a nazaran ABD’nin daha güvendiği ortağı konumunu koruduğu söylenebilir.

Nitekim BAE, bölgede ABD silahlarını en geniş çapta kullanan ülke olması yanında, ABD’nin Afganistan, Kuveyt, Irak ve Sırbistan’daki, Nato’nun da  Libya’daki hava operasyonlarına katılmış olup, El-Dhafra hava üssünde 5 bin  ABD askerini “ağırlamaya” devam etmektedir. ABD ile askeri işbirliğinde bu kadarla da kalmayan BAE, bölge denizlerindeki ABD 5.Filosuna da Jebel Ali limanında destek hizmeti sağlamaktadır.

Diğer yandan, MBS’in kaprisli siyaseti ve ne denli kamufle etmeye çalışırsa çalışsın, ABD karşıtlığı politikası ile mukayese edildiğinde, BAE-ABD ilişkisi sürmektedir. Bunun bir örneği, Trump döneminde, yüksek teknoloji ile donatılmış 50 adet  F-35 askeri uçağı ile 18 adet MQ-9 Reaper dronunun BAE’ne satılması kararının Biden yönetimince de benimsenmiş olmasıdır.

Nitekim, geçen yılın temmuz ayında BAE başkanı Muhammet bin Zayed Al Nahyan (MBZ) ile Cidde’de bir araya gelen Biden, övgüler yağdırdığı muhatabını Washington’a davet ederken, aynı daveti KSA’nın MBS’ine yapmamıştır.

 

Kısa ara değerlendirme…

 Dünyanın en zengin petrol ve doğal gaz yataklarının bulunduğu Körfez’de, bir süre öncesine değin lider ülke olarak kabul gören KSA’nın karşısına, son birkaç yıl içinde BAE’nin çıktığı görülüyor. İki ülke liderliklerinin de, kendi “Vizyon 2030” programları çerçevesinde toplumlarını şimdiden   “petrol sonrası” döneme hazırlama faaliyetlerine yoğunlaştığı anlaşılıyor.

Yapısal olarak iki ülke arasındaki önemli fark, BAE’nin, federatif biçimde bir araya gelen yedi emirlikten oluşan bir “seçimli” monarşi olmasına karşın, KSA’nın adında da yer alan bir hanedanın monarşisi olmasıdır.

Yeri gelmişken, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerine BOP ile “demokrasi” götürme iddiasının, bölgenin birçok ülkesini istikrarsızlığa sürüklemesine neden olan ABD’nin, petrol zengini Körfez ülkelerindeki monarşik diktatörler ile işbirliğinde sakınca görmemeye devam etmekte olmasını not edelim.

 

Son değerlendirme..

 Geçen yüzyılda yaklaşık yarım yüzyıl süren ABD/SSCB bloklaşması ile başlayan soğuk savaşın, yüzyılın bitişine yakın sona ermesinin ardından küresel olarak yeni bir döneme girildi.

Bu dönemin en belirleyici unsurlarından biri, geçen yüzyılda ABD’de yoğunlaşan bilimsel araştırmaların sonunda IT (Bilgi Teknolojileri) alanındaki gelişmeler oldu. Bu gelişmelerin batı bloku ülkeleriyle sınırlı kalacağı düşünülürken, yeni yüzyılın ikinci çeyreğine doğru Çin’e sıçraması küresel dengeleri büyük ölçüde etkiledi.

Geçen yılın şubat ayında başlayan Ukrayna savaşını araçsallaştıran ABD, artık eski gücünü bir hayli kaybetse de, nükleer silah üretimi konusunda hala dünyanın en güçlü ülkesi Rusya’yı çevrelemek için AB ülkeleri sırtından Nato’yu yeniden güçlendirirken, Rusya/Avrupa arasında kurulmakta olan bağları şimdilik bloke etmiş  görünüyor.

Çin’i ise, Avustralya, Japonya, Güney Kore vb pasifiğin güçlü ülkeleriyle kurduğu yeni bağlantılarla çevrelemeye çalışan ABD’nin, bu açıdan başarılı olabilmesi için Hindistan’ı da çevrime katması gerekiyor. Henüz bu konuda pek başarılı olduğuna dair yeterli delil ise görülmüyor.

Buna karşılık Çin’in başkanı Xi Jinping, Deng Xiao Ping’den beri ülkesine hakim olan Çin Komünist Partisi yönetimi altında kapitalist üretim ilişkileri modeliyle yaratılan kaynakları, “Belt & Road Initiative- Kuşak ve Yol Girişimi” adını verdiği proje üzerinden  “soft power-yumuşak güç” yöntemini de kullanarak kendine alan yaratmayı sürdürüyor.

BAE ve Katar Emirliği gibi ülkeler ise, zenginliklerinin kaynağı fosil yakıtların bir gün tükeneceği bilinciyle, bir taraftan ülkelerini küresel turizmin önemli uğrak yerlerinden biri haline getirirken, gençlerini, hem batının gelişmiş ülke üniversitelerinde, hem de o üniversitelerin Arap ülkelerindeki kampuslarında yüksek donanım ile yetiştiriyorlar. Böylece kendi ülkelerindeki yatırımlar yanında, batılı gelişmiş ülkelerdeki yatırım fonlarına yatırdıkları paralarını en rasyonel biçimde kullanıyorlar.

Son olarak bize gelince, bir zamanlar gördüğümüz “Osmanlı’yı ihya” rüyası gerçeğe toslayınca, milyonlarca sığınmacı ile baş başa kalıp, bir taraftan hiper enflasyon sarmalı ile halkın sırtından yaratılacak kaynakla ve diğer yandan kalan “asset”lerimizi pazarlamaya çalışarak dibi delik tulumbayı dolduracağımızı umuyoruz, diyerek yazıyı sonlandıralım.

 

  • NTV Ekonomi Haberleri, 04.12.2016.
  • Dune, C.W., Arab Center Washington DC, Jul 6, 2023.
  • Sallon, H., “Bin Salman vs bin Zayed”, Le Monde, August 3, 2023.

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları