25 Nisan 2024 - Hoş geldiniz

ÜLKÜ KAPLAN YAZDI- NE BİLEYİM BEN SENİN CAMA GELDİĞİN, CANDAN SEVDİĞİN!

Ana Sayfa » EĞİTİM » ÜLKÜ KAPLAN YAZDI- NE BİLEYİM BEN SENİN CAMA GELDİĞİN, CANDAN SEVDİĞİN!

Eklenme : 18.04.2023 - 8:49

ÜLKÜ KAPLAN YAZDI- NE BİLEYİM BEN SENİN CAMA GELDİĞİN, CANDAN SEVDİĞİN!

 

Otuz yıl eğitim kurumlarının farklı kademelerinde çalışmış biri olarak, eğitime dair, akademik olma iddiasından uzak da olsa eleştirel bir yazıya bu Çanakkale türküsü ile başlayacağım elbette aklıma gelmezdi.

Fakir Baykurt’un, TÖS başkanı olduğu süreçte gerçeklesen büyük öğretmen boykotuna dair okumalar yaparken, 60 yılda eğitim adına yaşadığımız tekrarlar içimi acıtınca, oturup, bugüne dair yazayım dedim. Pandemi sürecine binaen can korkusu ile başlayan, sonra ekonomik bir argüman olarak gündemde tutulan, şimdi de depremin yarattığı kaosu hafifletmek için çare olarak sunulan uzaktan eğitim trajikomikliği bu türküyü çağrıştırdı bana. Öznel yanı ağır bassa da, cama geldik, candan sevdik türküsü ile eğitim sisteminin pür melalini nasıl olup da birleştirdiğime gelin bir bakalım.

Malumunuz olduğu  üzere her şey, 50’li yıllarda George Orwell’ın, büyük biraderinin gözlerinin bize de dönmesi ile başladı gibi geliyor bana. Gene de öğretmenlik mesleğine başladığım 90’larda,  ben ve öğrencilerim bu güne göre kendimizi çok daha özgür hissediyorduk. Büyük birader bize bakıyor ise de sallamıyorduk. Sistem öğrenciye müşteri gibi bakmıyor, öğretmen alanında çok yetkin olmasa bile, işini iyi niyetle yapıyor, (iyi niyetle dövenleri saymıyorum tabii), en kötü ihtimalle birinin açtığı yarayı diğeri sarıyordu. Sonra nasıl ve neden olduğunu “büyüklerin”  bildiği bir değişim başladı. Eskiden bildiğimiz ve hayatımızı, mesleğimizi anlamlı kılan bir sürü kavrama, tutuma, uğraşa, yönteme yeni adlar veriliyor ve bunlara dair şablonlar sunuluyordu.

O zamanlar bu furyanın adı toplam kalite yönetimi  idi.

Bu işi organize edip sürdürmeye çalışanların profili ne dünyanın aydın bir bireyi, ne de mesleğinin yetkin bir üyesi idi. Zaten beni rahatsız eden de bu işi kimlerin yaptığından çok, öğrenci ve öğretmenler üzerinde dayatmacı bir tutum takınması idi.

Formlar, seminerler hepimizi tek tip davranmaya zorunlu kılıyordu.

Bu arada biz, 10. sınıf Çocuk Gelişimi dersinde  öğrencilerimle, “eğitimin; bireyde istendik davranışlar oluşturma süreci” diye tanımlanmasını  sorguluyor ve “kimin istediği, ne için istediği” noktalarına soru işareti koyup, süreç olduğu konusunda verdiğimiz ortak karara gülümsüyorduk.

Bu toplam kalite de neydi?

Yöntemin kaynağına baktığımda, bir şirketin çalışanları arasında performans artırmaya dönük yaptığı bir uygulama idi. Oysa biz, bir eğitim kurumu idik ve rekabet ancak bireyin kendisi ile yapacağı bir yarıştı.

Ayın elemanı seçmek ki, o da insani bir durum değilken, bunu öğretmene, öğrenciye uygulamak, bireysel ayrıcalıkların katledilmesi değil miydi?

Her biri biricik değil miydi çocukların!

Bununla kalmadı tabii. Zaman zaman üstüne bindi, icat da icat üstüne. Akıllı tahta furyası başladı, sınıfa öğretmen olarak Google girdi. Bu Google öğretmen her şeyi hemen biliyordu. Bizler bir gölgeye dönüşmüştük. Tıkla bir  sayfaya anlatsın. Kaynak güvenilir mi, sınıf yönetimi bilgisi var mı, buluş , tartışma, sorgulama gibi yöntemleri kullanıyor mu diye bakmıyordu hiç kimse.  Buradan teknoloji düşmanlığı çıkartacaklar olabilir ama aslında bütün derdim Google kıskançlığı.. Bilgi manyağı olduğumuz bu dünyada nasıl kıskanmayayım onu. Yoksa basıyorsun bir tuşa, arıyor buluyor. İleri geri kaydırmayı kasetçalardan biliyordu zaten benim kuşak. Yani mesele bu değil, mesele mış gibi bir eğitim sürecine teslim olmaktı.. Elbet konu anlatımında öğrencinin birden fazla duyusuna ulaşılmaya çalışılacak, farklı teknikler kullanılarak öğrenme ortamı zenginleştirilecek. Lakin, ciddi bir maddi  kaynak aktarılarak sınıfa sokulan bu akıllı tahtalar, hepimizin gözünü cama dikip, öğretmeni de,  susun, izleyin sözcüklerinden başka bir şey demeyen, okumayan, düşünmeyen bir figür haline getiriyordu. Ayrıca  bu teknolojilerin üretim kaynağı olan ülkeler kara tahtaya güzellemeler yaparken bizde ki bu sevda neydi. Neyse..

İnsan dediğin kolaya çabuk alışıyor. Biz de alıştık. Ve bu durumu o kadar içselleştirip paylaşımcı olduk ki, watsap denen yeni icat bir uygulama ile, telefonlarımızdan gece yarılarına kadar link içerikleri paylaştık. İl, ilçe milli eğitim ve okul müdürlükleri duyurularını gecelerini gündüzlerine katıp gene watsap üzerinden bizimle paylaşır oldular. Veliler çocuklarının durumunu gene watsap üzerinden sordular. Dayatılan birçok uygulamayı, insanı merkeze alan öğretmenlik anlayışıma uygun hale getirmeye çalışarak biat eder görünüyordum ama bu sanal iletişim dayatmasına evet dememiştim.

Çünkü biliyordum ki bu kolay ulaşılırlık  hali bir süre sonra çekişmelere, şikayetlere dönecekti.

Tam, eski kafalı olarak itham edilecektim ki, bu alanda yapılan duyuruların resmi sayılmadığı ve hatta bilişim suçlarına girdiğine dair bir watsap mesajı geldi telefonlara. Hey gidinin bozuk saat taklitçisi, milli eğitim zihniyeti, deyip devam edeyim..

Yine bu 30 yılda bana nasip! olan,  4+4+4 uygulaması da çocuklar adına derin bir yaraya yol açtı. Biraz zorda kalan aileler çocuklarını açık ortaokul ya da liseye alma bahanesi ile müdüriyete başvurur olmuşlardı. Çocuğun temel haklarından biri olan eğitim hakkının dolaylı yoldan gasp edilmesi, okul müdürlerini hiç kaygılandırmıyor, biri daha gitti diyerek nakil  kağıdına basıyordu imzayı.

Sonuç  olarak, birçok idareci, attıkları imzanın, çocuk işçi, çocuk gelin, çocuk damat sayısını artıracak, toplumsal bir yaraya sebep olma kaygısı taşımıyordu.

Bütün bu yazdıklarım elbette geleneksel eğitim anlayışı kafesi ile yazılmış şeyler değil. Eğitim yaklaşımlarından biri olan açık, yaygın ve yetişkin eğitime hep sempati ile yaklaştım. Köy Enstitülerinin değerinin farkındalığı ile  büyümüş biriydim zaten ve okulun dört duvar arasında sınırlı kalmayacağı, yaparak yaşayarak  öğrenmenin gelişime katkısı tartışılmazlığını içselleştirmiştim. Açık eğitim öğrenciyi aktif tutan bir yaklaşımdı. Öğrenci ile göz göze, el ele yapılması hedeflenmişti. Sanal ortamda yapılmaya çalışılanda ise öğrenci yatağında kamerayı kapalı tutup, derste imiş gibi görünüyordu. Bu açık eğitime dahil olamazdı. Sonuçta  “büyüklerimiz”, çoğumuzun evinde öyle ya da böyle sanal dünyaya ulaşma araçları olduğunu biliyordu.

Ekranda kalkıp, ekranda yaşayıp hatta ekranda ölmeyi öğrenmiştik.

Pandemi de tam bu noktada imdadımıza yetişmişti. Evden çalışıp, evden okula gidebilir, evden yaşayabilirdik. Önce  panik olduk, camda nasıl olacaktı bu iş, anlatacağımız konuya hakim miydik, evde sessiz bir ortam yakalayıp, bizi gruba karşı  prestijli gösterecek bir kitaplık koyabilecek miydik arkamıza. Üstümüze giydiğimiz şık bir gömlek ve ceketin altına giydiğimiz çizgili pijamalarımız görünecek miydi.. Daha neler neler…  Bütün bunlar bizim küçük dertlerimizdi..

Bu arada  Milli Eğitim Bakanlığı büyük biraderin gözlerine bir büyüteç niyetine  EBA diye bir sistemi de uygulamaya  koydu. Bu  sisteme  tıklama sayımızı kayda aldıklarına dair de bir haber geldi. Ensesinden tutulmuş birer kedi gibi, gidip gelip ekranın başına geçerek öğrencilere birer mesaj atıyor, hatta bakıp çıkıyor bile olsak puan topluyorduk. Yeni hasetlik konumuz Ayşe ya da Fatma öğretmenin EBA ya giriş sayısı idi. İnanması güç değil mi.

İşte böyle böyle malamat (oyuncak) edildi bir kuşak, böyle harcandı bir güzel dünya kurma düşümüz, diyeceğim. Size duygu kusması gibi gelse de..

Günümüz itibariyle geldiğimiz noktada ise, yine beni hop oturtup hop kaldıran her biri birbirinden absürt uygulamaya tanık oluyorum.

Hepimiz ya inşaat mühendisi ya da psikolog olduk.

Yüce Google sağ olsun.

Ve hayatımıza yeni bir kavram girdi: Hibrit eğitim.

Buna uygun türküyü de siz bulun artık. Hükümet depremzedeler için öğrenci yurtlarını boşaltma ve buna paralel olarak üniversitelerde dersleri çevrimiçi yapma kararı aldı. Başta da dediğim gibi ben akademik bir yazı niyetinde değilim, bu uygulamanın bilimsel karşıtlığını yazacak bir sürü hoca var ülkemizde. Azınlıkta olsalar da kimileri zaten çoktan konuya el attı.

Okulun sadece bilgi aktarılan,  paylaşılan bir ortam değil, sosyalleşme, yaparak yaşayarak öğrenme,  gibi birçok amaca hizmet ettiği aşikarken, daha da önemlisi bir şairin dediği gibi, insanın acısını insan alacakken, uzaktan eğitim kararı alınması eğitimin katlinin vacip görülmesinden başka bir şey değildir.

İktidarın otorite kaygısı ile asayişi berkemal kılma amacını ört bas etmek için, gelen tepkilere binaen hibrit eğitim diye isimlendirilen, yanlış anlamadıysam, bazı derslerin yüz yüze bazılarının uzaktan yapılacağı önerisi de derde deva olmayıp, bir yakayı kurtarma açıklamasından başka bir şey değildir.

Hibrit sözcüğünü asla alamayacağım araba modellerinden duymuş bir emekli öğretmen olarak; “Makine miyiz biz, biraz benzinle, biraz elektrikle çalışalım. Kaldı ki, bir yolculukta önemli olan, varacağımız yer değil, o yolu nasıl gittiğimizdir.!” diyor ve büyük biradere selam ediyorum..

 

 

Benzer Haberler

Facebook'ta Biz

Çanakkale Rent a Car Banka Kredisi diş rehberi Bozcaada Otelleri Bozcaada Otelleri Bozcaada Pansiyonları