19 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

ÜÇ FİDANIN KATLEDİLMESİNİN 50. YILI

Ana Sayfa » GÜNCEL » ÜÇ FİDANIN KATLEDİLMESİNİN 50. YILI

Eklenme : 06.05.2022 - 8:31

ÜÇ FİDANIN KATLEDİLMESİNİN 50. YILI

1968 isyanının devrimci önderlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın 6 Mayıs 1972 idam edilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 6’ncı Filo’yu denize döken; emperyalizme, faşizme, savaşa, açlığa, yoksulluğa karşı mücadele bayrağını ellerinden düşürmeyen Üç Fidan’ın mücadelesi bugüne ve geleceğe ışık tutmaya devam ediyor.

Üç Fidan’ın geriye bıraktığı gelenek kök salarak derinleşirken Denizlerin idamını engellemek için Mahir Çayan ve 9 yoldaşının gösterdiği büyük dayanışma bugün de sosyalist hareketlere ilham veriyor. O günlerde Denizlerle mücadele eden de onların isimlerini onurla taşıyan bugünün gençleri de aynı kararlılıkla ve coşkuyla Üç Fidan’ın sosyalizm idealini bayrak yapmayı sürdürüyor. Üç Fidan, bugün İstanbul Dolmabahçe’de, mezarları başında ve pek çok kentte anılacak.

en-uzun-kosu-devam-ediyor-1011697-1.

Deniz Gezmiş

Ankara Ayaş’ta 1947’de doğan Deniz Gezmiş, devrimcilerle lise yıllarındayken tanıştı. 1965’te Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. 1968’de 6. Filo protestolarına katıldı, İstanbul Üniversitesi’nin işgaline liderlik etti. 28 Kasım 1968’de ABD büyükelçisinin İstanbul’a gelişini protesto etmek amacıyla düzenlenen eylemde tutuklanıp serbest bırakıldı. Filistin’de eğitim aldı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu (THKO) kurdu. 1971’de 4 Amerikalıyı kaçırdı. 12 Mart Muhtırası’nın ardından idama mahkûm edildi. Deniz Gezmiş, son sözleri şöyle: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!”

en-uzun-kosu-devam-ediyor-1011698-1.

Yusuf Aslan

Yozgat’ta 1947’de doğan Yusuf Aslan, 1966’da ODTÜ’ye girdi, devrimci mücadeleye katıldı. ODTÜ işgalinin önde gelen isimlerinden olan Aslan, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Komer’in arabasının yakılması eylemine katıldı. Daha sonra Filistin’e gitti. Aslan, 16 Mart 1971’de Deniz Gezmiş’le birlikte Nurhak’a giderken Sivas Şarkışla’da kolluk kuvvetleriyle girdiği çatışmada vuruldu. Tedavisi sonrasında Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılanan Aslan, idam cezasına mahkûm edildi. Aslan’ın son sözleri, “Ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Halkımızın hizmetindeyiz. Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” oldu.

en-uzun-kosu-devam-ediyor-1011699-1.

Hüseyin İnan

Sivas’ta 1949’da doğdu ve 1966’da ODTÜ’de okurken devrimci mücadeleye katıldı. 6’ncı Filo eyleminin düzenleyicilerinden olan İnan, toprak işgalleri gibi eylemlerde yer aldı. ODTÜ Hazırlık boykotunun örgütlenmesine önderlik etti. THKO’nun çekirdek kadrolarından olan İnan, Filistin’e eğitim kamplarına gitti. Şubat 1970’te Türkiye’ye geri döndüğünde Diyarbakır-Antep yolunda bir otobüste yakalandı. Diyarbakır’da devam eden yargılama sonunda Ekim 1970’te tahliye oldu.

23 Mart 1971’de Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde düştükleri pusuda yakalandı ve Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi idama mahkûm edildi.

Gençlik, yollarında

68 Gençlik Hareketi önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edilişlerinin 50’nci yılında ABD 6. Filo askerlerinin denize döküldüğü İstanbul Dolmabahçe’de saat 17.00’de anılacak. “Gençlik Denizlerin yolunda” diyen gençler, şunları söylüyor:

Utku Özay: Denizlerin, Mahirlerin tam bağımsız Türkiye şiarıyla öne çıkan mücadelesinin temel amacı, dünya halklarının baş düşmanı ABD emperyalizmini ve onun savaş gücü NATO’yu ülkemizin dört bir yanından kovmaktı. Bugünün devrimci gençleri olarak onların bıraktığı yerden emperyalist güçlerin, kan emicilerin bu topraklardaki saldırganlığıyla yarattığı karanlığa karşı antiemperyalist mücadeleyi tam bağımsız Türkiye talebiyle örmekten geçtiğini biliyoruz.
Yanı başımızdaki emperyalist müdahalelere ve savaşlara karşı çözüm yolunun Denizlerin de uğruna darağacına gittiği bağımsızlık mücadelesini daha da ileriye taşımak olduğunu bir kez daha dile getiriyoruz.

Elif Üçerli: Denizler ve 68 kuşağı bu memlekette gençlik hareketini antiemperyalist ve antifaşist devrimci bir çizgiyle buluşturdu. ABD emperyalizmine, NATO’ya ve yeni sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi verdiler. Faşizme karşı omuz omuza devrimci dayanışmayı büyüttüler.

Bugün onları maceracı birkaç genç gibi göstermek isteyenlere, bir nostaljiden ibaret görenlere karşı, Denizlerin devrimci mücadelesinin hâlâ yaşadığını söylüyoruz. Bu mücadeleyi irade, disiplin, cüret diyerek yıktığımız Taksim barikatlarında, faşist çetelere karşı kampüslerimizde, emperyalizm ile yerli işbirlikçisi AKP’ye karşı bulunduğumuz her alanda sürdürüyoruz.

Evrim Saldıran: Bugünden baktığımızda Denizlerin mücadelesinin ne kadar güncel ve ülkemiz açısından ne kadar zorunluluk olduğunu görebiliyoruz. Denizlerin yükselttiği bağımsızlık mücadelesi bugün ülkemiz açısından en temel mücadele başlıklarından biri. Türkiye’nin emperyalizme peşkeş çekilmesinin sonuçlarını yaşıyoruz. Keza Denizlerin işçi sınıfının safında yürüttüğü insanca yaşam mücadelesi bugün zam yağmuru altında ezilen, yarım ekmeğe muhtaç edilen Türkiye halkının kurtuluş reçetesidir. O açıdan bizler Denizleri yalnızca anmıyoruz, onların düşüncelerini ülkeye yaymaya çalışıyoruz. Denizlerin bağımsız ve sosyalist Türkiye kavgası bugün ülkemizin tek seçeneği ve kurtuluş programıdır.

Metin Faik Eröztekin: Bugün Denizlerden bahsederken en başa bağımsızlık, devrim ve sosyalizm mücadelesini yazmak gerekir. Yarım asır önce Amerikan askerlerini Dolmabahçe’den denize döken gençler, bugün de Amerikan gemilerine karşı “Yankee Go Home” demeye devam ediyor. 1960’larda üniversitelere yönelik gerici saldırılara karşı çıkan gençler, bugün de gericiliğe karşı üniversitelerini savunmaya devam ediyorlar. Denizlerin yarım asır önce yeni bir ülke kurma mücadelesine atılırken gösterdikleri cüret, bugün de bağımsız Türkiye için mücadele etmeye devam ediyor.


en-uzun-kosu-devam-ediyor-1011765-1.

 

Denizlerin tutuşturduğu meşale bugünü aydınlatıyor

Mustafa Yalçıner

Denizlerin, alevlendirdikleri devrim ve halkın kurtuluşu ateşinin bedelini canlarıyla ödemelerinin üzerinden tam 50 yıl geçti.

Yalnızca bedenleri eksildi aramızdan. Halkın davasını sahiplenişleri, sosyalist özlemleri, antiemperyalist coşkuları, gerçekten demokratik bir Türkiye’yi hedef edinmeleri, gericiliğe boyun eğmezlikleri ve kararlı mücadeleleriyle aramızdalar. İşçilerle grev boylarında, yoksul köylülerle toprak ve yaşam mücadelelerinde, gençliğin direngenliği ve direnişlerinde hep aramızdalar. Yol göstermeyi sürdürüyor ve hâlâ en önde yürüyorlar.

Ne onları darağacına yollayan darbeci generalleri hatırlayan var oysa ne de hâlâ tek adam yönetiminin alternatifi olarak önerilen parlamentodaki idam oylamasında “üçe üç” tezahüratıyla şişman göbeğini hoplata hoplata “evet” kararını örgütleyen sonrasının Cumhurbaşkanı Demirel’i! Doğum ya da ölüm yıldönümleri düzenlenmiyor. Rahmetle de anılmıyorlar.

Denizlerin halka, halkın çıkarlarına ve kurtuluş davasına ölümüne bağlılıklarının yanı sıra ayırt edici bir niteliği sözleriyle eylemlerinin tamamen uyumlu oluşuydu. Ne düşündüler ve söyledilerse, onu yaptılar. Halk tarafından yüceltilmelerinin temel bir nedeni buydu. Halkın ulusal ve sosyal baskıdan kurtuluş davasının örneğin parlamentoda laf yarıştırılarak gerçekleştirilemeyeceğini bilen Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir, Sinan, Cevahir, Cihan… Üyeleri oldukları TİP’ten parlamentarizmi nedeniyle ayrıldılar.

Ardından MDD’ciliğin ordu içinde cuntalar olarak örgütlenmiş “Kemalist asker-sivil aydın zümre”ye yaslanarak sosyalizmin yolunu açma yönelimi belirginleştiğinde bu hareketten de ayrıştılar. Oysa Mihri ve Kıvılcımlı ağabeylerinin önlerine düşüp militanı olacakları proletaryanın partisini kuracaklarını ummuşlardı.

II. Dünya Savaşı sonrasının kaynayan kazanı halindeki dünyasıyla Türkiye’nin koşulları her gün bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine davetiye çıkarmaktaydı. Hindistan ve ardından Çin bağımsızlıklarını kazanmış, Kore’de Amerikan müdahalesi püskürtülmüş, Vietnam’daysa direniş sürmekteydi. Küba’da diktatör Batista devrilmiş, onun örneğiyle tüm kıta gerilla savaşlarıyla çalkalanmaktaydı. Afrika’da onlarca yeni bağımsız devlet kurulmuştu. Fransa ve İtalya başta olmak üzere Avrupa’da işçiler yaygın grevler örgütlemekteydi.

Türkiye’de doruğuna 15-16 Haziran 1970’te çıkan işçi hareketi yaygın grevler ve fabrika işgalleriyle ilerlemekteydi. Anadolu toprak işgalleri ve köylü hareketlerinin sahnesiydi. Gençliğin boykot ve üniversite işgalleri birbirini izliyordu.

Bu koşullar Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülke olan Türkiye’yi etkiliyor, emperyalizmin halkların mücadelesiyle baş edemeyişi, emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı mücadeleye ve devrime çağırıyordu. Denizler bu çağrıyı yanıtladılar. Birçok ülkede yenildiğini ve Vietnam’da da yenilgiye sürüklendiğini gördükleri emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele kararlılığı, zafer kazanılabileceğine inançlarıyla perçinlendi.

Tarih kanıtlamıştı ve koşullar da göstermekteydi ki, emperyalizm ve işbirlikçileriyle düzen içi uzlaşmalar çare değildi. Denizler uzlaşma tanımayan devrimciler olarak kurtuluş davasını omuzladılar.

Denizlerin bir ayırt edici özelliği daima örgütlü mücadele etmeleriyse, bir diğeri hiçbir koşulda halkla ve devrimcilerle birleşmekten kaçınmamalarıydı. İstanbul-Maltepe Cezaevi’nden tünel kazıp kaçan Mahir Çayan ve Cihan Alptekin’le arkadaşları iki örgüt olarak birlikte Denizlerin idamını önlemeye çalıştılar. Sağ kalsalar birlikteliklerini sürdüreceklerdi. Paylaşamayacakları şeyleri olmayan devrimciler, halkın çıkarları gerektirdiğinde birlikte mücadele etmekten geri durmazlar.

Denizler ve Mahirlerin mücadelesi, halkın egemenliğini sağlayabilmenin, düzen-içi reformlarla sınırlanmayı değil devrimi zorunlu kıldığını gösterdiği gibi, mücadeleci güçlerin bir araya gelmelerinin bir ihtiyaç olduğunu da kanıtladı. Devrimcilerin düzen-içi olmayan platformlarda birleşmeleri yakın tarihin dersi, Cumhur ve Millet İttifakı dışında halkın etrafında birleşeceği üçüncü bir cepheyi oluşturmak Denizlerle Mahirlerin çağrısıdır.


en-uzun-kosu-devam-ediyor-1011766-1.

50.yılda darağacından bugüne ulaşan bir manifesto

Serpil Çelenk Güvenç

Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam edilmelerinin ve Kızıldere’de Mahir ve dokuz devrimcinin yoldaşlık uğruna çıktıkları yolda katledilişlerinin üzerinden yarım yüzyıl geçti.

68’lerin dünyası, dünya nüfusunun yaklaşık üçte birinin sosyalist bir düzende yaşadığı Asya, Afrika ve Latin Amerika’da verilen ulusal kurtuluş savaşları sonucunda emperyalizmin büyük darbeler aldığı, tüm kapitalist ülkelerde sermaye sınıfına karşı işçi sınıfı mücadelesinin yükseldiği, özetle ezilen ve sömürülen sınıf ve halkların mücadelesinin, ‘halk savaşlarının dalga dalga yükseldiği’ bir dünyaydı. Türkiye devrimcileri bu evrensel mücadelenin bir parçası oldular. Üniversite boykot ve işgalleri, fabrikalardaki işçi hareketlerine ve köylülerin toprak işgallerine yansıdı. Dahası, Derby lastik fabrikasında olduğu gibi birçok işçi-öğrenci ortak eylemi yaşandı. 6. Filo askerlerinin Dolmabahçe’de denize dökülmeleri ülke çapındaki antiemperyalist gençlik hareketlerinin doruk noktası oldu.

İnsanlık tarihinin, sınıf mücadelelerinin tarihi olduğunu ve bu mücadelenin inişli çıkışlı bir seyir izlediğini, hep ileri doğru düzgün bir yolda gitmediğini biliyoruz. Bu gidiş sırasında, büyük devrimci sıçramalar ve geri dönüşler de yaşanmakta.

21. yüzyıl, emekçi halkların savaşımının 68’li yıllara oranla farklı bir aşamaya girdiği, özellikle de devrimci değerlerin aşındırılmaya çalışıldığı bir zaman diliminin adıdır.

İdamların ve Kızıldere’nin ellinci yılına dair çok şey söylenebilir ama bence önemli olan şu sorunun yanıtıdır:

Denizlerin, Mahirlerin, Kaypakkayaların savundukları ve Deniz’in darağacında, ölüme bir adım kala ifade ettiği düşünceler, daha doğrusu mücadele hedefleri bugün için geçerli midir?

Yanıtı bulabilmek için günümüzün koşullarına kısaca göz atalım.

Korkut Hoca’mızın yerinde benzetmesiyle ‘zombileşen ama çevresine hâlâ ölüm ve yıkım yayan emperyalizm’ ve onun savaş örgütü NATO varlığını sürdürmekte; sermaye sınıfının kârının artması için ülkeler savaş alanlarına çevrilmekte, dünya kana boyanmaktadır. Türkiye hâlâ NATO’nun üyesidir; içinde nükleer silahların da bulunduğu İncirlik başta olmak üzere Amerikan üsleri ülkenin her yanına dağılmıştır. İkili anlaşmalar yürürlüktedir. Siyasi iktidarlar, emperyalist merkezlerin, özellikle Amerikan emperyalizminin ekonomik, siyasal ve toplumsal etkisi altındadırlar. O halde ‘Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın tam bağımsız Türkiye!’ yani bağımsızlık düşüncesi belki de 68’li yıllardan daha geçerli bir mücadele hedefine işaret etmektedir.

‘Bağımsız Türkiye’ye nasıl ulaşılacaktır? Çözümün anahtarı Deniz’in son sözleri içindeki “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!” ifadesinde yatar. Deniz mahkemedeki ifadesinde de 1. TBMM kararlarına da atıf yaparak ‘iki kardeş unsur’un ilk Kurtuluş Savaşı’nı birlikte başardıklarını, cephede omuz omuza savaştıklarını belirtmiş ve ‘bu iki kardeş unsur’un ‘İkinci Kurtuluş Savaşı’nı da birlikte başaracaklarını söylemiştir.[1]

İşçi ve köylülerin kuracağı bir emek iktidarı, kapitalizmin tarihin çöplüğüne atılacağı bir toplumsal yaşam, “Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi”, “Yaşasın İşçiler ve Köylüler!” seslenişiyle betimlenir. Amaçlanan, halkların barış içinde yaşayacakları, sınıfsız, sömürüsüz bir Türkiye’dir.

İşte Ankara Ulucanlar’daki yargısız infazla, Kızıldere’de toplu katliamla, Fatsa’da ‘Nokta Operasyonları’yla yok edilmek istenen bu düşüncelerin eyleme dönüşmesidir. Sermaye sınıfı yurtseverleri darağaçlarında, işkencede, polis kurşunlarıyla katlederek bağımsız, demokratik ve sosyalist bir Türkiye mücadelesini gündemden kaldırmaya çalışmıştır. 6. Filo’yu, 68 gençliği denize dökerken şükür namazı kılarak katil filoyu selamlayanlara iktidar yolunun açılması da bu planın önemli bir parçasıdır.

Kapitalist emperyalizmin saldırısı, diğer bir deyişle ‘sıkıyönetimli, balyozlu, olağanüstü mahkemeli ve darağaçlı, kontrgerillalı’ bir karşı devrim süreciydi. Emperyalizm ve işbirlikçileri, sermayenin temsilcileri Sunaylar, Demireller, Özallar ezilenlerin kurtuluş mücadelesini durdurabildiler mi? Bu soruyu 12 Eylül devrimcileri ve Gezi’nin çapulcuları “Hayır!” diye yanıtlıyorlar.

Mücadele sürüyor, sürecek.

Gülün gülle tartılacağı, yeryüzünün aşkın yüzü olacağı o güne dek sürecek.

Yitirdiğimiz yoldaşlarımızı unutmayacağız, unutturmayacağız.

[1] 1. THKO Davası, 68liler Birliği yayınları, Mayıs 2008, s. 324


en-uzun-kosu-devam-ediyor-1011700-1.

Denizlere çıkar yolumuz

İlknur Başer/ SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi

Geçmişten kalan ne varsa tarihin tozlu raflarına tıkıştırıldığı, her şeyin piyasa mabedinin çerezi haline getirildiği, yalanların gerçekmiş gibi sunulduğu bir çağda hafızasızlaştırmaya inat geçmişten bugüne tüm heybetiyle yürüyor üç fidan. Uğruna ölüme gittikleri fikirleri kuşanmış, ON’larla birlikte elli yıl öncesinden bugüne sesleniyorlar. Ve biz devrimciler, ilericiler, aydınlık isteyen gençler bunca puslu havanın içinden onları, onurlu direnişlerini duyuyor, görüyor Fikri’mizle birleştirip yürüyoruz…

Bugün 6 Mayıs. Deniz, Yusuf, Hüseyin’in elli yıl önce idam sehpasına götürüldüğü gün. Üç fidanın idamlarına TBMM’de evet diyenler, ülkeyi karanlığa boğmak isteyen, emperyalizmin işbirlikçisi sağ iktidarlarla, bugün ülkeyi yönetenler aynı genetik kodların taşıyıcıları. Devrimci dayanışmanın en güzel örneğinin Kızıldere Katliamı ile boğulması ve Denizlerin idamı ile ülkede filizlenen devrimci, antiemperyalist mücadele bastırılarak sermayenin iktidarının kalıcılığı pekiştirilmek istendi.

Bugün milyonlar için eşitsizliğin, açlığın, yoksulluğun büyüdüğü, çocukların büyümediği, siyasal İslamcı, piyasacı, emperyalizme bağlı iktidarın kötülük ekip, yaşamı kuraklaştırdığı bir ülkedeyiz. Bu kuraklığı üretenlerden kurtulmak, eşitlik, özgürlükle yeşeren bir yaşamı kurmak için geçmişten bugüne büyüyen çağrıyı duyuyoruz: Devrim ve sosyalizm. Devrim ve sosyalizmi gerçek kılmak, devrimci bir dalga yaratmak için halkın arasına, halkla birlikte bir adım, bir adım daha atıyoruz.

Duvarın yıkılmasıyla, sağdan ve ‘sol’dan; iki kutuplu dünyanın, emperyalizmin, sınıflar mücadelesinin bittiğini söyleyenlerin maskeleri çabuk düştü. Sadece savaşlar değil, ekonomik, siyasal, kültürel istila ile kapitalizmle kol kola yürüyor emperyalizm. Ve milyarlarca insanı, emekçi halkları sermaye düzeni için açlık, susuzluk, yoksullukla kuşatmaya, öldürmeye, göçmenleştirmeye, doğayı yok etmeye devam ediyor. O nedenle elli yıl önce 6. Filo’yu kovmak için mücadele eden, tam bağımsız bir ülke için gözünü kırpmadan ölüme gidebilenlerin cüreti, dik başlılığı, isyanını kolektif olarak kuşanıp eyleme görevindeyiz. Bu iktidarı defetmek için hep birlikte, sandığa giden yolu mücadeleyle döşemeliyiz. Emekçi halkımıza tek seçenek olarak sunulan restorasyon hapı dışında devrimci, demokratik Cumhuriyeti politik programla, somut sorunlar etrafında örgütleyerek seçenek kılma zamanı. Tam bağımsız, kamucu, laik, eşit, özgür, emeğin, kadınların ülkesini kurmak, hareketin hareketini örgütlemek için yol olma zamanı. Kendi öz gücüne, Fikri’ne güvenerek, halkın iktidarını kurmak imkânsız değil. Denizler, Yusuflar, Hüseyinler, Mahirler elli yıl önce bununla ölümsüzleştiler. Bugün hem insanlığın hem uygarlığın hem de doğanın, yaşamın yok edicisi emperyalist kapitalist sisteme karşı kurtuluşun tek reçetesidir sosyalizm. Denizleri, ON’ları anmak demek rozet yapıp yakaya takmak değil; fikirlerini, mücadelelerini bugünün somut koşullarına analiz edip gerçeklik kılmak için bıkmadan, yılmadan mücadele etmektir. Çünkü ‘Vatan onu parsel parsel satanların değil, uğrunda darağacına gidenlerin vatanıdır’. Bu ülke bu topraklarda halkını, toprakları satanların iktidarı son bulacak. Denizler, Mahirler kazanacak. Deniz, Yusuf, Hüseyin yaşıyor, yaşayacak…


en-uzun-kosu-devam-ediyor-1011701-1.

 

Nazım’dan Denizlere, Denizlerden Bugüne

Ercüment AKDENİZ /EMEP Genel Başkanı

Değil birkaç / değil beş on / otuz milyon aç bizim!

Onlar bizim! / Biz onların!

Dalgalar denizin! / Deniz dalgaların!

Dünya şairimiz Nazım Hikmet, “Açların Gözbebekleri” şiirinde memleketin halini böyle anlatıyor. Bu dizeler kaleme alındığında sene 1922’ydi. Ve Denizlerin idamına daha 50 sene vardı!

Dünya, pandemiden ve birinci emperyalist cihan harbinden yeni çıkmıştı. Üstelik fersah fersah derinleşen ekonomik kriz 1929 ekonomik bunalımına doğru gidiyordu. Avrupa’yı saracak olan faşizm, İtalya’da Kara Gömleklilerin ayak sesleriyle iktidara yürüyordu. Almanya’da Hitler sıra bekliyordu. 1917 Ekim devriminin Rusya’sı ise dünya işçilerine ve ezilen halklara umut oluyordu. İşte bu ahvalde Türkiye’nin kırları ve kentleri yokluktan, yoksulluktan kırılıyordu. Nazım şiiriyle sadece bir fotoğraf vermiyor, deniz-dalga diyalektiğinde memleketin çıkış yolunu da gösteriyordu.

“Açların Gözbebekleri” Türkiye’sinden yarım asır sonrasına gelelim… ‘68 gençlik önderlerinden ve THKO’nun kurucu isimlerinden Hüseyin İnan; Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’la birlikte, sırf halka gözdağı olsun diye 6 Mayıs 1972’de darağacında katledildi. Hüseyin, idama giden süreçte memleketin halini şöyle anlatıyor:

“Okulsuz, yolsuz, açlığa terk edilmiş halde, halkının yüzde 70’i hâlâ okuryazar olmayan, 500 bin işçisi Almanya’ya göçmen olarak gitmek isteyen, ağır sanayi diye kolonya fabrikalarının açıldığı, tarikatçılığın, Nurculuğun, Kuran kurslarının asırlar öncesinin geri düşüncelerini yaydığı bir Türkiye… Ülke toprağının 35 milyon metrekaresi, ABD emperyalizminin silahlı gücüne teslim edilmiştir. Misakı Milli içinde bir halk olan Türk halkıyla tarihi bir kardeşlik sınavı vermiş bulunan Kürt halkının dili, kültürü asimilasyona tabi tutulmuş, bu halkın özdili ve kültürü ortadan kaldırılmak istenmiştir. Şeyhlik vardır Türkiye’de. Doktor nedir bilmeyen insanlar, onların idrarını içerek, bastığı toprağı muska yapıp saklayarak dertlerine derman aramaktadırlar. Türkiye bu çağ dışı koşullardan kurtarılmadıkça, Süleymancılık, Nurculuk, şeyhlik, derebeyi artığı toprak ağalığı ve işbirlikçi sermaye kurumları tasfiye edilmedikçe Demokrat Partiler, Adalet Partiler hep iktidara geleceklerdir. Ve hem de “milli iradeyi” temsil ettiklerini söyleyeceklerdir…”

Evet Hüseyin bunları yazarken ne dünya 1922’nin dünyasıdır ne de memleket. Fakat Amerikan üsleri altında, bağımlılık ilişkileri içinde ve feodal kalıntılarla birlikte sermaye düzeni Türkiye halklarını, işçileri ve yoksulları yine yokluk ve yoksulluk girdabı içinde süründürmektedir.

Eminim ki okur, Hüseyin’in cümlelerinde, sadece geçmişteki Nazım’lı yılların Türkiye’sine değil, bugünün yani 2022’lerin Türkiye’sine de ayna tutan çarpıcı tasvirler görecektir.

Elbette bugünün Türkiye’si için “halkın yüzde 70’i okur-yazar değildir” denemez, evet ama ülke diplomalı işsizler ülkesidir. Asgari ücretliler ülkesinde asgari ücret oranı açlık seviyesinin altına düşmüştür. Halkın önemli bölümü yeterince beslenememektedir. Almanya’ya 500 bin Türk işçisinin göçü ‘60’larda kalmıştır, evet ama bugün onun yerini yurtdışına gitmeyi isteyen milyonlarca genç almıştır. Diğer yandan Suriyeli mülteciler, yerli işçilerle rekabet edecek ucuz işgücü olarak yarıştırılmaktadır. Sanayileşme kolonya fabrikasının çok ötesine geçse de Türkiye kapitalist/emperyalist dünyanın ucuz emek cenneti haline gelmiştir. Açlık denen olgu tüketim mallarının tezgâhları doldurduğu bir “bolluk” ülkesinde yaşanmaktadır. Cemaat yurtlarında çocuklar yanarak can verirken, tarikatlar bakanlıkları belirleyecek güce erişmiştir. Medya her gün biraz daha siyasal dinciliğin hegemonyası altına girmektedir. Kürt halkının seçtiği milletvekilleri cezaevlerindedir, kayyum politikasıyla seçilmiş belediye başkan ve yöneticileri tasfiye edilmiştir. Dahası grevlerin yasaklandığı, seçilmiş rektörlerin yerine kayyumlar atandığı, Gezi’de olduğu gibi kent haklarını savunan meslek örgütlerine ağır cezaların yağdırıldığı bu tek adam yönetiminde, Adalet ve Kalkınma Partisi “milli iradeyi” temsil ettiğini söylemektedir.

Bu sarsıcı ve acılarla dolu 100 yıllık tarih serüveni, 100’üncü yaş günü yaklaşan Cumhuriyet’in öyle anlatıldığı gibi sınıfsız, zümresiz bir toplumdan menkul olmadığını söylüyor. Parlamentolar ve darbelerle yönetilmiş bir ülkede, işçi sınıfı ve halkın kurtuluşu için yola çıkanların parlamentoda kalkan eller sayesinde nasıl idama gönderildiklerini de söylüyor.

Ne tek adam yönetimi ne de “güçlendirilmiş” restorasyoncu burjuva parlamenter sistem! Bağımsızlık, demokrasi, gerçek laiklik, işçi ve emekçilerin haklarını güvence altına alacak demokratik bir Anayasa. Ve halk iradesine dayanan kurucu bir Meclis. Ve elbette ufkuna işçi, emekçi Cumhuriyeti’ni koyan sosyalist bir Türkiye. Nazım’dan Denizlere, Denizlerden bugüne devrolunan kurtuluş ümidi budur. Dünya yine pandemi, ekonomik kriz, emperyalist savaş sarmalına girerken, 6 Mayıs 1972’de bir manifesto gibi haykırılan o sloganlar bugüne de ışık tutmaktadır. Denizlerin idamını engellemek için canlarını ortaya koyan Mahirlerin sergilediği devrimci dayanışma ise sosyalistler, devrimciler için tarihsel bir miras olarak kuşaktan kuşağa devrolacaktır. 50’inci yılda anılarına saygıyla…

kaynak: Birgün

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları