24 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- UKRAYNA SAVAŞI GÜNLERİNDE BİR ÜTOPYA

Ana Sayfa » DÜNYA » SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- UKRAYNA SAVAŞI GÜNLERİNDE BİR ÜTOPYA

Eklenme : 18.04.2022 - 11:05

SÖNMEZ ÇETİNKAYA YAZDI- UKRAYNA SAVAŞI GÜNLERİNDE BİR ÜTOPYA

 

Geçen şubat ayı sonlarında, Putin’in Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan ve giderek şiddetlenerek büyük insani dramların yaşandığı savaşın ikinci ayındayız. İlk haftalarda, televizyonların ilk sırada uzun uzun yer verdiği  savaşa dair dayanılmaz görüntüler eşliğindeki haberler, son günlerde normal haberler arasında yer bulmaya başladı.

Küresel kapitalist toplumların bireyleri olarak, hemen her şeyi kolayca ve kısa sürede tükettiğimiz gibi, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde insanlığa karşı en ağır suçların işlendiği bu süreci de kendi haline bırakıp, tüketmek üzereyiz.

Halbuki, AP ve BBC gibi güvenilir haber kaynakları, savaşın seyrini ilgilendiren gelişmeleri kendi haber bültenlerinde aktarmaya devam ediyor. Nitekim AP’nin sahadaki muhabirleri dün geçtikleri haberde, Putin’in ordularının, Ukrayna’nın başkenti Kiev çevresinden çekilmesinin ardından yapılan aramalarda, infaz edilmiş 900 dolayında  Ukraynalının cesetlerinin bulunduğunu bildirdiler.

Aynı ajansın muhabiri Evgeniy Maloletka, ülkenin batısındaki Lviv kentinden verdiği haberde, bir süre önce kuzeyde ailesi ile içinde bulunduğu arabalarıyla kaçarken isabet eden bir bomba nedeniyle hayatını kaybeden eşi ve kızının cenaze töreninin görüntülerini, birlikte kurtulup kaçtığı bir yaşındaki kızı ile 500 km uzakta cep telefonundan izleyen bir kadının çektiği acıyı yazdı.

Diğer yandan, aynı ajansın bir başka muhabiri Adam Schreck de,  BM Milletler Dünya Gıda Programı Direktörü David Beasley ile yaptığı görüşmeden edindiği izlenimlere göre, Putin’in ordularının kuşattığı Mariupul kentinde, hala tahliye edilemeyen 100 binin üzerindeki Ukraynalının açlık ve susuzlukla karşı karşıya olduğu bilgisine yer verdi haberinde.

Ancak bu büyük insani dram haberleri, ne yazık ki artık, medyada rast gelindiğinde, herhangi bir günlük olay gibi birkaç saniyede okunup veya izlenip geçilen olağan vakalar haline büründü.

BM’de, başta Genel Sekreter Guterres’in, arada bir ekranlara gelen konuşma görüntülerinde, “insani yardım” girişimlerini anlatmaktan öte, bırakın kanlı süreci durduracak bir umut ışığı yakmasını, Rusya’nın Güvenlik Konseyi daimi üyesi sıfatı ile kullandığı veto nedeniyle bir kınama bildirisi bile yayınlamaktan aciz kaldıklarını gösteren ruh halini izlemek gerçekten çok üzücüydü.

Diğer yandan, başta Almanya olmak üzere bazı AB ülkelerinin, savaştan kaçan Ukraynalılara sınırsız bir şekilde kapılarını açmalarından başka ellerinden bir şey gelmemesi, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde, insanlık adına başka bir utanç göstergesiydi.

Yaşanan katliamın esas tarafları olan Pentagon ve Putin’in ise, savaşın dozunu gidererek attıran söylem ve eylemlerinin yarattığı dehşet ve onun kahreden görüntüleri tarihteki yerini almak üzere sürüyor.

En kötüsü de, tarihin derinliklerinden gelen birikimlerle, çağımızda yakalanan bilim ve teknolojideki inanılmaz gelişmeleri üreten zihinlerin, böylesi bir kanlı sürecin önüne henüz  geçememiş olması!  Nitekim, savaşın müsebbibi insanlık düşmanı tarafların, savaşın ortalarına doğru bir ara dillendirdikleri nükleer silahların kullanılması ihtimali bir kabus olarak zihinlerdeki yerini koruyor.

Koruyor! Çünkü, 1970’lerde, büyük kayıplarla yenilip sonlandırmak zorunda kaldığı Vietnam Savaşı ertesinde büyük prestij kaybına uğrayan Pentagon, 1989’da ABD başkanlığına seçilen eski CIA başkanı George H.W.Bush’un (baba Bush) göreve başlamasıyla aradığı fırsatı tekrar yakalamıştı. Buradan hareketle hiç vakit kaybetmeden, 1990’da zamanın Irak başkanı Saddam’ın Kuveyt’i işgalini gerekçe göstererek ülkenin bombalanması bölgeyi bir anda kan gölüne çevirmişti.

 Tam da bu noktada, bu bağlamda, ülkemizin son otuz yılına damga vuran gelişmelerdeki payını anlamak için bir parantez açıp, o günlerde ülkemizin CB’lığı koltuğunda oturma fırsatını yakalayan (Müslüman)  Özal’ın, o süreçte izlediği siyaseti hatırlatmak yerinde olur. Nitekim, Özal, oturduğu koltuğun ilk ve esas sahibi ATATÜRK’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesini aklına bile getirmeyerek, (evangelist) Bush’un ilk sıradaki destekçileri arasında yer almaktan kaçınmadı. Ardından da ülkede savunma sanayii kamuflajı altında yol verdiği silah üretimi tam bir fetiş haline geldi. Bunu hatırlattıktan sonra şimdi konumuza dönerek soralım!

 

Nedir bu vahşeti körükleyen ilkel güdü?

 Bu sorunun yanıtı üzerinde düşünmeden önce, çağımıza dair birkaç tespiti gelin birlikte yapalım.

Dünya Sanat ve Bilim Akademisi üyesi Augusto Forti’nin özlü sözüyle, “şeylerin ardında yatanı (hakikati) keşfetmeye yönelik olarak bilimin bir eşi daha olmadığı” gerçekliğinin büyük ölçüde kavrandığı bir çağdayız.

Bu sözlerin söylendiği günlerden bu yana geçen yaklaşık yirmi beş yılda bilim ve teknolojinin inanılmaz gelişmeler göstermesi sayesinde, son yirmi yıldır “iletişim çağı” adı verilen sürece girdik. Şimdi artık, dünyanın bir ucunda olan bitenden, diğer ucundaki, anında bilgi sahibi olmakla kalmıyor, tepkisini de iletebiliyor.

Ne yazık ki, bu son derece elverişli küresel teknolojik altyapı, Putin’in Ukrayna’yı kana bulayan saldırısına karşı küresel bir karşı çıkış için yeterli düzeyde kullanılmadı. Üzerinde düşünülmeyi hak eden bir diğer olgu da bu olsa gerek.

Hem başlıktaki sorunun yanıtı,  hem de bu olgunun nedenleri üzerinde düşünürken, yıllar önce okuduğum bir pasajı hatırladım. Macar (Yahudi)  asıllı, İngiliz fizikçi-elektrik mühendisi, holografiyi bulan, 1971 yılında Nobel Fizik Ödülünü kazanan Denis Gabor’un ödül töreninde yaptığı konuşmadan bir pasajdı hatırladığım. Şöyle demiş Gabor : “Bizim şimdiki medeniyetimiz maddi açıdan olağanüstü başarılı bir teknolojiye yaslanıyor; ama manevi açıdan pratik olarak yasalanabileceği hiçbir şey yok.”

 

Ne yazık ki, YOK!

 Bana göre, Gabor bu sözleriyle dinleri reddetmiyor. Gözlemleri üzerinden, insani bir arayışla bir yetersizliği dile getiriyor. Gerçekten de, tarihin derinliklerinden bu yana, maneviyat açısından bir hayli işlev görmüş olan semavi dinler, aynı zamanda bırakın diğer din mensuplarıyla, kendi içindeki hizipler, mezhepler arasında da siyasi kanlı çatışmalarda araçsallaştırılmış.

Ne yazık ki, bu araçsallaştırmanın geçen yüzyılda olduğu gibi,  bilim ve teknolojide onca gelişmeye karşın, 21.yüzyılda da sürmesine tanık olmak son derece kaygı verici.

Özellikle geçen yüzyılın başlarında yaratılan Arap-İsrail, Hindu-Müslüman çatışmalarının bırakın önüne geçilmesini, körüklenmesi nedeniyle yüzyılımıza sarkması dehşet verici.

Hele yüzyılın başında, nedeni ve nasılı hala belirsiz ABD’deki ikiz kulelere saldırı bahanesiyle, dönemin başkanı Oğul Bush’un “Haçlı Seferi” yüzünden akan kanlar hala kurumadı. Ardından gelen başkanların da, aynı doğrultuda ABD derin devletinin başı Pentagon’un güdümünden kurtulamamalarının, özellikle çevremizdeki ülkelerde sonuçlarına hala tanık olunması da, aynı araçsallaştırmanın sonuçları biçiminde değerlendirilebilir.

 

Sonuç

Dünyada yaşamı büyük ölçüde güçleştirecek İklim Krizi’nin eşikte olması nedeniyle, küresel kaynakların uluslararası işbirliğiyle bu varoluş sorununa tahsis edilmesi akılcılığı yerine, tam tersine Ukrayna Savaşı ile nükleer tehdit boyutlarına varan bir sürecin körüklenmesinin, en hafif sözle, başta ABD ve Rusya’yı yöneten kirli egolu muhteris siyasetçilerin, vicdani körlük içine sürüklendiklerini ortaya çıkardığı anlaşılıyor.

O yüzden Einstein’ın geçen yüzyılın ortalarında müthiş bir uz görüyle ortaya koyduğu “Dünya ya bir olacaktır; ya da yok olacaktır” sözlerinden esinlenerek küresel yok oluşun önüne geçmek için, insani yönü güçlü bir vicdan anlayışı, başta siyasetçiler olmak üzere bütün dünyalılara aşılanması ivedi bir büyük sorun haline gelmiştir.

Bir başka sözle;  semavi dinlerin ve felsefi görüşlerin güçlü ahlaki doktrinlerinden esinlenen, ancak din adına çatışmaları şiddetle reddeden yeni bir maneviyat inşası sorunu, 21.yüzyıl insanının yaşamsal sorunu haline gelmiş bulunmaktadır. Bu sürece bir ad vermek gerekirse, “Seküler Maneviyat İnşa Süreci” veya benzeri bir kavramsallaştırma çerçevesinde özleştirmek mümkündür!

 Son söz: Bu yaklaşımımın, okurların bazılarınca ütopik olarak değerlendirileceğinden kuşkum yok. Ancak yetersiz siyasetçiler elindeki dünyanın distopyadan distopyaya sürüklendiği son yüzyıllık dönemin ardından, bir de ütopyamız olsun istedim. Hepsi bu!

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları